Ekofeminizmin Mistik Dünyası

Ekofeminizmin Mistik Dünyası

Çevre etiği ve ekoloji felsefesi üzerine düşünmeye devam ediyoruz. Daha önce ekofeminizmin genel hatlarından bahsetmiştik. Bugün de ekofeminizm kavramının mistik dünyasında ufak bir seyahate çıkıyoruz.

Ekoloji felsefesinin ve feminizmin bir alt prensibi olarak değerlendirilebilecek olan bu akım, kendi içerisinde de oldukça temel bir ayrıma gidiyor. Bu, basitçe kadın – doğa ilişkisine yüklenen anlam sayısı ile ilgili bir ayrım. Daha realist bakış açısına sahip olan ekofeministler için doğa ve kadının benzerliği, aynı şekilde ve aynı ataerkil güç tarafından sömürülüyor olmalarının üstüne kurguluyken daha mistik bakış açısına sahip olanlar için doğa – kadın ilişkisine atfedilebilecek başka anlamlar ve benzerlikler fazlasıyla mümkün gözüküyor.

Mistik ekofeministler, kadın ve tabiatın benzer içsel özelliklere sahip olduklarını düşünürler. Aslına bakılırsa bu ruhani çıkarım, hiç de yabancı olmadığımız mistik/mitsel desenlerle bezeli ve insanlık kadar eski bir eğilim olarak karşımızda duruyor. Tarihsel serüvenin içinde baktığımız zaman pek çok farklı uygarlıkta kadının feminen olarak algılanan merhameti, sahipleniciliği, anaçlığı, doğurganlığı ve hatta şiddet karşıtlığı gibi özelliklerinin tabiata atandığını görürüz. Benzer bir kişiliğe sahip olduğuna dair bu inanç sayesinde tabiat, hemen her zaman dişil sıfatlarla tanımlanmıştır. Buna çok aşina olduğumuz ‘’tabiat ana’’, ‘’toprak ana’’ gibi örnekler verebilir ve bu örnekleri rahatlıkla çoğaltabiliriz.

Genellikle Uzak Doğu uygarlıklarında görmeye alışık olduğumuz bu duruma, dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan başka uygarlıklarda da rastlayabiliyoruz. Aslında bu, oldukça heyecan verici bir durum. Çünkü birbiriyle iletişime geçip etkilenmelerinin pek mümkün olmadığı dönemlerde farklı uygarlıkların böyle inanışlar geliştirmiş olmaları bizlere bunun insanlığın doğal bir eğilimi olduğunu düşündürüyor.

Örneğin Antik Yunan uygarlığından Gaia figürüne bir bakalım. Dünyanın bir tezahürü olarak görülen Gaia, basitçe doğa anadır. Ayrıca Yunan mitolojisinde görülen bütün tanrıların ana tanrıça olan Gaia’dan türedikleri düşünülür. Benzer ana tanrıça figürlerine Uzak Doğu’dan Güney Amerika’ya kadar pek çok kültürde rastlarız. Anadolu çıkışlı olan Kibele de buna bir örnek olarak sayılabilir. Amerikan yerlilerinin bazı kabilelerinde görülen tarım karşıtlığının toprağı deşmenin annenin göğsünü deşmekle bir olması fikriyle açıklanması, doğa ana mitine verilen önemi ele veriyor diye düşünüyorum.

Modern bilimin doğa olayları karşısında kadın psikolojisi üzerinde yaşanan değişimler konusunda yaptığı saptamalar da mistik ekofeministler tarafından rahatlıkla bu fikre hizmet edecek bir şekilde okunabiliyor.

Mistik Ekofeminizme Yöneltilebilecek Eleştiriler

Ekofeminizmin Mistik Dünyası
Ekofeminizmin mistik dünyası

Fotoğraf: Ron Lach

Sanırım her şeyden önce mistik ekofeminizmin oldukça kültist bir yaklaşım olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Bu durumu açacak olursak söylemeliyiz ki bu, bazı atıflar yapılabilse de modern bilimden oldukça uzak bir fikir ve hatta daha çok primitif bir inanç sistemi kimliğinde olmaya fazlasıyla yakın gözüküyor.

Çağdaş manasıyla anladığımız feminizm üzerinden bir yorum getirecek olursak da çok sıkıntılı bir problem gözümüze çarpıyor; kadının doğurganlık üzerinden okunuşu.

Bu, hem bir kavram olarak kadının annelik kimliği üzerinden sınırlarının daraltılmasına hem de doğurganlık üzerinden kadın bedeninin metalaşmasına hizmet edebilecek bir fikir yapısı. Tüm bunların yanı sıra biyolojik olarak doğurgan olmamasına rağmen kendini kadın olarak tanımlayan insanlar düşünüldüğünde bu fikir, trans dışlayıcı bir yapıya bürünebiliyor. Bu açılardan bakıldığında mistik ekofeminizm, ruhani ve sempatik bir anlayış olmaktan çıkıp tehlikeli bir kimlik kazanabiliyor.

Kapak Fotoğrafı: Comfreak