Güncelleme Tarihi: 25 Eylül 2021
Dünya değişiyor ve hızla değişen dünyada yer almak için hem bilişsel hem çevresel anlamda adapte olabilmek adına taze kararlar almak zorunda kalıyoruz. Uzun süredir aşina olduğumuz sürdürülebilirlik kavramı da bu bağlamda hayatın her alanına giriş yapıyor ve aslında ortaya otuz yıl önce atılıyor.
İlk olarak 1987 yılında Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan Brundtland Raporu’nda ortaya çıkan sürdürülebilirlik kavramı; yaşamın, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını kısmayacak şekilde sürdürülmesi ve kaynakların gereğinden fazla kullanılmaması anlamına geliyor. Birleşmiş Milletler İnsan ve Çevre Konferansı’nda sürdürülebilirlik kavramı çevre ve ekonomik koşullar bağlamında da ele alınıyor ve sürdürülebilirlik kavramı 1987 yılından itibaren yapılan her oturuma baş müzakereci olarak katılıyor. Takip eden yıllar içerisinde Brezilya, Mısır hatta Türkiye’de konferanslar düzenleniyor ve sürdürülebilirlik hem ekonomik hem de toplumsal gelişmelerle beraber inceleniyor. Ancak ve maalesef ki ülkeler arası göç, cinsiyet eşitsizliği, ayrımcılıkla mücadele gibi problemler bu konferansların yetersizliğini ve işlevsizliğini ortaya koyuyor.
Nitekim raporların sunduğu veriler, özel sektörün hareketsizliğine de kılavuz olamıyor ve 2015-2030 yılları arası geçerli olacak Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, 2012 yılında Rio’da Binyıl Kalkınma Hedefleri başlığı altında sunuluyor. Tek maddeyle toparlayacak olursak; uzun süreli hedeflerin gerçekleşmesi özel sektörün farkındalığına ve faaliyetlerine bağlı olduğu açıkça ortaya çıkıyor.
Tutulmayan Vaatler, Sürdürülemeyen Raporlar
Fotoğraf: Daniel Funes Fuentes
Çoğunluğu gelişmiş ülkelerde uygulansa da neredeyse yıllardır sürdürülebilirlik kavramı ile ilgili stratejiler belirleniyor. Ancak sürdürülebilirlik bilinci şirketlerin değerleri arasında yer almadığı sürece hedefler ya tutmuyor ya da gerçekçilikten uzak kalıyor. Ucuz üretici arayışı, tedarikçilerin uzak mesafede yer alması, dağıtımcıların varlığı bile karbon emisyonları etkiliyor. Kaldı ki üretim genellikle Asya ülkelerinde gerçekleşiyor ve bu da tedarikçi kaynaklı hava yolu ulaşımını artırarak karbon salımı miktarını üst seviyelere çıkarıyor
Neyse ki dünyada olumlu örnekler de bulunuyor.
Mesela Bosch Power Tools, müşteriler tarafından kullanılan elektrikli aletlerini yeniden imalata alıyor. Önemli olan üretim aşaması derseniz; perakende devlerinden Adidas’ın Parley for the Oceans ile ortaklığı “Design for recycling ‘DFR’” (geri dönüşüme yönelik tasarım) modeli iyi bir örnek olacaktır. Parley tekstil ipliklerini plastik atıklardan üretiyor, Adidas ise bu iplikleri ürünlerinde kullanıyor. Rakibi Nike da keza Nike Grind programı ile “kullanılmış ayakkabılarını” saha ve halı altlığı gibi malzemelerde kullanılmak üzere geri dönüştürüyor.
Türkiye’de ise Anadolu Efes ofis içinde kağıt atıklar, plastik tüketiminde farkındalık yaratarak Yeşil Ofis unvanını ile sektöründe örnek teşkil ediyor.
Markaya sirayet eden sürdürülebilirlik bilinci, çalışanlar ve tüketicilerin talepleri doğrultusunda dönüşüyor. En çevreci ülke olarak bildiğimiz Norveç, ülkedeki plastik şişelerin %97’ye yakınını geri dönüştürüyor. Bunun için halkın da dahil olduğu bir atık otomatı ve depozito programı sistemi bulunuyor. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Norveç halkının duyarlı ve yaşadığı çevre ile ilgili olması. Norveç’te yaşayan her birey gelecek nesillerin aynı huzur ve refah içerisinde yaşaması gerektiğine inanıyor. Halk, kendi sağlığına ve kendinden sonraki neslin varlığına o kadar değer veriyor ki hiçbir kurum inşaat kamyonları geçebilsin diye istinat duvarı yıkmaya teşebbüs edemiyor.
Sürdürülebilirlik Bilinci Nerede Başlar?
Fotoğraf: Luis Tosta
Evde, okulda ya da yaşadığımız çevrede attığımız adımların etkisi, içinde bulunduğu dairenin yüzölçümü ile ölçülür. Meyveyi yıkadığımız suyu boşa harcamıyoruz, biriktiriyoruz. Banyo esnasında akıttığımız suyu nerede kullanabiliriz diye düşünüyoruz. Bunlar çok güzel hareketler. Lakin; aynı hassasiyeti ürününü satın aldığınız marka da tişörtleri üretirken düşünüyor mu? İplikler geri dönüştürülmüş maddeden mi yapılıyor? Tedarikçisi denizaşırı mı? Karbon salımı konusundaki önümüzdeki beş yıl hedefleri neler? Bünyesinde kaç kadın çalıştırıyor? Bu soruların önemi, ürünün fiyatından çok daha elzem hale gelmeli. Çamaşır makinenizin harcadığı su, aynı anda fabrikalarda ya da tarımda kullanılan su ile boy ölçüşemez.
Sürdürülebilirlik eylemi dünyayı kapsar ve adımları da aynı oranda büyük olmalıdır.
Farkındalık Faaliyeti Etkiler
Fotoğraf: Bradyn Trollip
Hedeflenen stratejilerin gerçekleşmemesinin en önemli sebebi, sürdürülebilirlik teması ile şirketlerin yeni yüzleşmesi ve bununla ilgili departmanlarının yeni kuruluyor olması. Henüz ülke olarak gerekli sağduyuya sahip olamasak da birey bilinci ile firmaların sürdürülebilirlik faaliyetlerini sektör bazında sorgulayabiliriz. Yabancı firmaların politikalarına bakarak yerli üreticilere aynı soruları yöneltebiliriz. Denizaşırı ülkelerin taşeronlarını değil de yerli üreticilerimizi destekleyebiliriz. Dolayısıyla kaynak ve yatırım anlamında üreticinin vereceği karar, tüketicinin eğiliminden geçecektir.
Greta Thunberg’in de ifade ettiği üzere; en büyük tehlike hareketsizlik değil, esas problem şirketlerin ve devletin sürdürülebilirlik konusunda adım atmamasıdır. Eğer tüketicilerin ve büyük ölçüde yatırımcıların çevresel, sosyal ve yönetim anlamında bakış açıları değişirse daha fazla şirket bu konuya önem verir. Hedeflenen sürdürülebilirlik raporları da inandırıcılık kazanır. Sürdürülebilirlik bireylerden şirketlere, şirketlerden şehirlere uzanır.
Kapak Fotoğrafı: 1science-in-hd