Güncelleme Tarihi: 29 Aralık 2021
“Geçtiğimiz günlerde İtalyan sanatçı Salvatore Garau’nun ’lo sono’ isimli heykeli açık artırmada 15 bin euroya alıcı buldu.’’ Bu cümlede tabiri caizse haber değeri taşıyan hiçbir şey yok tabii ki. Hatta öyle ki ortada bir heykel de yok. Evet yanlış anlamadınız. Geçtiğimiz günlerde ‘‘görünmez bir heykel’’ 15 bin Euro’ya alıcı buldu. Aslında eserin varlığına dair iki şey var elimizde; alıcıya verilen sertifika ve sanatçısının “Bu bir heykeldir.’’ demesi.
Takdir edersiniz ki bu haber tartışmaları da beraberinde getirdi. Akıllara ‘’The Square’’ filmini getiren bu eseri “gören’’ herkesin dilinde tek bir soru var; “Şimdi bu sanat mı?’’
Hatırlarsınız, daha önceki yıllarda da bu soruyu sık sık sormuştuk birbirimize. Evet, Maurizio Cattelan’ın duvara bantlanmış muzundan bahsediyorum. Aslında bu sanat tarihi kadar eski bir soru. Bugün olduğu gibi her zaman “Şimdi bu sanat mı?’’ Tartışmaları olmuş. Bazıları peşinen, olumlu ya da olumsuz hükmünü vermiş. Bazıları da temkinli davranmış. Tabii işin ucunda sanattan anlamayan biri olmak da var. Bugün sizlerle belki sanat kadar eski bu soru hakkında biraz sohbet etmek istiyorum.
Sanat, pek çok olguyu beraberinde getiren bir kavram. Sanatçı, eser, sanat piyasası… Evet, “izleyici’’ yerine sanat piyasasını koymayı tercih ediyorum. Çünkü içinde yaşadığımız çağda sanatın muhatabı pek tabii izleyicisi olsa da fikirlerine büyük oranda sanat piyasası karar veriyor. Yine de bu izleyici mefhumunu unutmamanızı rica ediyorum. Çünkü bütün mesele yine orada nihayete erecek. Ama önce ‘’görünmez heykel’’ özelinde tüm bu “sanat yutturmacası’’ tartışmasına bu üç ana başlıkta yaklaşmak istiyorum.
Eser
Belki de hepimiz alışık olduğumuz bir iradeyle sanat disiplinlerinin sınırlarına inanıyoruz. Resmin boyayla, heykelin mermerle, şiirin de kelimelerle inşa edilmesini arıyoruz. Fakat bana kalırsa çağdaş felsefeden sonra çağdaş sanatta fikir, biçemin tamamen önüne geçmiş vaziyette. Sanatta postmodern fikrin etkisi, bir bakıma çağdaş sanat eserinin biçim duvarını aşarak kavramsal bağlamlar üzerine inşa edilmesine sebep oldu. Hal böyleyken asıl sorulması gereken soru şu; “Sanat bir materyale ihtiyaç duymak zorunda mıdır?”
Salvatore Garau, eserinden şu cümlelerle bahsediyor; “Boşluk, enerji dolu bir alandan başka bir şey değildir ve Heisenberg’in belirsizlik ilkesine göre boşluğumuzu boşaltıp geriye hiçbir şey kalmasa bile hiçbir şeyin ağırlığı yoktur. Bu nedenle yoğunlaşan ve kısacası içimizde parçacıklara dönüşen enerjiye sahiptir.’’ Belli ki ortada çağdaş sanat çerçevesinde düşünürsek oldukça kuvvetli bir kavramsal bağlam mevcut. “Tamam da 15 bin Euro…’’ diyebilirsiniz. Bu da bizi meselenin ikinci ayağına götürür.
Sanat Piyasası
Arkasında biri fikir var diye bu eser 15 bin Euro eder mi? Aslında bunun cevabı sindirilmesi zor olsa da oldukça basit. Gelin, şimdi bir teneke yağ düşünelim. Zeytin üreticisi; tohum, ilaçlama, gübre, sulama, işçi giderleri gibi katlandığı pek çok maliyetini ve kar marjını düşünerek ortaya koyduğu ürün için bir fiyat belirler. Daha sonra bu zeytinler sırası ile aracının, fabrikanın ve marketin elinden geçip bir teneke yağ olarak mutfağımıza girer. Bizler memnun olalım ve ya olmayalım, kalem kalem biliriz bir teneke yağın ederine sebep olan tüm etmenleri. Fakat sanat piyasası, zeytinyağı piyasası gibi çalışmaz. Üzerine konuştuğumuz bu görünmez heykelin 15 bin Euro edip etmediği, ona 15 bin Euro verecek bir insanın olup olmamasıyla alakalıdır. Yani kısacası evet. Biri çıkıp ‘’Ben bu heykele 15 bin Euro veriyorum.’’ dediği an bu heykelin değeri 15 bin Euro oluyor.
Daha derinlere indiğimizde ne yazık ki meselenin bu kadar basit olmadığını görüyoruz. Sanat piyasasının, astronomik rakamların konuşulduğu büyük ölçekli bir yapı olduğunu unutmamak gerek. Bu piyasa; galerilerin sahip oldukları eserleri ‘’değerli’’ tutabilmek için pek çok manipülasyona başvurduğu, pazarlama taktiklerinin, kişisel bağlantıların ve toplum mühendisliğinin sanatın önüne geçtiği ve nihayetinde sermaye sahiplerinin elinde tekelleşen bir oluşum. Bu oluşumun tüm bunlar için pek çok aleti de mevcut; koleksiyonerler, sanat eleştirmenleri, basın… Her şey bir döngünün elemanı. Öyle ki Maurizio Cattelan’ın bir çağdaş sanat piyasası eleştirisi olarak algılanabilecek duvara bantlanmış muzu, 120 bin Dolar’a alıcı bulup aynı çağdaş sanat piyasasının pespayeliğinin bir parçası haline gelebiliyor.
O zaman her şey çağdaş sanat piyasasının yutturmacası mıdır? Tabii ki hayır.
1940’larda soyut dışavurumcu akımın CIA tarafından bir soğuk savaş silahı olarak fonlandığı konuşulagelmiştir. New York’un sanat dünyasının merkezine oturmasına sebep olan bu olay, Amerikan kültür emperyalizminin tipik bir örneği olarak karşımıza çıkar. Peki bu piyasa çalışmasından hareketle Jackson Pollock, aslında sanatçı değildir diyebilir miyiz? Hiç zannetmiyorum. Tam da bu noktada meselenin üçüncü ayağı devreye giriyor.
Sanatçı
Ben sanatçılığın en ilkel tanımıyla bir ruh hali, algılama biçimi olduğunu düşünenlerdenim. Bu tanım, beni dolaylı olarak şu fikre itiyor;
“Sanat eserini var eden kişiye sanatçı denmez. Sanatçının var ettiği şeye sanat denir.’’
Bu tabii ki her şeyden öte bir öncelik meselesi. Fakat içinde yaşadığımız çağda sanatçının ödevi sadece var etmekle bitmiyor ne yazık ki. Sanatçı, hem eserini izleyici ile buluşturabilecek kadar pazarlayabilmek, hem de eserini galerilerin elinde bir reklam malzemesi olmaktan koruyabilmek zorunda. Bu oldukça zor bir çıkmaz. İşte tam bu noktada işin içine en başta bahsettiğim “izleyici’’ mefhumu giriyor.
Sanatı ve sanatçıyı, sanat piyasasının elinden kurtarıp sanat dünyasını demokratikleştirmeliyiz. Sanat dünyasının basit bir yutturmacaya evrilmesini istemiyorsak sanatı, sadece alınıp satılabilen popüler bir ürün olmaktan başka bir noktaya koymalıyız. Bu da “izleyicinin’’ sanat üzerine bilinçlenmesi ve dolayısıyla fikir yürütebilmesi ile mümkün olur. Ancak o zaman, bize “Sanat budur.’’ diye işaret edilen yerine gerçek sanatın peşinden gidebiliriz. Belki de bu sayede sanat, modern insanın içine düştüğü bu topyekün karanlığı aydınlatacak ilk mum haline dönüşebilir.
Hala görünmez heykelin ve daha birçoğunun saçma olduğunu mu düşünüyorsunuz?
O zaman, bu karanlık elverdiğince etrafınıza bir bakın.
Ne saçma değil ki?
Kapak Fotoğrafı: The Square