Çinli bir göçmen olarak bulunduğu Amerika’da çamaşırhane işleten bir kadın, ailesinin bütünlüğünü ve işini kurtarmaya çalışırken evreni de aradan çıkarıyor. Hem de bütün evrenleri…
Kulağa ne kadar basit geliyor öyle değil mi?
Bu yıl vizyona giren ve sinemaseverler arasında büyük bir heyecan yaratan Her şey Her Yerde Aynı Anda (Everything Everywhere All at Once) adlı filmden bahsediyorum. Peki, bu filmle ilgili bunca heyecanın sebebi nedir? Gelin; en sığ yerden, gidebildiğimiz kadar derinlere inerek bu filmi incelemeye çalışalım.
Daniel Kwan ve Daniel Scheinert (Daniels) tarafından yazılıp yönetilen filmin oyuncu kadrosunda Michelle Yeoh, Jamie Lee Curtis, Stephanie Hsu ve Ke Huy Quan gibi isimler yer alıyor. 25 Mart 2022 tarihinde vizyona giren film; oldukça sıradan ve hatta sıkıcı bir hayata sahip olan Evelyn’in, hayatını rayında tutmaya çalışırken kendini bir anda çoklu evrenlerdeki versiyonlarıyla bütünleşip bir mücadelenin içinde bulması ile başlayan olayları konu alıyor.
Film, bir bilim kurgu filmi için -ki filmin bir bilim kurgu olduğunu söyleyebilirsek- oldukça mütevazı kabul edilebilecek bir bütçeyle yalnızca 25 milyon dolara mal edilmiş. Nitekim filmin, Hollywood’un dışında bağımsız olarak görülebilecek bir prodüksiyonun ürünü olduğunu söylemekte de fayda var. Hatta filmin göz alıcı görsel efektleri, yalnızca beş kişi tarafından YouTube’da eğitici videolar izleyerek yapılmış.
Yapılan oyuncu tercihleri, senaryonun akışı ve yazılan metinler özelinde düşünüldüğünde alışılagelmiş Hollywood klişelerinin dışında oluşu bile tek başına takdire şayan olan filmin, anlatısı da oldukça heyecan verici. Her şeyin her yerde ve aynı anda geliştiği filmin yapısal unsurları da bu ismin hakkını veriyor diyebiliriz. Hatta bu evrende sizlere örneğin bir bilim kurgu izlenimi veren filmin; başka evrenlerdeki versiyonlarınız için bir dram, absürt komedi, macera ya da aksiyon intibası yaratması işten bile değil. Bu haliyle filmin, belirgin tür sınıfsallığını yıktığını rahatlıkla söylemek mümkün.
Öyle sanıyorum ki artık biraz daha derinlere doğru yelken açmanın vakti gelmiştir. Filmin kendisi de işlediği konu gibi oldukça katmanlı olan bir anlatıya sahip. Sıkıcı bir hayatın dinamikleri ile başa çıkmaya çalışan bir kadının, sorunları nezaketle çözmeye çalışan bir adamın, boşlukta salınırken her şeyin anlamını yitirmiş bir genç kızın ve kızıyla olan iletişimini yeniden keşfeden bir annenin hikayesi, film boyunca aynı anda farklı oluklardan akıyor. Bireysel hikayelerin yer aldığı bu katmanın hemen üzerinde tüm insanlığın ortak sorunlarını kategorik olarak işaret eden bir düzlem daha yer alıyor. En üst katmanda ise insana ne kadar ufak ve önemsiz olduğunu hissettirecek kadar büyük bir resim sergileniyor. Tüm bu katmanlı yapı filmin içerisine ustaca yerleştirilmiş ve üzerinden felsefi çıkarımlar yapabilmenin mümkün olduğu detaylar işlenerek inşa edilmiş. Şimdi biraz bu detaylara bir göz atalım…
Mümkün Olan Dünyaların En İyisi
Hikayenin çözüme kavuşması için Evelyn’in antikahramanı alt etmesi gerekiyor. Fakat çoklu evrenler içindeki sonsuz Evelyn varyasyonu içinde bunu başaracak olan Evelyn’in neden bizimki olduğu sorusu sorulması gereken bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Bu soru, alfa evrenden Evelyn’in kendini keşfetmesine yardımcı olmak için gelen Waymond Wang tarafından bütün versiyonları içinde bizim Evelyn’in en kabiliyetsiz, en sıkıcı, yani tabiri caizse en uyduruk olanı olması ile cevaplanıyor. Yani Evelyn’imiz o kadar hiçbir şeyi yapamıyor ki her şeyi yapabilir…
Bu motivasyon yüklü açıklamadaki zarafet, bizleri Gottfried Leibniz’e götürüyor.
“Tanrı iyiyse niçin kötülük var?” sorusu, felsefe tarihi boyunca teolojik bir problematik olarak akıllarda yer etmiş. Alman düşünür Leibniz ise bu soru karşısında; iyi bir Hristiyan olmanın, hiç değilse öyle gözükme arzusunun verdiği refleksle Tanrı’yı aklamaya çalışır.
Bütün olaylar bazında gerçekleşen her kırılma, farklı dünyalar yaratır. Yani Normanların Britanya’ya hiç ayak basmadığı, Franz Ferdinand’ın vurulmadığı ve Metallica’nın Ride the Lightning albümünü hiç çıkarmadığı olası sonsuz dünyalar…
Leibniz’e göre gerçek diye içinde yaşadığımız bu dünya, mümkün olan tüm dünyaların en iyisidir. Yani evet, Adem o elmayı kopardı. Fakat Adem’in elmayı kopardığı ve pek çok kötülüğün olduğu bu tasarım, diğer bütün tasarımlar içinde en iyi olanıdır. Haliyle Tanrı iyidir ve en iyisini tercih etmiştir. Bizim Evelyn’imiz ise ne kadar sorunlu gözükürse gözüksün, mümkün olan Evelyn’lerin en iyisidir. Hem zaten sahip olduğumuz şeyi sahip olabileceklerimizin en iyisi olarak görmek bir bağlamda mutluluğun anahtarlarından biri değil midir?
Ya da Friedrich Nietzsche’nin dediği şekilde:
“Böyle oldu’yu böyle istedim’e dönüştür.”
Benim işaret ettiğim bu detay, Her şey Her Yerde Aynı Anda filminin sunduğu çıkış noktalarından yalnızca bir tanesi. Siz de filmi izleyerek pek tabii kendi çıkış noktalarınızı keşfedebilirsiniz.