Bir adayı ada yapan şey, kendini keşfettirme arzusuyla var olmuş olmasıdır. Buna gizem deriz. Belki daha sonra dört tarafının sularla çevrili olması gerektiği de sayılabilir. Fakat bu öyle zannedildiği kadar önemli değildir. Hilal Polat’ın Mixer’de sergilenen ve sanatçının ikinci kişisel sergisi olan Ehven-i Şer ile karşılaştığımızda dudakları deniz tuzuyla çatlamış bir miço gibi heyecanlanıyoruz. Burası bir ada ve hazine mutlaka burada olmalıdır. Nitekim bu her zaman böyledir.
Belki de her şeyden önce Mixer’in küratöryel başarısını övmek gerekiyor. Çünkü daha önceki sergilerde de gördüğümüz gibi tabiri caizse dar alanda ustaca yapılan kısa paslaşmalar galerinin iltifata mazhar kabiliyetlerinden birisi. Ehven-i Şer seçkisinde de sanatçının bütün eserlerini bir ada formunda bir arada, adeta tek bir enstalasyonla karşılaşmış gibi deneyimliyoruz. Madem ki bir ada keşfedilmeyi arzular… O zaman gelin, ona istediğini verelim.
Adanın Kalbine Yolculuk
Hilal Polat, görünürde bizlere mitolojik figürler, kültist ve pagan sahneler sunuyor. Fakat bu sadece hemencecik dağılacak olan bir ilk intiba mahiyetinde. Çünkü ortada etnolojik bir nesnellik yok. Bilakis her şey yalnızca sanatçının zihninden taşan imgelemlerden ibaret. Hatta her şey öylesine öznel ki sanatçının tikel bireyliği de eserler ile beraber sergilenir bir hale geliyor. Bu tikel bireyliğe bir ruh gibi adanın dört bir yanında rastlayacağız ve bize rehberlik edecek.
Henüz, hiçbir zaman ayak basamayacağımızdan bihaber sadece adaya yaklaşıyoruz. Aklımıza Arnold Böcklin’in ada varyasyonları geliyor. Bu benzer durgunluk hissi içerisinde; tıpkı Die Toteninsel’e bakarken kapı çalsa olacağı gibi, biri omzumuza dokunacak olsa irkiliriz. Biraz daha yaklaştığımızda 2022 yazında Bursa’da gerçekleşen Yukarı Bak, Sınırlı Coğrafyanın Yıldızlı Ufukları başlıklı grup sergisinde gösterilen sanatçı Canan’ın Efsunlu Dünya Hayal Değil, Üstündeyiz isimli sergisini anımsıyorum. Üslubun örtüştüğünü iddia edemesem de anlatıdaki büyülü tavrın bu çağrışımı mümkün kıldığını söyleyebilirim.
Artık adanın etrafında dönebilecek kadar ona yakınız. Gördüğümüz şeylerin taşlar mı yoksa insanlar mı olduğu hakkında haftalık yevmiyemiz üzerine bahse giremeyeceğimiz kadar yakın… Artık yalnızca biz adaya değil, ada da bize bakıyor.
Uçuşan yaratıklar, sihirli gösteriler, desenler, işlemeler, anlatılar… Aralarından, adanın bir oyuğunda duran kadın başlı bir baykuş ilişiyor gözüme. Bu, aklıma manidar bir şekilde pek çok sahnesi yine bir adada çekilen Reha Erdem’in A Ay filmindeki çocuk başlı martıyı getiriyor. İstemsizce yüzlerce yıl ateş başında değiştirilerek anlatılacak hikayeler uydurmak istiyorum. Derken bir şüphe düşüyor içime… Bir yere doğru baktığımız aşikar, fakat gerçekten görüyor muyuz? Gerçekten görüyorsak gördüğümüz şeylerin gerçekliğinden emin miyiz? Yoksa yalnızca biz baktığımız için mi oradalar? İşte bu şüphe adanın kalbi…
İsmet Özel Ils Sont Eux şiirinde, bir adamın dibe ulaştığında dibe dalmak için beline bağladığı sandığı keşfettiğinden bahseder. Adanın kalbindeki sandığı açtığımızda bu sefer yakutlar, altınlar, pırlantalar bulmuyoruz. Bilakis sandık bomboş… Sandığı dolduran şey de bu boşluk; kendi sesimizin akisleri… Sandığı bulduğumuzda kendi sesimizi, bizi sandığa getiren gözlerimizi keşfediyoruz. Bunca zaman gördüğümüzü zannettiğimiz şey, adanın ruhu tarafından bize gösterilen miymiş? Biz mi Hilal Polat’ın Ehven-i Şer’ine bakmışız, yoksa o mu bize bakmış?
Kapak Fotoğrafı: Erkan Çankaya, Ehven-i Şer