Tarihin En Büyük Aşkları

Aşk; bazen bir krallığı feda ettiren, bazen bir mektubun satır aralarına saklanan, bazen bir fırça darbesine, bazen de bir devrim hayaline sığan o büyük güç… Bazıları için ölümüne bir tutku, bazıları için sonsuz bir sadakat, bazıları içinse yıkımın ve yeniden doğuşun ta kendisi. Prens Edward bir kadını kraliyetten üstün tuttu, Hürrem Sultan aşkı ile bir devri şekillendirdi, Frida ve Diego hem acıyı hem sevgiyi tuvale sığdırdı, Nazım Piraye’ye yıllarca şiirler yazdı… Hepsi birbirinden farklı ama hepsi insanı içine çeken etkileyici bir aşk hikayesi. Kimileri sonuna kadar yaşadı, kimileri yarım kaldı ama hepsi tarihe bir iz bıraktı. İşte tarihin en büyük aşkları!

Kleopatra ve Marcus Antonius 

Fotoğraf: Cleopatra, 1963

“Herkesi boyunduruk altına alma gücüne sahip” derler Mısır Kraliçesi Kleopatra için. Roma İmparatoru Julius Caesar ile ilişkisinden tutun Marcus Antonius ile yaşadığı aşka kadar, tarihin seyrini değiştiren konumuna bakılırsa bu gerçekten doğru olmalı. Arabulucu olarak Mısır’a gelen Caesar’den çocuk sahibi olan Kleopatra, M.Ö. 30’lu yıllarda tarihin en büyük aşkları arasında saydığımız bir aşk hikayesinin baş kahramanı.

Julius Caesar’in ölümüyle ikiye bölünen Roma İmparatorluğu’nun Doğu kolunu yöneten Marcus Antonius, Mısır Kraliçesi Kleopatra ile tanışınca hayatı tam anlamıyla değişiyor. Güçlü bir imparator olmak mı, yoksa aşkı için ölümü göze almak mı? Karısından ayrılıp Kleopatra’nın peşine düşünen Antonius, Roma orduları tarafından kovalanıyor ama ne olursa olsun Kleopatra’dan vazgeçmiyor. 

En sonunda çift Mısır’a kaçıyor. Octavianus’un kuvvetleri tarafından İskenderiye Muharebesi’nde de yenilince Marcus Antonius onun ardından da Kleopatra intihar ediyor… Trajik sonla biten, tarihin en büyük aşkları arasındaki bu örnek, gerçek anlamda “ölene kadar birlikteyiz” aşklarından. 

VIII. Henry ve Anne Boleyn

Görsel: First meeting of Henry VIII and Anne Boleyn, by Daniel Maclise, 1835.

Kitaplara, filmlere konu olmuş bir gerçek aşk hikayesini kim sevmez değil mi? İngiltere tarihinin en sansasyonel ilişkilerinden biri VIII. Henry ve Anne Boleyn aşkı, tarihin en büyük aşkları arasında yer alıyor. 

Aragonlu Catherine ile evliyken, “aşkın okuyla vurulduğunu” söyleyerek genç nedime Anne Boleyn’e aşık olan VIII. Henry, aşkının peşine mi düştü, yoksa hanedanlığı için “erkek evlat” peşine mi bilemeyiz fakat sonuçlar tarihte ciddi bir yere sahip.

Katolik kurallara göre Catherine’den boşanması imkansız olan Tudor Kralı, bu evliliğin sonlanması için papalık ile anlaşmaya çalışıyor. Henry’nin çabaları sonuç vermeyince papaya olan bağlılığını reddedip İngiltere Kilisesi’ni kuruyor! Gel gelelim, Anne’nin erkek evlat yerine kız çocuk doğurması işleri değiştiriyor… 

Kimi kaynaklar diyor ki Anne Boleyn ile bir müzisyen aşk yaşıyor ve zina suçundan Anne Boleyn idama mahkum ediliyor. Kimi kaynaklara göre ise bu durum VIII. Henry’nin Anne Boleyn’den boşanmak için ortaya attığı bir iftira. Gerçekleri tam olarak bilemiyor olsak da, bu aşk Anglikan kilisesinin temelini atarak dünyanın seyrini değiştiren, tarihin en büyük aşkları arasında yerini alıyor.  

Prens Edward ve Wallis Simpson

İngiltere tarihinde aşkı için kraliyet unvanından vazgeçen ilk prens, Prens Harry sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Yıllar yıllar öncesine gidelim ve İngiltere tarihinin en büyük aşkları arasındaki bir diğer örneğe bakalım: Prens Edward ve Wallis Simpson aşkı! 

Kraliyet ailelerinde boşanmış bir kadınla evlilik imkansız eğer tahttan feragat etmiyorsanız… 1930’larda boşanmış bir kadınla gizli saklı ilişkisi başlayan Prens Edward bir zaman sonra Wallis Simpson’a “köle gibi bağlı” olduğunun farkına varıyor. “Sevdiğim kadının desteği olmaksızın ağır bir sorumluluk yükünü taşımayı ve kral olarak görevimi yerine getirmeyi olanaksız bulduğuma inanmanızı isterim. Bu nedenle tahttan feragat ediyorum’’ diyerek kraliyetten ayrılan Edward, Wallis ile evleniyor!

Evliliklerinin ardından İngiltere’den ayrılan, Fransa ve İspanya’da yaşayan çift beraber mutlu bir aşk hikayesi yaşıyor. Ve bir güzel haber daha; tam tamına otuz yıl sonra kraliyet ailesinin diğer üyelerinin katıldığı bir resmi törene davet ediliyorlar. Darısı Harry ve Meghan Markle’ın başına! 

Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan

Görsel: Roxelane and the Sultan, Anton Hickel, 1780

Ey aşk sen neler yaptırıyorsun dediğimiz bir örnek de Osmanlı’dan gelsin. Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan aşkı, Osmanlı topraklarındaki tarihin en büyük aşkları arasında ilk sırada. 

Bildiğimiz gibi Osmanlı Devleti’nde tüm her şey, haremdeki cariyeler de dahil olmak üzere sultanın malı sayılıyor. Padişahlar ve cariyeler arasında da resmi bir karı koca statüsü bulunmuyor; ta ki Hürrem’e kadar. Zaten ilk görüşte başlayan bu aşkı tarihe yazdıran da Hürrem’in Sultan Süleyman’a koyduğu evlilik şartı!

Hürrem Sultan, Osmanlı Devleti’nde ilk kez resmi olarak evlenen kadın olduğu gibi, sarayın onlarca yıllık bir başka geleneğini daha yıkıyor. Şehzadeler o güne dek sancağa anneleriyle birlikte giderken, Hürrem Sultan’dan bir gün dahi ayrılmak istemeyen Sultan Süleyman, şehzadeleri annesiz yolluyor sancağa! 

Hürrem, Osmanlı Devleti’nde birçok ilke imza atan entrikacı biri olarak birçok dedikoduya sebebiyet veriyor olsa da hepimizin bildiği bir gerçek var, 38 yıllık beraberliğin gücü! Hürrem Sultan ve Sultan Süleyman’ı ayıran ise 1558’de Hürrem’in hastalık sonucu hayatını kaybetmesi. Geriye ise Sultan Süleyman’ın aşkına yazdığı mektuplar kalıyor…

Yusuf Kamil ve Prenses Zeynep

Pek çok kişinin ismini bildiği ama hikayesini bilmediği bir aşk hikayesi ile devam edelim: Yusuf Kamil ve Prenses Zeynep aşkı. 

Bu aşk, tarihin en büyük aşkları arasında yer almayı hak eden bir hikayeye sahip. Küçük yaşta yetim kalan fakir oğlan Yusuf Kamil, yirmi bir yaşında Divan-ı Hümayun’da katip olup Mısır’a atanıyor ve hikaye burada başlıyor.

Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kızı Zeynep, Kahire’de yoksullara yardım eden, alçak gönüllü biri. Mısır’a atanan Kamil ise kısa sürede Mehmet Ali Paşa’nın evladı gibi sevdiği birine dönüşmeyi başarmış, hırslı bir genç. Günün birinde Yusuf Kamil ve Zeynep birbirine aşık olup evleniyor fakat sarayda herkes şaşkın çünkü Kamil halktan biri olarak Prenses Zeynep’e yakıştırılmıyor. 

1845 senesinde Sultan Abdülmecid’in kızı Adile Sultan’ın evliliği için Mehmet Ali Paşa’dan hediyeleri sunmaya İstanbul’a gelen Kamil, bir zaman sonra Adile Sultan ile yakınlaşıyor. Sultan Abdülmecid, Kamil’i apar topar Mısır’a geri gönderiyor ve zaten istenmeyen Kamil bu defa daha büyük bir “nefret” kitlesi ile karşı karşıya kalınca Asvan’a sürgüne gönderiliyor. Kurtulması için tek şart var Prenses Zeynep’ten boşanması!

Prenses Zeynep, Kamil’e bir terlik arasında “Hastasın, zindana girme..Seni ömrümün sonuna kadar bekleyeceğim.” yazılı gizli bir aşk mektubu gönderiyor. Bunun üzerine Kamil boşanmayı kabul edip İstanbul’a dönüyor ve bir süre sonra Zeynep ile burada kavuşuyor. İkinci kez nikahlanan çift, İstanbul’da mutlu bir hayat sürmeye başlıyorlar.

Zeynep ve Kamil’in çocukları olmuyor ve bu koca yürekli insanlar birçok yetim çocuğa anne baba oluyorlar ve Üsküdar’da bir arsa alarak 100 yataklı ücretsiz bir hastane kuruyorlar. 1882’den beri kadın ve çocuk hastalıkları üzerine hizmet veren hastane, hepimizin bildiği Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi.

Frida Kahlo ve Diego Rivera

“Seni sevmeye başladığım o günden beri acı çeken bir yüreğim var.”
Frida Kahlo

Sanat tarihinin en bilindik aşklarından Frida-Diego aşkı, tarihin en büyük aşkları arasında. Kariyer tavsiyesi için ünlü duvar ressamı Rivera’nın stüdyosunu ziyarete giden Frida Kahlo, kendinden 21 yaş büyük ressama deli divane aşık oluyor. 

Hiç kimse bu ilişkiyi desteklemiyor olsa da 1929’da evlenen çift, dillere destan bir aşk hayatına sahip oluyor demek isterdik ama pek de öyle olmuyor… Acı üstüne acı barındıran bu aşk hikayesi, Frida’yı “Frida Kahlo” yapıyor.

Narin bir güvercin düşünün ve dev bir fil… Haliyle bu güvercin gün gelir filin altında ezilir. Bilinene göre Diego Rivera ilişkileri boyunca Frida’yı aldatıyor fakat Frida bu aşktan vazgeçmek istemiyor. Ta ki günün birinde eşi ve kız kardeşini aynı yatakta basıncaya dek! “Hayatımda iki büyük kaza geçirdim Diego! Biri otobüs, biri sen. En kötüsü sendin” diyerek on yıllık evliliğini bitiren sanatçı, yıllardan sonra Diego’suz bir yaşama yaşam demeyerek onunla tekrar evleniyor. 

Güvercin ve filin aşkı Frida’nın ölümüyle sona eriyor; geriye ise Frida’nın bu aşk için ölümsüz sözleri kalıyor: Senin çirkin olduğunu söyleyen annemden nefret ettim. Sana benim gibi bakamayan herkesten. Senin güzelliğini görememelerini anlayamadım hiç… Ama sevgilim, bir daha gelseydim dünyaya yine seni severdim… Canlı canlı çürüyeceğimi bilerek!

John Lennon ve Yoko Ono

Tarihin en büyük aşkları arasında gördüğümüz John Lennon ve Yoko Ono’nun aşkı  ile devam edelim tarihin büyük aşkları listemize… 

İlk tanıştıklarında her ikisi de evliydi fakat arada derin bir tutku vardı belli ki… Mutsuz evliliğini bitiren Yoko Ono’nun ardından, Ono’suz yapamayacağını anlayarak John Lennon da eşinden ayrılıyor. Gel gelelim Yoko Ono bir ilişkiye hazır olmadığını söyleyerek yaklaşık 18 ay kadar John Lennon’ı peşinden koşturuyor. The Beatles hayranlarının Yoko Ono’ya “Şeytan Kadın” dediği kadar da var elbet çünkü dünyanın en ünlü dört adamının arasına “kadın krizi” giriyor onun yüzünden. 

1969’da evlenen çift her yerde beraber olup hiç ayrılmıyorlar ama onlardaki bağlılık müzik grubundan ne yazık ki olamıyor ve bir yıl sonra The Beatles dağılıyor… John Lennon “Tek ihtiyacımız olan aşk” diye düşünüyor olsa gerek hayatı boyunca bulamadığı aidiyeti Yoko Ono’da buluyor ve başka hiçbir şeyi önemsemiyor. 

Beraber barış ve özgürlük uğruna dünyaları dolaşan çift, beraber birçok projeye imza atıyor. The Beatles’ı dağıtan bu ilişki, on senenin sonunda John Lennon’ın bir The Beatles hayranı tarafından öldürülmesiyle son buluyor. 

Yoko, hayat arkadaşı John Lennon’ın anısını yaşatmak için dünyanın dört bir yanında eserler üretiyor. Japonya’da John Lennon Müzesi, İzlanda’da Imagine Peace Kulesi ve New York’taki Central Park’ta Strawberry Fields Anıtı bugün Yoko’nun Lennon’a sevgisini görebileceğimiz noktalar.

Aliye Berger ve Karl Berger

“Aşkla yaşadım. Ölümler bile öldüremedi bendeki aşkı.”

Aliye Berger

Size daha önce Şakir Paşa Ailesi’nin Alyoşa’sı Aliye Berger’den bahsettik; sanatçının hayatındaki mihenk taşı, büyük aşkı Karl Berger’den de. Alyoşa’nın Karl Berger’e aşkı olmasaydı, onu bu derece tutku ile sevmeseydi belki gravür sanatı hayatına girmeyecekti. Sanat alanında tarihin en büyük aşkları arasında gördüğümüz Alyoşa ve Karl Berger aşk hikayesi, döneminin en sansasyonel ilişkilerinden. 

Aliye Berger 21 yaşındayken, 30’larındaki Karl Berger’den keman dersleri almaya başlıyor ve Alyoşa’nın “Bize müzik dersi vermek için gelirdi. Birinci görüşümde değilse, ikinci görüşümde vuruldum ona. Yıldırım çarpmışa döndüm” diye bahsettiği Karl Berger tutkusu başlıyor. Karl genç öğrencileri ile yaşadığı kısa dönemli ilişkileriyle bilinen biri olduğu için Şakir Paşa Ailesi bu ilişkiye karşı çıkıyor, fakat Aliye “Berger benimle evlenecek!” diyecek kadar bağlı bu aşka.

Aliye Berger’in ısrarı ancak yıllar yıllar sonra gerçeğe dönüşüyor, çünkü ilişkilerinin başında Karl başkasıyla bir ilişkiye başlayarak Alyoşa’dan uzaklaşıyor. Aliye durumu fark edince Karl Berger’in nerede-kiminle yaşadığını öğrenip silahla kapıya dayanıyor; kapıyı açan ilk kişiye silah çekip yaralıyor. 35 gün hapis cezasına çarptırılan Alyoşa, Şakir Paşa Ailesi’nin ismi sayesinde cezadan yırtıp serbest kalıyor. Siz bu durumdan ne anlarsınız bilemiyoruz; Karl’a olan sevgisinin bir kanıtı mı, yoksa Karl’ın gözünü korkutup “Ya benimsin ya da bak, sonun bu” demek mi?

Alyoşa-Karl ilişkisinin resmileşmesi ve Alyoşa’nın yıllar önce istediği gibi “Karl’ın Aliye ile evlenmesi”, tam 23 yıl sonunda gerçekleşiyor. Evlilikten 6-7 ay sonra Karl Berger 1947 senesinde Ada iskelesine giderken kalp krizi geçirip Alyoşa’nın kollarında can veriyor. 

Füreya “Berger’in ölümü iki kişilikti.” olarak bahsediyor Alyoşa’nın Ada’daki çamlar arasında ağlayarak dolaşan yaşayan bir ölüye dönüşümünü izlediği için… Cenaze hazırlıkları yaparken kocasının ölümünü kabullenmeyen Aliye kendini kuyuya atarak intihara dahi kalkışıyor; Füreya güç bela tutup yakalıyor onu. 

Biliyoruz ki, Aliye Berger yirmi üç yıllık büyük aşkından ayrıldıktan sonra gravür sanatına başlıyor ve adını bu alanda sanat tarihine yazıyor. 

Franz Kafka ve Milena Jesenská

“Mektup yazmak, hayaletlerin önünde soyunmak demektir, ki onlar da aç kurtlar gibi bunu bekler zaten. Yazıya dökülen öpücükler yerlerine ulaşmaz, hayaletler yolda içip bitirir onları.”

Franz Kafka

Bir araya gelmediğiniz birisiyle iki sene boyunca “mesajlaşarak” aşk yaşadığınızı hayal edebilir misiniz? Evet, günümüz şartlarında istediğimiz dakika iletişim kurmak mümkünken dahi imkansız bir aşk gibi duruyor. O halde günlerce mektup beklenen 1919 yılına gidelim: Tarihin en büyük aşkları arasında yer almayı hak eden Franz Kafka ve Milena’nın aşk hikayesi!

1919 sonbaharında tanıştıklarında Kafka nişanlı, Milena evli… Franz Kafka’nın eserlerini Çek diline çeviren Milena Jesenská ve yazarın iletişimi ilk olarak bu çeviriler ve edebiyat üzerine olsa da, bir zaman sonra bu mektuplaşmalar başka bir boyuta dönüşüyor. Hayatları boyunca birbirini yüz yüze yalnızca iki kez görebilen ikilinin son buluşması ise Milena’nın Franz Kafka’nın mezarı başına gelmesiyle oluyor. Yalnızca mektuplarda yaşanan bu aşk, tarihin en büyük aşkları arasında en unutulmaz olanlardan.

Nazım Hikmet ve Piraye

“Senin yanında her zaman dünyanın en bahtiyar kadını idim, öyle de kalacağım. Kocasından, on sene sonra, atıldığı hapiste hâlâ aşk mektupları alan kadının bahtiyar olmaması için ancak deli olması lazım. Sen en güzel senelerini bana verdin, en güzel aşk şiirlerini bana yazdın, en kuvvetli yazılarını benim yanımda yazdın, bütün eserlerinde benden bir parça var.”

Piraye

Lena, Vera, Münevver, Piraye… Bunlardan biri var ki, Kafka ve Milena aşkına benzer yönüyle tarihin en büyük aşkları arasında. Kız kardeşinin yakın arkadaşı Piraye Hanım’la 1930’da tanışıp aşık olan Nazım, her ne kadar ciddi bir ilişki istemiyorsa da, o dönem iki çocuklu ve evli olan alev saçlı kadın Piraye’ye iyi ve dingin bir hayat vaadi veriyor.

Piraye boşanıyor, 1932 senesinde evlenme kararı alıyor Nazım ve Piraye fakat “Gece Gelen Telgraf” kitabı için toplatma kararı çıkınca Nazım tutuklanıyor ve bir buçuk yıl hapis yatıyor. Hapishane sürecinde mektuplaşmaya başlayan çift, Nazım 1935’te hapisten çıkınca evleniyor. Gel gelelim yaklaşık 16 senelik birlikteliğin yalnızca üç senesi bir arada geçiyor; çünkü Nazım komünizm propagandası yaptığı için 15 yıllık bir hapis cezasına daha çarptırılıyor. 

Hapishane sürecinde devam eden aşk hikayesi yıllarca aşk ve özlem dolu mektuplaşmalarla sürüyor; bu aşk kitaplara, şiirlere sığmıyor derken bir noktada hop diye işler değişiyor! Nazım, kendini cezaevinde görmeye gelen dayısının kızı Münevver’e aşık oluyor ve Nazım’ın dönüşünü bekleyen Piraye hayat arkadaşı tarafından terk ediliyor. Çift 1951’de boşanıyor. 

Nazım Hikmet kendine af çıkacağını ve Münevver ile evleneceğini hayal ederken, bunlar bir hayal olarak kalıyor; Nazım çıkamıyor, Münevver eşinden boşanmaktan vazgeçiyor. Birçok pişman olan erkek gibi kürkçü dükkanına dönmeye çalışan Nazım “Piraye, gel sana muhtacım” dese de, onlarca mektubuna karşılık bulamıyor. 

Piraye ile bir araya gelemeyeceğini anlayan Nazım, açlık grevine başlıyor ve sağlık durumu gittikçe kötüleşiyor. Hastanede olduğu için kendine af çıkacağını umarak Piraye olmadı, şansımı Münevver’den deneyim diyen Nazım’ı kötü bir sürpriz bekliyor. Piraye, Nazım için hastaneye geldiğinde içerde Münevver’i görüp hemen hastaneyi terk ediyor.

Nazım’ın kızıl saçlı güzeli Piraye’yi görüşünün son günü oluyor o gün. Sonra ne oluyor derseniz, Nazım Münevver ile evlenmeyi başarıyor ve dünyaya gelen çocuklarına Piraye’nin oğlu Mehmet’in ismini veriliyor. 

Peki, burada “büyük aşk” nerede derseniz; Piraye’nin Nazım’a olan, yıllarca süren sadakati tarihin en büyük aşkları arasına girmeyi hak ediyor… 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir