Canlı Yaşamının Devamı İçin: Sürdürülebilir Arıcılık

Canlı Yaşamının Devamı İçin: Sürdürülebilir Arıcılık

“Arı yeryüzünden kaybolursa, insanın sadece dört yılı kalır.”

Maurice Maeterlinck

Edebiyat dünyasında sembolizm akımının önde gelen isimlerinden Belçikalı yazar Maurice Maeterlinck, konuyu o kadar kısa ve etkili bir şekilde özetlemiş ki… Hakikaten de arılar, yaşamın kaynağı. Arılar yoksa biz de yokuz. O halde bu çarpıcı alıntı ile sürdürülebilir arıcılık konusuna giriş yapmış olalım. 

Dünya canlılarının yaşamı üzerinde hayati bir önemi olan arılar, ekosistem içinde büyük bir yer kaplıyor. Yeryüzü ürünlerinin %30 kadarı ile bitki çeşitliliğinin %90’ının, yayılımı adına çapraz tozlaşmanın gerçekleşmesi gerekiyor. Farklı biyolojik türlerin korunmasında mühim bir rol oynayan arılar, tozlaşma sayesinde sebze ve meyvelerin meydana gelmesine imkan tanıyor. Arıların polenleri; bir bitkiden diğerine, bir çiçekten farklı bir çiçeğe taşıma görevini aksamadan yerine getirmeleri biyolojik çeşitliliğin de bir garantisi. İşte bu garantiyi veren konu ise sürdürülebilir arıcılık.

Dünyada arılar olmasaydı, tozlaşma eylemini gerçekleştiremeyecekleri için de çok sayıda bitki türü çoğalamayacak, varlıklarını idame ettiremeyeceklerdi. Bu noktada hayati bir detay var. Temel besin maddelerimiz olan sebze ve meyvelerin yetişme hikayelerinde arıların önemi çok büyük. Arıların ekosistem içinde yer almaması demek meyve ve tohumların ortadan kalkması demek. Ayrıca arısız yaşamda besicilikte kullanılan bitki ve otlarda kıtlık yaşanacağından çiftlik hayvanlarının olumsuz etkilenmesi söz konusu. Arılar, vahşi yaşam için de bir ekolojik denge sunuyor. Bu çalışkan işçi arılar sayesinde yabani hayvanların tohum, yemiş, meyve gibi temel besin kaynaklarının üretimi sağlanıyor.

Dolayısıyla arı yaşamını koruma gerekliliğin tek nedeni bu canlıların bal üretiyor olmaları değil, ekosistemin devamlılığı için vazgeçilmez bir noktada olmalarıdır. Yeşil ve ormanlık alanların sürdürülebilirliği de arılara bağlıdır. En öncelikli rolleri tozlayıcı olmaları. Arıların bu tozlayıcı özelliği ise tropikal, savan ve ılıman yaprak döken ormanların çoğalmalarını ve korunmalarını sağlıyor. Daha basit bir açıklama ile yakından tanıdığımız söğüt, kavak gibi ağaç türleri arı gibi tozlayıcılar olmadan yetişemez, büyüyemez. Kendi yaşam alanımızda, bahçemizde ve sayfiye alanlarında birçok küçük böcek türünden kuş ve sincaplara kadar varan bir barınma ortamı ve bitki florası vardır. Eğer arılar olmasaydı bitki florası da olamayacağından bu bitkilere ihtiyacı olan hayvan türlerinin nesli tükenecekti. Buradan bakınca sürdürülebilir arıcılık kavramının ne kadar değerli olduğunu daha net anlayabiliyoruz.

Arılar İçin Tehlike Çanları Çalıyor

sürdürülebilir arıcılık

Fotoğraf: Wirestock

Tarım ve yaşam için esas olan arıların nesli maalesef tehlike altında. Ekolojik tahribatlar ve iklim krizi, yaşamın devamlılığı noktasında ulvi bir rol oynayan arılar üzerinde yıkıcı etkiler bırakmakta. Habibatın parçalanıyor oluşu da arılarda genetik izolasyona neden oluyor. Çeşitli hastalık türlerinin varlığı, arıların yok olmasında bir etken. Esas tehlike faktörü de kuşkusuz insan faktörü. Bal üretiminde sadece ticari getiriye bakılması, yerel arı ırkının kendi ekolojik alanlarından uzaklaştırılması ve buna mukabil yerel bitkilerin döllenmesinin eksik kalması, arıların genetik yapılarının karışması, arı yaşamının sürdürülebilirliğini de gün geçtikçe zora sokuyor.

Arıcılıktaki sorunlara baktığımızda pek çok değişkenin olduğunu görüyoruz. Türkiye’de arıcılık sektörünün en büyük handikaplarından biri sistemli bir arıcılık altyapısının kurulamamış olması. Arıcılık yapanların yetersiz teknik bilgiye sahip olması, arı hastalıklarının giderilmesinde uygulanan yanlış adımlar, kimyasal içerikli tarım ilaçlarının kontrolsüzce kullanılması, yörelere özgü saf arı cinslerinin günden güne kaybolması, habitat yıkımı ve iklim krizi gibi sorunlar da sektörün ciddiyet arz eden gerçeklerinden. Bu noktada birçok STK ve firma, farkındalık yaratma çalışmaları ile öne çıksa da sorunu kökünden çözecek bir doğal arıcılık politikasına acil ihtiyaç duyulmakta. Bu politikada mutlaka arı, arıcı, kaliteli bal üretimi ve diğer arı ürünleri merkeze konulmalı. Arı popülasyonu tüm yönleri ile korunmalı. Özellikle de konvansiyonel ve yerel arıcılık faaliyetlerinin sürdürülebilir ve bütüncül bir yaklaşımla organize edilmesi gerekliliği aşikar. Arıların, yetiştirildikleri bölgenin ekosistemine uyumlu özellikler geliştirebilmesi için tüm yerel şartların iyileştirilmesi ve desteklenmesi gerekiyor. Arıların yaşam alanlarının; doğal bitki florasından tutun da orman alanlarının varlığına, evcil ve yaban hayvanlarının yaşam alanlarına kadar dengeli bir ekosistem sunması adına da bölge halkları ve yöre köylüleri ile ortak bir çalışma içinde olmalı. 

Arıcılıkta Türkiye’nin Durumu

sürdürülebilir arıcılık

Fotoğraf: Apiary

Türkiye topraklarının geniş bir floral çeşitlilik ve zenginlik sunuyor olması arıcılık için çok değerli. Aynı zamanda arıcılık uygulamaları, sürdürülebilir yerel kalkınmanın sağlanması açısından bir lokomotiftir. Sürdürülebilir arıcılık, herhangi bir kaynak tüketimine neden olmaz. Bu yönüyle de en çevreci üretim türlerinden biridir. Uygun ve bilinçli tekniklerle yapıldığı sürece doğaya ve çevreye zarar vermediği gerçeği, geleceğin sürdürülebilir tarımı ve üretimi için vazgeçilmezdir. 

Arıların ekosisteme hayat vermesinin yanında bir şifa kaynağı olan bal üretiminden de bahsedelim. Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsünün Aralık 2020’de yayınladığı rapora göre araştırmalarda bal üretiminin Türkiye’de artış göstereceği ortaya konuyor. 2019 yılı verilerine baktığımızda 109 bin ton civarında bal üretiminin yapıldığını görüyoruz, 2023 yılında da bu rakamın 121-125 bin tona çıkacağı öngörüldüğü belirtiliyor. 

arı

Fotoğraf: Oldiefan

Peki Türkiye’deki kovan varlığı ne durumda? Yine araştırmalara göre ülkemizin toplam koloni sayısı 2019 yılında 8,1 milyon civarı olarak belirtilmiş. Toplam kovan miktarına göre yüzde 11,3 (918 bin kovan) ile Muğla ili ilk sırada yer alırken, yüzde 7,1 (573 bin kovan) oranla Ordu ikinci sırada, yüzde 5,8 (470 bin) payla da Adana üçüncü sırada yer alıyor. 

Türkiye’de bal üretimi açısından ise veriler şöyle: 2019 yılında, 2018 yılına kıyasla yüzde 1,3 artmış ve 109 bin ton bal üretim yapılmış. Ordu, 17,1 bin ton üretim ile birinci sırada yer alıyor. Hemen arkasından ise 14,6 bin ton üretim ile Muğla, 11,1 bin ton ile Adana geliyor.

Bu rakamlara göre yorumlayacak olursak arıcılık sektöründe yaşanan olumlu rüzgar elbette sevindirici ancak yeterli değil. Yazının başında da zaten sektörel açıdan karşılaşılan sorunlardan bahsetmiştik. Daha da ötesi konuya mikro ölçekli değil makro ölçekli yaklaşmak gerekmekte. Dünyanın doğal dengesi sağlanmadan, iklim ve su krizine çözüm bulmadan, küresel felaketlerin önüne geçmek için doğru stratejiler geliştirmeden ve bireysel olarak sorumluluk almadan ekosistemi iyileştirmemiz mümkün değil. Dolayısıyla gitgide kötüye giden biyosistem yetersizliği karşısında üretimdeki rakamsal veriler büyük resmin içinde bir anlam ifade etmiyor. Derdimiz günü kurtarmak değil, geleceği kurtarmak olmalı. Mühim olan yaşanabilir bir dünya için sürdürülebilir adımlar atmak. Ekosistem şaştıkça, sistemin her bir parçası arasındaki bağ da kopmaya başlıyor. Ve biz bir gelecek bilinmezliğine doğru sürüklenmeye devam ediyoruz.