Dilek Türker Tiyatro Ayna’nın yeni oyunu Türk’ün Ateşle İmtihanı’nın galası 30 Ekim akşamı, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi himayesinde ve Kültür Daire Başkanlığı’nın katkılarıyla, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda gerçekleşti.
Pınar Ender Çekirge gala izlenimlerini PlumeMag için yazdı.
Dilek Türker, yine düşler serpti sahneye ve kalplerimize…
Söylememe gerek yok, hayatını, neredeyse tümüyle mesleğine adamış bir sanatçı Dilek Türker. Beğeniler, modalar, alışkanlıklar, zamanlar değişse de o hep sahnede. Hep bir ışık sağanağı ve o her zaman sözünü esirgemeden söyleyen cesur, güçlü bir kadın. Zaten oyunculuğundaki ‘es’lerde kavrarsınız tekniğini, ustalığını… Her canlandırdığı karakterle bir ölçüt oluşturmasından, sahne hakimiyetinden, düzeyli, disiplinli, erişilmez oyunculuğundan…
Dilek Türker’i düşünüyorum; ‘Tiyatro tarihimizi var eden isimler arasında yer almak. Ustalık katındaki oyunculuğuyla sahnede hiç durmadan çok boyutlu kadın portreleri imar etmek…’ ne çok özelliği var. Sayamayacağımı biliyorum.
Nakşidil Sultan, Siyen, Madam Olga, Sevtap, Rosa Lüksenburg, Vera Tulyakova, Türkan Saylan, Sarah Bernhardt, Latife Hanım, Zehra, Rosella Galante, Halide Edip ve diğerlerini nasıl da inanılmaz, tarif edilemez bir duyarlılıkla ete kemiğe dönüştürdüğünü anımsıyorum tek tek. Oyunculuk yeteneğinin tüm nüanslarıyla Dilek Türker, sahnede yaşar kıldığı her kahramandı aslında. Onlarla bütünleşmiş, tek beden olmuştu.
Lorca’dan Brecht’e, Gorki’den Shakespeare’e dünya tiyatrosunun en önemli oyunlarında başroller oynadı. Düşler serpti sahneye ve kalplerimize…
Ödüller, alkışlar, yurt içi ve yurt dışı turneleri… Her başarının bir sonrakinin çekirdeğini oluşturması…
Ve “Türk’ün Ateş ile İmtihanı” oyunuyla bir kez daha aşılması zor bir yoruma imza atıyor Dilek Türker.
“Gece en karanlık ve ebedi göründüğü zaman gün ışığı en yakındır…”
Dilek Türker, Halide Edip rolünde benzersiz sahne karizmasıyla yine her harfin, her duygunun, her es’in hakkını veriyor ve bir defa daha “gerçek bir sanat olayı”na imza atarak, kim bilir kaçıncı kez tiyatro tarihine geçiyor.
Halide Edip, oyun boyunca sesini sesimize, hislerini hislerimize katıyor. Öyle bir an geliyor ki hayatlarımız hayatı oluyor. Yaratılan bu illüzyonun karşısında ürperiyoruz birden. Soluğumuz kesilir gibi oluyor ve aynı anda bir oyuncunun sanatını ‘bir başka üst boyut’a taşımasına tanıklık ediyoruz.
Yaşar kıldığı her rolde virtüozitesini yeniden ve farklı bir zirveye taşıyan, uçsuz bucaksız sahne hakimiyeti, edası, tavrı, yorumuyla, benzersiz bir sezgi ve duyarlılığa dayalı ölçülü, yalın, dengeli, ayrıntılı, varsıl oyunculuğuyla Dilek Türker’i anlatmak gerçekte ne kadar zor. Ya da benim haddim değil. Sözcüklerim, ne yaparsam yapayım, daha en baştan yetersiz kalmaya tutsak bu konuda, biliyorum.
Hep söylediğim gibi yeteneğini, oyunculuğunu sürekli olarak aşma çabasındaki bir ‘Dilek Türker gerçeği’yle karşı karşıyayız çünkü… Sanatında mükemmeli, daima en mükemmeli arayıp sunan Dilek Türker gerçeği ile…
“Yerli yazarların oyunlarını sahnelemeyi, seyirciyle buluşturmayı hep görev bildim. Çünkü Türk tiyatrosunun bizim yazarlarımızla var olması gerektiğine inanıyorum,” diyen bu safkan oyuncunun adı, yine Dilek Türker.
Başka ne söylenebilir ki zaten?
Dahası öyle bir ‘grande dame’ ki Aziz Nesin, Nezihe Araz, Ataol Behramoğlu, Rekin Teksoy oyunlar yazmışlar kendisi için. Sözcüklerini, harflerini, repliklerini adamışlar o güzeller güzeli, güzelliği sonsuza yazgılı kadına.
Lütfü Ay, “ Tiyatronun kutsal yaratığı ” olarak tanımlamış onu. Orhan Alkaya “İnsan şiddetinde bir depremdir sahnede.” demiş.
“Bernarda Alba’nın Evi”, “Rosa Lüksenburg”, “Beni Dünya Kadar Sev”, “ Ziyaretçi”, Eski Fotoğraflar”, “Kuvayi Milliye Kadınları”, “Haydi Öldürsene Canikom”, “Kurban”, “Keşanlı Ali Destanı”, “Merhaba Hayat”, “Zaman Adında Bir Kadın”, “Pir Sultan Abdal”, “Eski Fotoğraflar”, “Sevdican”, “Osmangiller”, “Othello”, “Ziyaretçi”, “Aslan Asker Swayk”, “Mutlu Ol Nazım”, “Türkan”, “Nakşidil Sultan”, “İstanbul’un Gözleri Mahmur”, “Mustafa Kemal ile Bin Gün- Latife” , “Aşk Kalıcıdır” ve ” Türk’ün Ateşle İmtihanı” oyunlarında da yine bambaşka bir Dilek Türker’i izlemenin mutluluğunu anlatmaya zaten gerek yok.
Bir defasında, hayatının tanımı olarak Oscar Wilde’in bir sözünü hatırlatmıştı:
“Uzun süren zevkli bir intihardır sanatçının yaşamı…”
Kendi ifadesiyle, zulada hep intihar vardı. Yedekte hep acılar, kan, ter ve gözyaşı. Bitmeyen bir mücadele… Hayır, perde asla kapanmayacaktı!
Dilek Türker’in oyunculuk virtüözitesiyle Halide Edip, bir kez daha hayatlarımıza dokunuyor, farkındayım.
Hakan Altıner’ın pürüzsüz roman uyarlaması ve eserin tüm nüanslarını aktaran incelikli rejisini ayrıca kutlamak istiyorum. Dahası Halide Edip Adıvar’ın romanı; oyunculuk, dekor, giysi, ışık, müzik ve rejiyle öyle güzel bütünleşmiş ve çapaksız bir uyum sağlamış ki…
Hakan Altıner kendi ifadesiyle, “Yönetmenlik hayatımın, en titizlendiğim, en heyecanlandığım, en sevdiğim çalışmalarından biri oldu bu eser ” diyor. O heyecanı, o özeni duyumsamamak olanaksız.
Tiyatro Ayna bir defa daha: “Biz tiyatroyu ve sanatı ‘bir söz söylemek’ için yapıyoruz.” mesajıyla kucaklıyor izleyicisini. Yine tek başına, yardımsız, desteksiz, eğilip bükülmeden.
Ve hemen belirtmeliyim ki Tayfun Yılmaz, M.Kemal’den İsmet İnönü’ye, Ferdi Bey’den Dr. Adnan’a ve Arslan Kaptan’a 16 farklı karakteri başarıyla canlandırıyor. Oyunun özgün müzikleri, Tuluyhan Uğurlu’nun “Mustafa Kemal/Güneşin Askerleri” adlı eserlerinden seçilmiş.
Türk’ün Ateşle İmtihanı’nın afişindeki resim, ressam Ertuğrul Ateş’in bir çalışması.
Oyunun yardımcı yönetmeni Damla Cercisoğlu, dekor tasarımı Cihan Aşar, kostüm tasarımı Nihal Kaplangı, ışık tasarımı Nejat Karaorman, fotoğraflar ise Melih Berk’e ait.
Nihal Kaplangı ve Cihan Aşar, her zaman olduğu gibi son derece etkileyici çalışmalarıyla esere çok şey katmışlar.
Tiyatro izlemenin keyfini, doyasıya yaşatan “Türk’ün Ateşle İmtihanı” için en son şunu söyleyebilirim:
Oyunculukları, rejisi ve her şeyiyle son derece özenle hazırlanmış, ticari ucuzluklara yer vermeyen, mutlaka izlenmesi gereken başarılı bir yapım.