Daha önce “Küçülüyoruz” başlıklı yazıyla motivasyonuna değindiğim küçülme fikrini, bugün biraz daha açmaya gayret edeceğim. Fakat başlamadan önce “değişmez” diye öğretilmiş fikirleri başka değişmezlerle değiştirmek hevesinde olmadığımı söylemek isterim. Bu okumalardaki yegane maksadımız, bir fikre kanalize olmak değil, zihin ufkumuzu genişletmek ve yeni perspektifler kazanmaktır. Bu sayede hiçbir şeye mahkum olmadığımızı ve her şeyin yeniden organize edilebilir olduğunu keşfedebilir, ekolojik krizin karşısında umudumuzu diri tutabiliriz.
Küçülme Nedir?
Fotoğraf: Ricardo Ortiz
Yolculuğumuza küçülme fikrinin yapısal özelliklerine ve sergilediği tavırlara bakarak başlayabiliriz.
Küçülme; vahşi üretim biçimlerinin sebep olduğu gelir adaletsizliği, insani olmayan çalışma koşulları, çevre kirliliği ve karbon salımı gibi sosyal ve çevresel yan etkileri minimize etmek için ortaya çıkmış bir fikirdir. Çözüm olarak da maddi üretimi azaltarak düzeni daha sürdürülebilir bir denge noktasına çekmeyi önerir.
Bu tanımdan hareketle küçülmenin bir tez değil, sürekli büyüme fikrine yöneltilmiş bir antitez olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Aslında insanın tabiatı düşünüldüğünde kökeni insanlık tarihinin çok daha eski dönemlerine kadar götürülebilecek olan küçülme fikrinin, bu meseleyi bir meşruiyet tartışmasına dönüştürmemek adına 20. yüzyılın ikinci yarısında doğduğunu söylemekle yetinebiliriz.
“Böyle Gelmiş Böyle Gidercilik”
Bu meşruiyet meselesini biraz açmakta fayda görüyorum. Çünkü yazının başında değindiğim “değişmezlik” öğretisi tam olarak böyle başlıyor.
Tarih ile ilgilenenlerimiz bilirler. Doğu’da ve Batı’da hükümdarlar, iktidarlarını meşru kılmak adına soylu olduklarını göstermek için bir şecere tertip ederler. Hatta bu evlilikler yapılırken de bu şecerenin bozulmaması esas alınır. Bu uğurda çeşitli hikayeler yaratmaktan da çekinilmez.
Örneğin; Moğol tarihine göre Cengiz Han’ın ataları Gök Yeleli Kurt ile Boz Geyik’tir. Hatta bugün bile iktidara talip olan siyasetçilerin pek çoğu kendilerini daha önce yaşamış ve rüştünü ispatlamış siyasetçilerin devamı olarak lanse ederler. Tüm bunlarla yapılmak istenen tarihlerini ve doğal iktidar haklarını kadimleştirerek meşru ve tartışılmaz olmaktır.
Kapitalizm de kendini tartışılmaz kılmak için tüketmenin insan doğasının bir parçası olduğu ve insan tabiatının sürekli büyümeyi arzuladığı safsatalarını var eder. Hatta insan ırkına yönelik “Homo Economicus” gibi oldukça tartışmalı tanımlar getirerek bir tür dayanak noktası ve “doğallık” kazanmaya çalışır.
Buna karşın küçülme fikri hareket noktasını doğal bir sürecin tartışılmaz sonucuna değil, sürekli büyüme fikrinin kusurlarına konumlandırır.
Fotoğraf: Yury Kim
Küçülme fikir dünyasının kendine has kümülatif bir yapısı vardır. Yani tek ve yekpare bir fikrin çevresini kuşatmaktan çok, pek çok farklı disiplinden pek çok farklı fikrin eklenmesi ile oluşur ve ilerler. Bu yapısı da küçülmeyi, fraksiyonlara bölünmeye elverişli bir hale getirir. Fakat küçülme fikrinin teorik olarak temelinde Nicholas Georgescu-Roegen’in bir savı olduğu söylenebilir.
Romen matematikçinin bu savına göre termodinamiğin ikinci yasası (entropi), ekonomik yapılar için de geçerlidir. Yani basit bir şekilde ekonomik sistemler içerisinde zamanla kaosun artması ve çöküşün yaşanması kaçınılmazdır. Bu da bizi şu çıkarıma götürür:
Sürekli büyüme imkansızdır.
İnsan faaliyetlerinin sürekli büyüme hamlesine karşı doğanın tahammülü oldukça sınırlıdır. Bunu hem kaynak tüketimi hem de üretim yöntemlerinin çıktısının doğa üzerindeki yıkımını düşünerek idrak edebiliriz. Eğer insanlık olarak vites düşürmezsek, sürdürülebilir bir denge tesis etmemiz maalesef ki mümkün olmayacak.
Ayrıca…
Yazıyı bitirmeden önce dil meselesinden kaynaklı bir intibaya da açıklık getirmek istiyorum…
“Küçülme” kelimesi muhafazakar, “Büyüme” kelimesi ise progresif bir algıya sahip. Haliyle küçülme, bir tür “gericilik” izlenimi uyandırıyor. Fakat uzun vadede hayatın sürdürülebilirliği üzerindeki kanaatlerine bakılacak olursa aslında sürekli büyüme fikrinin “gizli gericilik” ve küçülme fikrinin de “gizli ilericilik” barındırdığını söyleyebiliriz.
Kapak Fotoğrafı: Sarah Dorweiler