Uzak Doğu’nun Sinema İmparatoru: Akira Kurosawa

Uzak Doğu’nun Sinema İmparatoru: Akira Kurosawa

Tarihin birçok döneminde, çoğu sanat dalının öncüsü Batı toplumları olmuştur. Doğu sanatı ise ücrada kalması sebebiyle fazla ilgi görmemiştir. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Doğu ve Batı’nın arasında köprü oluştu ve haliyle toplumlar birbirini tanıdı. Bu dönemde en revaçta sanatlardan olan sinema, Batı sanatını kasıp kavuruyordu. Doğu ise bu durumun bir hayli gerisinde gibi duruyordu. Fakat bir yönetmen vardı ki tüm ön yargıları kıracaktı. Akira Kurosawa filmleri, batının tahtını ele geçirmek için harekete geçmişti. Gelin Doğu’nun sinema odağı, usta yönetmen Akira Kurosawa’nın ilginç hayatını ve filmlerini inceleyelim. 

Samurai Çocuğu

Akira Kurosawa, 23 Mart 1910’da, Tokyo’da dünyaya geldi. Babasının ailesi Samurai klanından gelmekteydi. Akira Kurosawa’nın ailesi eski Japon kültürüne bağlı bir aileydi. Buna binaen genç yaşında kardeşleri de dahil olmak üzere yakın dövüş sanatları hakkında dersler aldı. Ailesi her ne kadar kültürlerine bağlı olsa da Batı’nın tiyatro ve sinema gibi sanatlarına da meraklıydı. Bu sebeple genç Akira, daha altı yaşında sinema filmleri izlemeye başladı. Ayrıca geleneksel Japon ressamlığı hakkında dersler alıyordu. En sevdiği şeylerden biri ise dünyadan sahneleri sanki fotoğraf karesi gibi resmederek kendi bakış açısını kağıda aktarmaktı. Nitekim bu sevdası onun yönetmenlik kariyerine de büyük fayda sağlayacaktı. 

1923 yılında Kanto Depremi yaşandı. Akira’dan 4 yaş büyük olan abisi, depremin arkasında bıraktığı tüm vahşeti ve yıkımı göstermek için Akira’yı afet bölgesine götürdü. Genç Akira gördüklerinden korktuğu için kafasını çevirdi. Fakat abisi ona zorla baktırarak korkularıyla yüzleşmesini sağladı. Amacı yaşamın acı gerçeklerini öğrenmesini sağlamaktı. Çoğu eleştirmene göre Akira Kurosawa filmleri içindeki korkutucu gerçeklik, bu travmatik anıdan kaynaklanmaktaydı. 

Bir Yönetmen Doğuyor

Akira Kurosawa filmleri

İlkokulu ve liseyi Tokyo’da bitirdi. Lisedeyken abisiyle birlikte Benshi adındaki sessiz slayt filmleri, tiyatroda gösteriyordu. Benshi’ler onu cezbetmiyordu. O farklı bir şeyler arıyordu.

Sesli filmlerin yaygınlaşmasıyla birlikte Benshi’ler gözden düştü. İşsiz kalan abisi intihar etti. Ondan yalnızca dört ay sonra ise en büyük kardeşi de vefat etti. Kurosawa’ların tek çocuğu olarak kalan Akira, bu durumdan çok etkilendi. Sanki abisinin mirasını devam ettirmek ister gibi sinemaya sarıldı. 25 yaşındayken daha sonraları ünlü Toho Stüdyoları olarak adlandırılacak PCL stüdyosuna yardımcı yönetmenlik için başvuruda bulundu. Akira Kurosawa’nın sinema anlayışından bir hayli etkilenen yönetmen Yamamoto, onu işe aldı. Beş yıl boyunca Yamamoto gibi birçok ünlü Japon yönetmen ile çalışma imkanına erişti. Bu sürede Benshi’den gelen sinema anlayışını, işin teknik kısmıyla birleştirme imkanı buldu. Öyle ki artık çoğu filmde asıl yönetmen başka bir filmin çekimiyle uğraşırken, filmi Akira Kurosawa tamamlıyordu. Artık kendi filmini yapmanın zamanı gelmişti. 

Batı’nın Göz Bebeği Asyalı

33 yaşında, ilk filmi Sanshiro Sugata’ya başladı. Pearl Harbor saldırısını anlatan bir dram romanından uyarlanan film, o dönemde büyük sansürlere maruz kaldı. Sansür komisyonuna göre Amerikan ve İngiliz yanlısı bir filmdi. Engellemelere rağmen film gösterime girdi. Sonrasında pek çok film ile kariyerine devam etti. Akira’nın Japon Feodal Dönemi’ne olan ilgisi büyüktü. İlk olarak The Man Who Tread on the Tiger’s Tail ile bu dönemi filmlerinde konu edindi.

İkinci Dünya Savaşı sonrası demokratik ve liberal akımlardan etkilendi. Bu durum filmlerine de yansıdı. Bu dönemde pek çok kategoride sınıflandırılabilecek filmlere imza attı. Fakat Batı’da ilk defa Rashomon ile tanındı. 1950 yılında kameraya aldığı film, Venedik Film Festivali’nde gösterime girdi ve Altın Aslan’a layık görüldü. Bu ödül, Asya sinemasına verilen ilk ödüllerden biri oldu. Sonunda Batı ile Doğu’nun sanat bağlantısı Akira vasıtasıyla kurulmuş oldu. 1970’li yıllardan itibaren Hollywood ve Avrupa sinemasından pek çok ünlü yönetmenle dostluklar kurdu. Bunların içinde George Lucas, Ford Cappola, Ingmar Bergman, Martin Scorsese gibi tüm zamanların en ünlü yönetmenleri bulunuyordu. 

Rashomon ile büyük yükselişe geçen ve Batı’nın gözdesi olan Akira, Ikiru ve Seven Samurai gibi artık dillerden düşmeyen olağanüstü işlere imza attı. Öyle ki Seven Samurai, 48 ünlü eleştirmen ve 22 yönetmenin “Gelmiş Geçmiş En İyi 10 Film” listesinde yerini aldı. Seven Samurai’da batının Western sinemasını Samurai kültürüyle birleştirerek muhteşem bir işe imza atan Akira Kurosawa, Batı ile Doğu sentezini filmlerinde kurmaya bayılıyordu. Özellikle Batı edebiyatını Japon Feodal Dönemi’ne uyarlamayı seven Akira, Throne of Blood ve Ran gibi Shakespeare uyarlamalarına imza attı. Dostoyevski’den ve Maksim Gorki’den romanları beyaz perdeye aktardı. 

Doğu Güneşi Batıyor

Hayatının son dönemecine yaklaşırken Akademi Ödülleri tarafından Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ne layık görüldü. 80 yaşındayken yaptığı konuşmada “Hala sinemayı yeterince iyi anlayamadığım için endişeliyim.” cümlelerine yer verdi. Yaşına rağmen setlerden çıkmıyordu. En büyük hayali bir sette can vermekti. Geçirdiği bir kaza sonrası tekerlekli sandalyeye mahkum oldu. 6 Eylül 1998’de huzurlu bir şekilde müzik dinleyip televizyon izlerken kalp krizi sebebiyle hayatını kaybetti. 30 adet filmi bizzat yönetti, sayısız filmde yardımcı yönetmenlik ve senaristlik yaptı. Şüphesiz ki Akira Kurosawa, 20. yüzyılın ve belki de tarihin en üretken yönetmenlerinden biriydi. 

En Ünlü Akira Kurosawa Filmleri

Seven Samurai (1954) | IMDB: 8.6

16. yüzyıl Japonyası’nda fakir bir köy, eşkiyalar tarafından tehdit altındadır. Eşkiyaların yakın bir zamanda saldıracağına şans eseri kulak misafiri olan bir köylü, bunu köy ahalisine açıklar. Tek kurtuluşu parayla samuray tutmakta bulurlar. Fakat yetkin samuraylara ne verecek paraları ne de sunacak itibarları bulunmaktadır. İdealist bir samurayın çabasıyla birlikte yedi kişilik bir ekip toplanır ve köylülerle birlikte savunma hazırlıklarına başlar. Birkaç gözden düşmüş samuray ve hiçbir şey bilmeyen köylü, güçlü eşkiyalara karşı köyü savunabilecek mi?

Seven Samurai filmi neredeyse her anlamda sinema tarihinin en ünlü filmlerinden biridir. Akira Kurosawa bu filmde slow motion gibi birçok ilke imza atmıştır. Ayrıca Western filmlerinin Japon uyarlaması olarak görülen film, daha sonraları Star Wars’a da ilham olacak olan Space Opera janrasının atalarından kabul edilir. Üç saatlik uzun süresine rağmen muhteşem sinematografi ve kurgu sayesinde neredeyse hiçbir zaman seyirciyi sıkmadan izletebilir. 

Ran (1985) | IMDB: 8.2

Yine Japon Feodal Dönemi’nde geçen bu film, Feodal Bey’i Mori Motonori’nin hayat hikayesi ve Shakespeare trajedisi olan Kral Lear’dan uyarlanmıştır. Yorgun ve bitkin kral Hidetora, uykusunda çok dehşetli bir rüya görür. Bu rüya uzun süredir aklında bulunan bir fikri harekete geçirmesine sebep olur. Ölmeden önce krallığını üç oğlu arasında paylaştırmak istemektedir. Fakat konsey sırasında bir anlaşmazlık olur ve kardeşler arasındaki bağ kopar. Bunun sonucu en küçük oğul, krallıktan sürülür. Fakat anlaşmazlığa sebep olan ve küçük oğulun yalakalıkla suçladığı büyük kardeşleri, babalarına pek iyi davranmaz. Bu ayrışma ve çatışma büyük bir krallığı yok etmek isteyen düşmanların ağızlarını sulandırmaya yetmiştir. Epik bir savaş ve büyük bir trajedi filmin geri kalanında bizi beklemektedir. 

Ünlü Shakespeare oyunlarını sinemaya uyarlayarak büyük övgü toplayan Orson Welles, Ran ve Akira Kurosawa hakkında şu sözleri sarf etmiştir: “Shakespeare’e dokunmaya hakkı olan tek yönetmen Akira Kurosawa’dır”. Shakespeare’in karakterlerini olağanüstü bir şekilde kurguladığı senaryoya uygulayarak neredeyse Kral Lear anlatısını güçlendirmiş bile diyebiliriz. Film, o döneme kadar çekilen en maliyetli Japon filmi olarak tarihe geçmiştir. Devasa savaş sahneleri ve uzak plan çekimler, filmin Akira Kurosawa’nın aklına düşmesinden itibaren 10 yıl sonra ancak tamamlanmıştır. Akira Kurosawa’nın hayatı boyunca en çok zaman harcadığı filmlerden biridir. Ünlü yönetmen, filmi “gökyüzünden izlenen insan eylemi” şeklinde tanımlamıştır. 

Filmin en kısa tanımlarından biri bu şekilde yapılıyor sanırım. Çünkü tüm o kaos içinde filmi heyecanla izlerken kendinizi kaptırıp filmin içine dalıveriyorsunuz. Neredeyse hiçbir bölümünde beyaz perdede izlenen iki boyutlu görüntüleri değil tanrı gözüyle izlenen epik olaylar silsilesini izliyor gibi hissediyorsunuz. Ran, Akira Kurosawa filmleri içinde değeri az bilinen muhteşem bir yapıt, gelmiş geçmiş en iyi Shakespeare uyarlamalarından olarak sinema tarihinde yerini aldı.