Karbon salımı büyük oranda küresel ısıtmanın başat sebebi olarak karşımıza çıkıyor. Bu da doğrudan iklim değişikliği ve biyoçeşitliliğin azalması gibi sorunlara neden oluyor. Tüm bunlardan elimize geçen tek şey ise koskoca bir ekolojik kriz…
Peki karbon salımını azaltmak için neler yapabiliriz? Örneğin ulaşım tercihlerinizi gözden geçirebilirsiniz. Daha fazla mesafeyi yürümeyi göze alabilir ya da bisiklet gibi çevre dostu yöntemler tercih edebilirsiniz. Enerji kullanımı meselesinde de atılacak pek çok adım var. Mesela yettiğinden fazla elektronik alet kullanmaktan kaçınabilirsiniz. Enerji verimliliği yüksek buzdolapları kullanabilir, bu dolapların içini doldururken de yerli gıda tercih edebilirsiniz.
Tüm bu bireysel adımları sayfalarca uzatabiliriz. Asla küçümsenebilecek şeyler de değillerdir. Hayatını idame ettirirken çevreyi gözeten tek kişi siz bile olsanız, hiç değilse düşünce dünyanızla eylemleriniz örtüşmüş olur. Fakat emin olun ki bu, daha iyi bir insan olma serüveninde yalnız değilsiniz. Gün geçtikçe pek çok birey ekolojik krizin geldiği boyutların farkına varıyor ve yeni çevreci alışkanlıklar ediniyor.
Evet, gezegeni kurtardığımıza göre şimdi rahatça uyuyabilir miyiz?
Hayır.
Bugüne kadar pek çok bireysel adım attık. Yıllardır süren kampanyalar ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları ile oldukça yaygın bir farkındalık zemini yaratmış olduk. Hep beraber pek çok şey öğrendik, öğrettik, araştırdık, yazdık, çizdik, tartıştık ve yeni pratikler edindik. Bütün canlılar için daha adil ve sürdürülebilir bir düzen fikri bizleri bir araya getirdi ve sadece güzel hayaller kurmakla kalmayıp gezegenin dört bir yanında, evlerimizde, işyerlerimizde ve sokaklarda pek çok davranışta bulunduk.
Oluşan bu büyük kamuoyu sayesinde şirketler, sermaye sahipleri, küresel örgütler ve hükümetler çeşitli adımlar atmak, hiç değilse atıyormuş gibi gözükmek zorunda kaldılar. Pek çok hedefler ortaya koyuldu ve taahhütler verildi. Şirketler organizasyonlarını ve üretim biçimlerini yeniden düşünmek zorunda kaldılar. Hükümetlerce yeni yasalar ve yönergeler düzenlendi. Peki ya kandırılıyorsak?
Bu yazının temel gayesi bu ihtimal üzerine düşünmektir.
-mış gibi olanları görmek…
Sürdürülebilir Kalkınma Aldatmacası
Fotoğraf: Karolina Grabowska
Sürdürülebilir kalkınma kavramı hepimizin malumu olduğu üzere, Birleşmiş Milletler’in 1987 yılında yayınladığı ‘’Ortak Geleceğimiz’’ raporunda yer aldıktan sonra hayatımızda rol sahibi olmaya başlamış bir kavramdır. Bu kavram bu raporda ve bundan sonra neredeyse her zaman aşağı yukarı ‘’Bugünün ihtiyaçlarının, gelecek kuşakların da kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün verilmeden karşılanması.’’ olarak tanımlanmıştır. Aslında buradaki söylemin diline dikkat ettiğimizde, sürdürülebilir kalkınmanın ekolojiyi öncelemediğini rahatlıkla görebiliriz. Ekolojik sürdürülebilirlik, kalkınmanın önündeki potansiyel bir tehdit olarak ele alınır. Yani yine aslolan iktisadi kalkınmadır.
Bu noktada ‘’Ne var ki bunda? Kalkınma dediğimiz, yabana atılır şey midir?’’ diye düşünebilirsiniz. Haksız da sayılmazsınız. Fakat asıl sorulması gereken soru şu;
Hangi Kalkınma?
Fotoğraf: Markus Distelrath
Sürdürülebilir kalkınma dediğimiz nosyon, kapitalist üretim biçimleri ile ters düşmez. Sadece öyleymiş gibi gözükür. Kapitalist üretim biçimleri ise eninde sonunda sermaye birikimi için tertip edilmişlerdir. Oysa bilinmelidir ki; sermaye birikimini önceleyen, salt kâr odaklı ve sürekli daha fazla tüketmeyi teşvik eden iktisadi ilişkiler değişmeden ekolojik krizle mücadele edebilmek imkansızdır. Bunu, toksik bir ikili ilişkinin çözümünü o ilişkinin vadettiği dinamikler içinde aramaya benzetebiliriz.
Kapitalizmde rekabet baskısı sürekli olarak kendini hissettirdiği için sermaye birikimini sürdürmek sürekli büyümeyi gerektirir. Yani kapitalist pazar ekonomisi, doğası gereği genişlemek zorundadır. Aksi halde çöker. Haliyle kapitalist düzen çevreyi önceleyen atılımları, kârlılık ile çeliştiği noktada tercih etmeyecektir. Doğal olarak ‘’çevreci’’ ve ‘’doğa dostu’’ gibi söylemler yalnızca pazarda karşılık bulduğu, çevre hassasiyetleri yüksek tüketiciyi satın almaya teşvik ettiği ve elbette sermaye birikimine olanak sağladığı sürece geçerli olacaktır. Bu bağlamda sürdürülebilir kalkınma, onunla örtüşmeyen çevreciliği marjinalize eden neoliberalizmin çok geniş bir greenwashing (yeşil aklama) projesi olarak görülebilir. Nitekim artık çevrecilik dediğimiz mefhum kapitalizmin gerekliliklerine uydurulmuş ve onunla ahenkli bir ürün haline getirilmiştir.
Elden Ne Gelir?
Gelişmiş ülkelerdeki insanların tüketim davranışlarının kökten değişmesini öngörmeyen, daha fazlasına sahip olmak istemenin insanın doğası/kaderi olduğu safsatasını sürekli yeniden üreten kapitalizmin ‘’prezentabl’’ hali olan sürdürülebilir kalkınma fikri, bizlere sadece şöyle der;
‘’Tüketmeye devam edebilirsiniz, vicdanınız rahat olsun. Doğayı yağmalamaya devam ediyoruz. Ama bakın, sizin için bir fidan diktik! Şimdi bunu markamızı etiketleyerek sosyal medya hesabınızda paylaşabilirsiniz.’’
Doğa sömürüsü ve kıt kaynakların tüketimi göz önünde bulundurulduğunda sıfır büyüme noktasının da gezegenin yaralarını sarmayacağı ortada. Hal böyleyken ‘’küçülme’’ fikri kaçınılmaz gözüküyor. İlk bakışta olumsuz bir kelime gibi gözükse de dünyayı bütün canlılık için çok daha yaşanılabilir kılacağını düşünüyorum. Küçülme fikrinin farklı yaklaşımlarına önümüzdeki süreçte kaleme alacağım ilintili yazılarla eğilmeyi planlıyorum. Belki bu sayede zihin duvarlarımızı genişletip bizlere kader diye belletilen adaletsizliğe karşı çıkabiliriz.
Kapak Fotoğrafı: cottonbro