elestirel dusunmek 2

Düşünen Bir İnsan Mısın? Yoksa Bir Papağan Mı?

Güncelleme Tarihi: 18 Ağustos 2023

İlk bakışta saçma bir soru gibi gelebilir. Ya da tereddütsüz düşünen bir insan olduğunuzu iddia edebilirsiniz. Peki gerçekten öyle miyiz? Düşünüyor muyuz? Düşünme eylemini gün içerisinde hangi sıklıkla yapıyoruz? Düşünmeye gerçekten fırsatımız var mı?

İlk çağlardan beri düşünmenin insanı hayvandan ayıran en önemli eylem olduğunu, düşünmenin varoluşla çok güçlü bir ilişki içinde olduğunu biliyoruz. Türk Dil Kurumu, düşünmeyi “Bir sonuca varmak amacıyla bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve aradaki ilgilerden yararlanarak düşünce üretmek, zihinsel yetiler oluşturmak, muhakeme etmek” olarak tanımlıyor.

Şimdi bu tanımı aklımızda tutalım ve beynimizin bu eylemi hangi sıklıkla gerçekleştirdiği üzerine küçük bir araştırma yapalım.

Bu yazıyı 2020 yılından yazıyorum. Birçoğumuzun elinde küçük, büyük bir ekran var. Cep telefonu ya da tablet… Ekranda sürekli görüntüler akıyor, hem de o kadar hızlı ki… Leyla’nın tatil fotoğrafı, Ali spor yapıyor, felaket haberleri, iyi anne olma üzerine özlü sözler, her yerden özlü sözler, deniz videosu, güzel hayatlar, daha güzel hayatlar, yangın haberi, bir psikolog konuşuyor, mutlu insanlar, kutlamalar, dekorlar, Mahmut amca nargile içiyor, erken seçim olur mu? Bir ünlü canlı konser veriyor, yoga…

Birbirinden bağımsız ya da ilişkili, alakalı, alakasız o kadar çok görüntü, mesaj, yazı akıp gidiyor ki önümüzden… Parmağımızın arasından hızla geçiyorlar, çoğu bir saniyeden dahi az sürede akıp gidiyor, hatta kimi mesajın son cümlesi yarım kalıyor. Bu kadar kısa sürede her bir görüntü ve mesaj üzerinde durma, algılama dahi mümkün değilken bilgileri inceleme, karşılaştırma, aradaki ilgilerden düşünme üretme gibi bir eylemi gerçekleştirmeye asla fırsatımız olmuyor. Beynimiz sadece okuyor ve geçiyor. Yani üzerlerinde düşünemiyoruz.
X Marka Arabaya sahip olmak iyi bir şeydir fikri ya da baby shower yapmalıyım cümlesi, beyninize yapışıveriyor. Beyin bir mesajı birden fazla gördüyse hafızasında tutuyor ve bir sonraki aşamada onu tekrar ediyor. İncelemeden, muhakeme etmeden, yani düşünme eylemini gerçekleştirmeden sadece tekrar ediyor. Bir papağan gibi…

İhtiyacımız olan tek şey bir süzgeç…

Yazılı ve özellikle görsel olarak sürekli bir algı yönlendirmesiyle karşı karşıyayız. Sosyal medya bunun sadece bir kısmı. Bir diğer önemli kısmı ise hala televizyon oluşturuyor. Çok hızlı dizi tüketiyor, haber programlarını da yine televizyondan takip ediyoruz. Televizyonun insan hayatı üzerindeki dönüştürücü etkisi artık bilinen bir gerçek… Bizlere satın aldırdıkları yüzükler, tokalar, giysiler, kekler bu etkinin masum tarafı… Dizide ölen karakterlere Mevlut okutan bir ülkeyiz. Aile, arkadaş, iş, eş ilişkilerimiz dahi TV programlarıyla şekilleniyor.

Bizlerin izleyici yani pasif, TV’nin ise aktif olduğu konumda, tekrarlarla, hızla akan ve sorgulama fırsatı bulmadığımız sahnelerle televizyon bunu kolayca yapıyor. Çünkü insan beyni en basit haliyle tekrar ve taklitle öğreniyor.

Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde, Zeynep Gültekin’in hazırladığı yüksek lisans tezinde ele alınan bir dizinin 55 bölümünün faaliyet raporunda şu rakamlar ortaya çıkmıştır: 411 cinayet, 152 yaralama, 137 saldırı, 147 dayak, 155 tokat, 175 kavga, 110 işkence, 3 tecavüz, 191 taciz, 145 silahlı çatışma, 226… çıkmıştır.” Yine başka bir araştırmada bir çocuğun 12 yaşına kadar 13 bin 400 ölüm dahil 101 bin şiddet olayını televizyonda izlediği ortaya konmuştur.

Yukarıdaki araştırmanın sonucunun bizlere anlatmaya çalıştığı tehlike ortada. Şiddeti, ölümü, acıyı, ayrımcılığı TV yoluyla kanıksıyoruz.

Ama işte ben bu noktada asıl sorunun dizilerde değil; hikayeleri, karakterleri, empoze edilenleri doğrudan kanıksayan bizlerde olduğunu düşünüyorum.

Çünkü insan olmanın en önemli eylemi olan düşünmeyi gerçekleştirmiyoruz. Bizlere sunulanı doğrudan kopyalıyoruz. Tv’deki kadının giysisini, adamın kadına olan tavrını, kadının rolünü benimsiyoruz. Belki de zaten hayatımıza çok yakın olduğu için. Her şeyi kanıksadığımız gibi dizileri de kanıksıyoruz. Çünkü düşünmüyoruz. Bilgileri inceleyip, karşılaştırıp, muhakeme etmiyoruz. TV’de ya da Instagram’da gördüğümüz, bizlere gösterilen fikirleri fikirlerimiz yapıyor, tıpkı kopyaladığımız hayatlar gibi kopyalıyoruz.

Bizleri gerçeklikten ve kendimizden koparan bu algı yönetimine karşı koyabilmemiz için yapmamız gereken şey ekranları kapatmak değil. Çünkü bu gerçekçi bir yaklaşım değil. Ekran ve görsel dünya günümüzün bir gerçeği… Bundan kaçamayız. Kaçmamalıyız.

Peki kendimizi, düşüncelerimizi, beynimizi nasıl koruyacağız tüm bu algı istilasından? Bu mümkün mü?

Elbette mümkün… Sadece beynimiz ile ekran arasına bir süzgeç koymalıyız. Kolay bir şeyden bahsetmiyorum. İlk aşama düşünmek… Sonrasında yapmamız gereken bir diğer önemli eylem ise eleştirel düşünmek.


Günümüz dünyasında insan algısı sürekli bir yöne çekilme hedefiyle istila altında. Reklamlar, diziler, sosyal medya, oyunlar, videolar…  Tüm bu görsel istila kitleleri neyi düşüneceğinden çok ne hakkında düşüneceği, neyi satın almasının ötesinde neye ihtiyacı olduğu konusunda yönlendiriyor. Medyanın bize sunduğu bilgi doğrudan hayatın gerçekliği oluyor.

Algı yönetiminin böylesine güçlü olduğu bir dünyada düşüncelerimiz bizim düşüncemiz midir? Düşüncelerin yarattığı güçlü duygular; öfke, umutsuzluk, üzüntü ya da sevinç; olayların ve insan doğasının gereği hissettiklerimiz midir yoksa bu algı yönetiminin bizde yarattığı sonuçlar mıdır?

Bu sorulara doğru ya da doğruya yakın cevaplar verebilmek için sağlıklı düşünme berecisine yani eleştirel düşünme becerisine sahip olmak gerekiyor. Ancak o zaman kendimize ait düşünceyi ve duyguyu yakalayabiliriz.


Arzu Demirel