İklim Adaletinde Etik Kapsayıcılık

İklim Adaletinde Etik Kapsayıcılık

Daha önce iklim adaleti bağlamında sosyal sürdürülebilirliği ele aldığımız bir sohbet etmiştik. Burada özetle değinmek istediğim temel söylem, iklim krizinin yakın gelecekte hem bireyler hem de gruplar arası ilişkileri düzenleyecek en önemli ölçütlerden biri olacağıydı. Bu ölçütün, sosyal sürdürülebilirlik kavramını insan hayatında bahsedilemez bir şey haline getirmemesi için elimizde olan tek mefhum ise iklim adaleti gibi duruyor. Haliyle iklim adaleti meselesi üzerine derinlemesine düşünmeliyiz.

İklim Adaleti Nedir?

İklim Adaletinde Etik Kapsayıcılık
Fotoğraf:@vincent-ma-janssen

Bu kavram en basit şekilde kendi yokluğunu görünür kılarak tanımlanabiliyor. Yani iklim adaletini anlamak için iklim adaletsizliğine dikkat çekmek yeterli olacaktır. İklim adaletsizliği; iklim krizinde en fazla sorumluluğa sahip olanların en az zarara uğrayanlar olması, yahut iklim krizinden en fazla etkilenenlerin iklim krizine en az sebep olanlar olması realitesini tanımlamaktadır. İklim adaleti ise bu kıyıcı realitenin ortadan kalkmasını amaçlar.

İklim adaletsizliğini makro düzlemden mikroya doğru rahat bir şekilde gözlemleyebiliriz… 

Dünya üzerinde Küresel Kuzey ülkelerinin sanayileşme süreçleri, fosil yakıt tüketimleri ve genel karbon salımları gibi parametreleri incelendiğinde iklim krizindeki tarihsel sorumlulukları göz önüne serilmiş olur. Fakat bu ülkeler, iklim krizinin olumsuz etkilerinden küresel ölçekte en az mağdur olan ülkelerdir. Oysa tarihsel sorumluluğu en az olan Küresel Güney ülkelerinde iklim krizinin yıkıcı etkilerini çarpıcı bir şekilde gözlemleyebiliriz. Aynı bölgelerde yer alan ülkelerin de siyasal tarihleri başta olmak üzere pek çok etmen sebebiyle eşit tarihsel sorumluluğa sahip olduğunu söyleyemeyiz.

Biraz daha yakından bakacak olursak tek bir ülke içerisinde de homojen bir dağılım görmeyiz. Örneğin; ülkelerin farklı bölgelerinde devlet politikaları, ekonomik şartlar ve coğrafya koşulları gibi etkenlerle iklim adaletsizliği gözlemlenebilir. Sözgelimi nüfusunun çoğunluğunun geçimini doğa ile iş birliği yaparak sağladığı bölgeler, kentlere göre iklim krizinin olumsuz etkilerine daha fazla maruz kalmaktadır. Fakat iklim krizinde kentlerde yaşayan insanlar kadar parmakları yoktur. Daha da yakından bakacak olursak aynı kent içerisinde genelde ekonomik olarak dezavantajlı olan insanlar, avantajlı olanlara göre hava kirliliğinin ve doğa tahribatının daha fazla olduğu yerlerde yaşamlarını sürdürürler. Fakat gelir durumu görece yüksek olanların iklim krizindeki sorumlulukları yoksul bırakılmış insanlardan çok daha fazladır.

Hatta örnek alanı çok daha küçültüp yalnızca dünyanın herhangi bir yerindeki iki bireyi ele aldığımızda sorumlulukları hakkında net bir şey söyleyemesek de katlandıkları maliyetler üzerinden bir saptamada bulunabiliriz. Öyle ki çoğunlukla bu iki kişiden kadın olanı erkeğe göre, beyaz olan kahverengiye göre, ikili cinsiyet normlarının dışında kalanı bu normlara uygun olana göre ve yoksul bırakılmış olanı da sermaye sahibine göre iklim krizi bağlamında çok daha fazla mağdurdur.

İklim Adaletinde Etik Kapsayıcılık
Fotoğraf: Pexels | Valdemeras

Görüldüğü üzere iklim adaletsizliği var olan bütün adaletsizliklerden beslendiği gibi iklim adaletini müesses kılmak için de pek çok meselenin düzenlenmesi gerekir. İlk bakışta bu, işimizi oldukça güç gösterse de fazlasıyla kıymetli bir fırsatın da kapısını aralar. İklim krizi ile mücadele ederken insanlık olarak sınıfta kaldığımız bütün adaletsizliklerle de mücadele etmiş oluruz. İklim adaleti için mücadele ederken tabiat sömürüsünden gelir adaletsizliğine, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden heteronormativiteye, vahşi kapitalizmden postmodern sömürgeciliğe, Kanada’da fok balıklarının kıymetli kürkleri için başlarının ezilerek öldürülmesinden bir kalıp peynirin 150 liraya satılmasına kadar her şeyle mücadele etmiş oluruz. Bu şekilde dünya nüfusunun %1’lik bir kesimine bir gün onlardan biri olma hayaliyle hizmet eden koskoca bir insanlığın elinde yok olan bir dünya yerine, çok daha adil ve insanlık onuruna yaraşır bir düzen inşa edebiliriz. Asgari müşterekte buluştuğumuz bir mutluluğu hayallerde değil, gerçeklerde tesis edebiliriz.

Tüm bunlar için iklim adaleti kavramına sahip çıkmak yeterli değil. Bu kavrama karşı eleştirel bakış açıları geliştirerek çok daha çağdaş, sağlıklı, gerçekçi ve kapsayıcı yol haritaları çizmeliyiz. Her şeyden önce iklim adaletinin etik temelini antroposantrizmin pençesinden kurtarmak gerekiyor kanaatindeyim. İklim adaleti yalnızca insanlar için değil bütün canlılar için tesis edilmelidir. 

Her şeyin insanlığa bir menfaati olabilir. Bu, her şeyin insan için olduğu anlamına gelmez. İnsanlık da ‘’her şeye’’ menfaat sağlayarak bu çemberin bir parçası olmayı öğrenmelidir. Ekolojinin bütün unsurlarına insana sağladığı fayda üzerinden değer atfetmek ve insan için inşa edilmiş etik değerleri tabiatı da kapsayacak şekilde genişletmeye çalışmak yapılabilecek en büyük hatalardan biridir. 

“Şu güzel ağaçlara bakın! Bizlere nefes, meyve ve gölge veriyorlar.” tavrı ne kadar şirin gözükse de yanlıştır. Nitekim ağaçlar bizden haberdar değiller. Oksijenden, meyvelerden ve gölgesinden faydalanıyor oluşumuz; bunların bizim için, bize ait olduğu anlamına gelmez. Bu bakış açısı, bir gün bir ağacın kesilmesinde o ağacın sağladıklarından çok daha büyük bir menfaat görüldüğünde ağacın kesilmesi fikrini olumlar. Şiddetin dilde başladığı gerçeği unutulmamalıdır. İklim adaletinin etik dayanağı, bütün canlılığın dengeli çevre koşullarında yaşam hakkı üzerine inşa edilmelidir.

Kapak Fotoğrafı: Pexels | Safari Consoler