Hakan Kürklü ile Eleştirel Sanat Üzerine

Hakan Kürklü ile Türkiye’de Sanat Üzerine

Güncelleme Tarihi: 23 Ekim 2021

PlumeMag ile Sürdürülebilir Sohbetler serisinin bugünkü konusu sanat… Maslak 42’de bulunan Artopol Galeri’nin bu hafta sonu biten son sergisi “I Have a Dream”in küratörü Hakan Kürklü ile bir aradayız.

Farklı Türk sanatçıların seçkilerinden oluşan ve kürasyonu size ait bir sergi. Biraz sanatçı ve eser seçimlerinize değinebilir miyiz?

Sergiye 11 sanatçı katıldı ve resim ağırlıklı bir sergi oldu. Bir de heykel sanatçımız var Hülya Sözer. Dokuzu genç sanatçı ve 40 yaş altı. Bir de usta sanatçımız var Mahir Güven.

Aslında biz PlumeMag olarak bu sergiden hareketle sanat konuşmak ve günümüz Türkiye’sinde sanat piyasasını sorgulamak istiyoruz. Sizinle konuştuğumuz için sizi de biraz tanımak istiyoruz. Biz kiminle konuşuyoruz, Hakan kürklü kimdir?

Eğitimime İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne başlayıp 80-86 yıllarında Mimar Sinan Üniversitesinde devam ettim. Mezun olduktan sonra uzun süre reklam ajanslarında grafik tasarımcı olarak çalıştım. Çalışma hayatımın son 15 yılını Arçelik’in endüstriyel tasarım bölümünde ürün grafikeri olarak geçirdim. 2009’da emekli oldum. Emekli olduktan sonra fotoğrafa ağırlık verdim. Bugüne kadar 10 kişisel sergi yaptım. Fotoğrafla ilgilenirken galerilere ve sanatçı atölyelerine uğraya uğraya galericilerle tanışma fırsatı buldum bu vesileyle sanatçı atölyelerini ziyaret eder oldum. Böylece sanat camiasında da bir çevre oluşturdum.

Hakan Kürklü sergi

Peki siz fotoğraf sanatçısı olmak üzere yola çıktınız ve yolda bir değişiklik oldu. Artık sanatçıları destekleyen bir küratör oldunuz. Özellikle genç ve pek tanınmayan yetenekleri ortaya çıkaracak projelerde yer alıyorsunuz. Bu misyonu edinmenizde etkili olan neydi?

Ben yolun sonunda bir fotoğraf sanatçısı olacağım diye yola çıktığımda diğer sanatçıların yaşadığı zorlukları gördüm ve bu, daha sonra makas değiştirmeme sebep oldu.

Ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

En başta maddi zorluklar… Ülkedeki ressamlardan bahsedeyim ya da heykeltıraşlardan… Malzemeleri dövize bağlı ve son derece pahalı, bunları karşılamakta epey zorluk çekiyorlardı. Atölye olanakları çok kısıtlıydı ve herkesin atölyesi olmadığı için evlerde ve küçük mekanlarda çalışıyorlardı. Elbette bu, sanatçılar için bir handikap. Heykel sanatçılarına gelirsek onların da malzeme ve mekan ihtiyaçları ortaya çıkmaktaydı. Bunları gördükçe yeni ve genç sanatçıların imkansızlıklarla boğuştuklarını gördüm ve yavaş yavaş destek olmaya karar verdim. Şimdi bir buzdağını düşünün suyun üzerinde kalan kısım Türkiye’de bilinirliği olan ve sanatseverlerle galericilerin tanıdığı sanatçılar. Suyun altında ise koca bir kitle var, galerilere sanatseverlere ve alıcılara ulaşamayan bir kitle. O nedenle suyun altında kalmış kitleyi tanıtım görevini üstlenmeye çalışıyorum diyelim. Bunu nasıl yapıyorum derseniz en büyük yardımcım sosyal medya. 

Sanatçılardan size talepler geliyor mu?

Kesinlikle geliyor. Sosyal medyadan günde 2-3 mesaj alıyorum. İnsanlar bir yol arıyor. Bir de bana ‘hocam’ diyorlar; tabii ki öyle bir niteliğim yok. Onu da yazıyorum “Hocam demeyin bana, bu konuda ustaların yol göstermesi lazım.” diyorum. Yorum yapar mısınız tarzı sorularda da bazılarını tanıdığım usta ressamlara yönlendiriyorum. Yol gösterme aşamasında da uygulanması gereken basamakları gösterebiliyorum. 

Bugüne kadar bizim de sanatçı atölyelerine birçok ortak ziyaretlerimiz oldu. Peki sizin bugüne kadar gezdiğiniz sanatçı atölyelerinin sayısı minimum kaçtır?

Bu oldukça zor bir soru. Minimum 200 diyebilirim.

Sanatçıların arasında çok ünlüler ya da bilinmeyenler gibi bir ortalama yapsanız oran nasıl olur?

Yani bilinenler daha fazla çıkabilir ama yarı yarıya diyeyim. Çünkü gençlerin çok fazla atölye olanakları yok.

Buradan aslında şu soruyu sormak istiyorum. Minimum 200 atölye görmüşlüğünüz var, burada maddiyat ve malzeme gibi faktörler sanatçının üretimini ne kadar etkiliyor sizce?

Malzemelerini bulmaya çalışıyorlar fakat malzemelerin de kalite segmentleri var. İşlerde malzemenin durumu elbette kaliteyi etkiliyor.

Peki bu işlerde kalite dediğiniz durum ne kadar algılanıyor? Galeriler mi anlıyor, alıcılar mı?

Açıkçası ikisinin de anladığını düşünmüyorum fakat sanatçının içine sinmiyor bu durum. İstediğim dokuyu ve rengi yakalayamıyorum diye serzenişler oluyor.

Tabii siz sanatçıların mutfak tarafını da biliyorsunuz. Şu an insanlar evlerine döndü ve eve gelen boyacı bile boyanın parasını önden alıyor. Sanatçılarda malzemenin, siparişin ön ödemesi gibi bir durum var mı?

Tabii ki öyle bir şey yok. Sonuçta elinde parası varsa alıyor alamıyorsa ucuz malzemeye yöneliyor. Şöyle de bir şey var eğer sipariş iş aldıysa ön ödeme alabilir fakat bu durum çok nadir. Sanatçı üretiyor, kanalize olması ise çok zor. Bazen öyle sohbetler oluyor ki atölyede yer kalmadı deniyor.

Bu durum sanatçının doğal olarak psikolojisini ve fiziksel olarak kabiliyetini de etkiliyor mu? 

Kesinlikle. İşte orada devreye girmeye çalışıyorum. Bir sergi olanağı bulmaya çalışıyorum fakat şöyle bir durum var: Galeriye sanatçıyı beğendirmeniz lazım. Ben beğeniyorsam galeri de beğenmek zorunda olmuyor. Beğenmediğim dediği an temas kurulamadan bitiyor.

Peki hap şeklinde soracak olursak sanat koleksiyoneri olmak isteyen veya zaten koleksiyoner olan insanlar, genç sanatçıları desteklemek konusunda neler yapabilirler? 

Hem koleksiyonerler hem de koleksiyoner olmak isteyenlerde bilinen sanatçılara yönelim sorunu var. Onlar da şöyle haklılar; buzdağı örneğini vermiştim, insanlar buzdağının görünen kısmını tanıyorlar. Koleksiyonlarda örnek olarak söylüyorum; bir Devrim Erbil, Ergin İnan, Mehmet Güleryüz, Adnan Çöker olması gerektiğine inanıyor insanlar. Olabilir fakat bunun bir de altı var o kadar çok yetenekli genç ve olgun sanatçı var ki ama bilinmiyorlar. Koleksiyonerler bilmiyor, maalesef sanatçılar da koleksiyonerlere ulaşamıyorlar.

Burada da iş biraz aslında küratörlere düşüyor. Sizden şunu rica edeceğim, küratör kelimesinin anlamı nedir, küratör ne yapar? Çünkü bu Türkiye’de çok karıştırılan bir kavram, bunu sizden dinlemek istiyorum.

Şimdi şöyle; küratör karşılığı sergi komiseri diye geçer. Küratör aslında özel koleksiyonların, müzelerin, eserlerin tanıtımı ve organizasyonu için çalışan kişi. Açık söyleyeyim ben kendimi başta koordinatör olarak nitelendiriyordum ama sistem bunu kabul etmiyor. Bir sergi yapıyorsanız onu düzenleyici kişinin küratör olması gerekiyor. Aslında koordinatörsünüz ve sergiyi koordine ediyorsunuz. 

Küratörün görevleri içerisinde serginin konseptine karar vermek ve sanatçıları bulmak da var değil mi?

Tabii ki. Sanatçıları bulacaksınız, organize edeceksiniz, galeriyi organize edeceksiniz, tarafları tanıştıracaksınız. Sanatçıları galeriye kabul ettireceksiniz. Bunun adı küratör ise küratör ama ben bunun sergi koordinatörlüğü olduğunu düşünüyorum ki ilk sergilerimde de kendimi o şekilde tanımlıyordum ama sistem bunu kabul etmiyor.

Küratörlük popülerlik adına, bu sektör iyi diyerek seçilebilecek bir iş dalı mıdır? 

Herhalde öyle bir şey değil, şöyle bir durum olabilir; ben bu piyasaya bir gireyim, ismim duyulsun biraz da etrafa hava atayım diyenler de var. Buna gönül verip gerçek küratörlüğü sürdürenler de var.

Peki hiç sanat tarihi bilgisi olmayan insanların sanat dünyasında yer almasıyla ilgili görüşünüz nedir? Yani şöyle bir şey vardır; o bölümü okumadan yapılabilecek meslekler vardır. Örneğin avukatlık, doktorluk o bölümü okuyarak yapılabilir. Peki sizce sanat dünyasında da böyle katı bir kural olmalı mı? Ya da var mı? 

Gördüğüm kadarıyla istim arkadan gelsin kuralı var. Bunun çok profesyonel bir yapı olduğuna açıkçası ben de inanmıyorum. Sonuçta bir şekilde galeriyle tanışılıyor. Biraz ahbap-çavuş ilişkisi var diyebilirim. Birileriyle tanışılıyor size sergi yapayım diyor küratör adayı, galerinin de içine siniyorsa tamam diyor ve gerçekleştiriliyor.

Popülerliğin de bir önemi olduğu ortada çünkü bize ne kadar ünlü getirebilir düşüncesi var. Bazı sergilerin hiç eser göstermeden sadece misafirleriyle gazeteler dolusu haber olduğunu gördü bu gözler…

Çok ilginçtir ben de aynısını söyleyeceğim. Bir sergi haberi çıkıyor ortada sanatçı ve işler yok. Basın bülteninde sanatçının adı yok. Hayır şuna şahit oldum; halkla ilişkiler şirketlerinin bazı isimleri, “Siz bugün buraya gideceksiniz, siz buraya.” diye görevlendirdiğini biliyorum. Cemiyetten isimler bunlar. Burada da oldu, daha önce başka bir galeride biz de misafir olarak gelmiştik. Buraya gelindi fotoğraf çekildi ve gidildi. Sergi dolaşmak bile yok. Bu nasıl bir şey ya! Ondan sonra bakıyoruz cemiyet dergilerinde şu isim şu sergideymiş diye manşet oluyor. Zaten resmin önünde çekildiği için resim de gözükmüyor, sanatçının adı hiç yok…

Türkiye’de genelde son beş yıldır benim dikkatimi çeken durum ise ismini pek duymadığımız iş insanlarının bu sanatçılık sevdaları. Ne kadar güzel hobileri var fakat bunu artık nasıl yapıyorlarsa uluslararası fuarlara katılıp, ben sanatçıyım demek sizce uygun oluyor mu?

Aslında yeteneğe bakmak lazım. Yeteneklisinizdir; mesela Ferruh Karakaşlı. Diğer tarafta ise şöyle bir şey var: Sanat olayına girince isminiz daha öne çıktığı gerçeği. Bahsettiğimiz gibi sanatçıların yaşadıkları olanaksızlıkları, tanıtım, çevre ve alıcı sorunları yok. Sonuç olarak her arkadaşı bir alıcı niteliği taşıyor. Artı olarak basında ve sosyal medyada da çevreniz varsa orada da öne çıkıyorsunuz. Böylece sanatçı kimliğini takınabiliyorlar. Tabii bu ne kadar doğrudur o ayrı bir konu, yapılan iş ne kadar sanattır o ise apayrı bir konu. 

Artık gerçek sanatçılar ve sanatseverler arasında da tartışma var. Örneğin günümüzde en son Refik Anadol sergisi çok konuşuldu. “Bu sanat mıdır, Refik Anadol sanatçı mıdır, bu çalışma nereye giriyor, dijital sanat diyoruz fakat bunu nereye koyuyoruz, plastik sanat diyebilir miyiz?” gibi birçok soru işareti oluştu.

Sanatseverler ve sanatçılar arasında da bir tartışma var. Hatta Refik Anadol da kendini ve sanatını ekspoze etme şeklini eleştirenlere uydu anteni hediyeli bir cevap verdi. Bu da birçok kesim tarafından farklı algılandı. Mesela erkekler seksist şiddete maruz kalmadıkları için çekemeyenlere anten söylemine takılmadı. Kadınlar -ki bunun ben de içerisindeyim- bu söylemi cinsel şiddet olarak algıladı. Bir sanatçı aslında yaptığı ya da sergilediği eserler kadar bana göre tavrıyla da onun devamını getirmeli diye düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?

Sergiyi gezdiniz gördünüz. Bir ay buraya gelenler Refik Anadol sergisinin bir günlük ya da bir saatlik ziyaretçisi kadar değildir. Ben yağmurda çamurda uzayan kuyruklara zaten çok şaşırdım. Şöyle de bir bilgi geldi randevulu daha iki bin kadar kişi sırada bekliyormuş. Şimdi onu görünce sosyal medya hesaplarımda da yazdım. Şehirdeki tüm galeriler açık, her galeride de sergi var. Fakat insanlar oralara gitmiyor. Dolapdere’de kuyruktalar. 

Peki bunun etkisinin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

İnsanlarımız hareket eden ışıklı olaylara meraklı demek ki. Sosyal medyanın etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum çünkü Instagram’da story bombardımanına tutulduk bahsettiğimiz sergiyle alakalı olarak. 

Ben şunu savunuyorum her zaman; bu iyi ya da kötü demek için değil ama benim bir sanat eserinden, bir sergiden, müzeden çıktığım zaman kafamda en az 2-3 soru varsa o sanatsal aktivite görevini yerine getirmiştir diye düşünürüm. Çünkü sanat biraz sorgulatır, estetik olarak önce çeker sonra sizi o sorularla evinize gönderir. Siz de bir süre düşünen insan olarak zaman geçirirsiniz. Bu giden insanlara bir anket yapılsa sizce insanlar ne gibi sorularla çıkmış olabilirler?

Bence sorularla çıkmış değiller, orada yapılıyor ve bitiyor olay.

Bu biraz fast fashion, fast food mantığı. New York’a gittiğinizde de belli meydanlarda Times Square, Broadway gibi buralarda da bu kadar ışığı aslında bir arada görüyoruz ama bu şekilde hareketliliği içerisinde bulunmamış oluyoruz. Bana biraz buranın anlık yaşanan albenisi ve cazibesi gibi geliyor.

Anlık yaşanıyor işte, çıkınca ne oluyor? Geriye ne kalıyor? Sorsak ki ne gördünüz, hareket eden ışıklar.  Eskiden Winamp vardı, onun dev hali. Sonrasına kalacak hiçbir şey yok. Yani şöyle diyelim sergiden bir şey almaya kalksam ne alacağım?

Peki bir sorum daha olacak; Contemporary, Türkiye’de en azından sanatın duyulması açısından bir sürü insan için güzel bir açılım oldu. Koleksiyonerlerin ve sanat dünyasının aşina olduğu bir dünya kitlelere duyuruldu. Şu an Contemporary tarzında bir sürü oluşum var yine genç sanatçılarla yapılan. Takip etmek isteyenler neleri takip edebilirler? Örneğin Mamut Art Project var. 

Art Ankara daha yeni bitti. Gerçi orası da büyük bir fuar ama yeterli sanatçı -gerçek sanatçı- katıldı mı bilmiyorum, gidemedim. Oraya da oldukça fazla bir ilgi olmuş. Fuarlar ağırlıklı İstanbul’da olduğu için Anadolu’da böyle bir şey olduğu zaman insanların ilgisini çekiyor. Tabii onu da sosyal medyadan takip ediyor. İstanbul’da Step var, bu sene gidemedim pandemi yüzünden. Ne Artweeks’e gidebildim ne de Step’e gidebildim. Contemporary zaten yapılamadı. Bunlar elbette gençler için faydalı aktiviteler Mamut Art da öyle…

Benim tam olarak sormak istediğim, daha ulaşılabilir fiyatlara eserler alıp koleksiyonerliğe başlamak isteyenler veya koleksiyonerliği çok yüksek fiyatlarla eser alındığını düşünüp aslında bunun böyle olmadığını görebilecekleri yerler neler? 

Yeniköy Rotary Kulübü bünyesinde oluşan Bazaart var. Ben de oralara gittiğimde tanıyorum gençleri; Step’i söyleyebiliriz, Mamut’u söyleyebiliriz. Artweeks var ilk etapta. Niyetleri varsa koleksiyon yapmaya ufak ufak buralardan başlayabilirler. Contemporary daha kaliteli fakat oradaki fiyatlar yeni başlayacaklar için çok ulaşılabilir fiyatlar değiller bana göre. Step 500 lirayla başlıyor 20 bine kadar çıkıyor. Mühim olan sanat eseri alma isteği, sonuçta her şekilde alınabilir, hatta sanatçıların gidip atölyelerinden bile alınabilir. 

I Have a Dream sergi

Son olarak bitirmeden şunu sormak istiyorum: oteller, restoranlar ve beachler artık sanatla fazlasıyla haşır neşir. Alanlarında sanat eserleri bulunduruyorlar ama benim genelde dikkat ettiğim bilinen ve büyük isimler olması. Acaba strateji değiştirip buralarda daha genç sanatçıların işlerine yer verilse ve bu bir sosyal sorumluluk olsa, bu hareket toplumsal olarak çok köklü bir ilerlemeyi tetiklemez mi?

Bence tetikler, şöyle bir örnek vereyim: Üç senedir Antalya’da büyük beş yıldızlı bir otelle çalıştaylar yapıyorum. Şimdi koleksiyonlarında -ki bu otel koleksiyonlar da yapıyor- tanınmış sanatçıların eserleri var ve otelde de sergiliyorlar fakat ben üç senedir, yaptığım her çalıştaya genç sanatçı götürüyorum. Bir hafta orada çalışıyorlar ve çalışmalarını otele bırakıyorlar. Otel ise bunları alıp bir kenara atmıyor. Benim nezaretimde kafe ve restoranlarına asarak altlarına künyelerini koyuyor. Ama bu bir ya da iki oteldedir Türkiye’de. Oteller bu şekilde aktiviteler yaparak sanatçılara destek olabilirler. 

Tabii sanat çok önemli ve biz bu konuşmayı saatlerce sürdürebiliriz. Zaten amacımız sürdürülebilir bir sanat dünyasının Türkiye’de oluşması, siz de bunun için çok emek sarf ediyorsunuz. Katılımınız için teşekkür ediyoruz. Bir dahaki sohbeti heyecanla bekliyoruz.