Güncelleme Tarihi: 12 Haziran 2024
Kültür sanat ve sürdürülebilirlik, birbirine sıkı sıkıya bağlı kavramlar. Sürdürülebilir bir yaşam sürebilmek için yaşam tarzımızı sanatın her ögesiyle beslememiz gerekiyor. Bunu bildiğimiz için PlumeMag olarak kurulduğumuz günden beri kültür sanat etkinliklerine değinmeye çalışıyor ve sanatçıların yanında yer alıyoruz.
Platformumuzda da en değer verdiğimiz kategorilerimizden biri olan Kültür-Sanat kategorimizin sponsoru Mey|Diageo’nun katkılarıyla Art Niyetli Sohbetler serisine imza attık. Serimizin on birinci bölümünde size Postane’den sesleniyoruz. Bugünkü konuğumuz Kreşendo’nun (eski adıyla Beats By Girlz) kurucusu Beril Sarıaltun…
Bugünün bir özelliği var. Bu programın yayınlanacağı haziran ayı, Kreşendo’nun üçüncü yılı. Hikayeye çıkış noktanızdan başlamak istiyorum. Kısaca nereden, hangi ihtiyaçtan doğduğunu anlatabilir misin?
Tam pandemi dönemiydi… Ben bir müzisyenim. Boğaziçi’nde Siyaset Bilimi okudum. Daha sonra Berklee College of Music’te iki yıl yüksek lisans yaptım. Elektronik Müzik ve Ses Teknolojileri okudum. Sonra Türkiye’de bir şey yapmak istiyordum ve anlamlı bir şey yapmak istiyordum. Sadece müzik sektöründe çalışan biri olmak istemiyordum. Müzik yapımcılığı yaptım, organizasyonlarda çalıştım…. Sonra “Ben bir müzisyenim ve bununla alakalı bir iş yapayım.” dedim. O dönem Berklee’deki hocalarımdan birisinin kurduğu uluslararası bir ağ vardı. Adı da Beats By Girlz…
“Müzik Sektörünün Kültürünü Değiştirmek İstiyordum.”
Onlarla iletişime geçtim ve dünyanın başka yerlerinde Beats By Girlz operasyonları yapılıyordu. Şube gibi diyeyim… “Ben bunu Türkiye’de de yapmak istiyorum.” dedim ve çok mutlu oldular. Projelendirdim, finansal kaynak bulmak için bayağı uğraştım. Sonra bir anda başladık. Çevrim içi bir lansman ile başlamıştık. Ağırlıklı olarak kadın müzisyenlere yönelik müzik prodüksiyonları eğitimi yapıyorduk. Burada söz yazmak ve beste yapmak dışında masa başında ne yapılabileceğini de bilmeniz gerekiyor. Tıpkı bir filmin kurgusu gibi… Daha teknik kısımları barındıran şeyler bunlar.
Daha sonra bu kalıba sığamadık ve daha çok şey yapmak istedik. Beats By Girlz, daha çok müzisyenlere eğitim verme konseptinde bir oluşum. Ben naçizane müzik sektöründeki kültürün tamamını değiştirmek istiyordum. O yüzden biz bir festival yapmaya başladık. Adı, Bu Festival Bizim…
Yaratıcıları bir araya getirdiğimiz alternatif bir müzik festivali… Ama gün içerisinde farklı programların olduğu daha yoğunluklu bir şey. Yıllar geçti ve bizim yaptığımız işler genişlemeye, büyümeye başlayınca biz daha çok içerik yapmaya başladık. Müziğin herkesi bir araya getiren ve güçlendiren yerinden ilerlemek istedik. Bu yüzden Kreşendo’ya döndük.
Kreşendo, bizim ilk dönemde çıkardığımız e-posta bültenimizin adıydı. Sonra bu Türkçe ismi sahiplenelim dedik. Türkiye çapında işler yapmaya başladık ve yabancı bir isminiz olduğunda bazen insanlar ne yaptığımızı anlayamayabiliyorlar. Sadece elektronik müzik yaptığımızı zannedebiliyorlardı. Biraz daha geniş bir yere yayılmak için bu ismi seçtik.
İsim geçişinde benim okumam şöyle oldu; Beats By Girlz’de daha fazla kadın birlikteliği ve müziğin altyapısına gönderme olduğunu düşünüyorum. Şimdi daha kapsayıcı bir isim var. Bu yolculuğun daha sürdürülebilir olduğunu ve gelecek vadettiğini söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle öyle… Bir de müzik dediğimiz mesele sadece yaratıcıları değil, seyircileri de içeren bir şey. “Biz müzik kültürünü değiştirmek istiyoruz.” dediğimizde; dinleyicilerin festivallere nasıl eriştiği, festivallerin nasıl yapıldığı gibi pek çok soru devreye giriyor. Bu yüzden müzik meselesine daha geniş bakmak istedik. Artık şöyle açıklıyoruz kendimizi; ilk olarak müzik sektörünü değiştirmek isteyen bir organizasyonuz. İkinci olarak kökümüze referanslı bir şekilde, kadınları ve dezavantajlı grupları sanat ve müzik yoluyla güçlendirmek isteyen bir organizasyonuz.
“Güçlü Bir Gece Hayatından, Kadınların Özgürce Yürüyebildiği Sokaklara…”
Ben de iyi bir elektronik müzik dinleyicisiyim. Türkiye’de bir müzik kültürünün varlığından söz edebilir miyiz bilmiyorum. Bunu bir yana bırakıyorum… Ayrıca ses bence çok önemli bir konu. 25 yıllık bir club müziği, festival müziği dinleyicisi olarak eşimle beraber Türkiye’de pek müzik dinleyemiyoruz. Festivallerle beraber bizim ses kültürü ile olan mesafemizi kapatma motivasyonunuz var gibi gördüm…
Kesinlikle öyle… İlgilendiğin de çok belli. Çünkü bu, bana gelen jenerik sorulardan çok farklı bir soru. O yüzden çok mutlu oldum ve biraz evvel bahsettiğinde de çok etkilenmiştim. Bir coğrafyada, bir belediyede nasıl görme kültürü ile ilgili bir şey varsa işitsel kültür için de var. İşitsel kültürün nasıl kurulduğu, sizin nasıl bir müzik kültürü ile beslendiğiniz, neyi dinleyip neyi dinleyemediğiniz, nerelere girebildiğiniz, bunların ne kadar izinli olduğu, neyi ne kadar yapabildiğiniz… Aslında çok politik bir mesele.
İyi bir kulüp kültürünün gelişmesi çok güçlü bir gece hayatına, güçlü bir gece hayatı kadınların özgürce yürüyebildiği sokaklara, kadınların sokakta özgürce yürüyebilmesi başka türlü politik değişimlere işaret eden bir şey. İşletmecilik açısından bakarsak; iyi bir işletme iyi bir ekonomiye, yaratıcı sektörlerin büyümesine sebep oluyor. Pek çok farklı katmanları var ve bütün bu katmanları kesen bir meseleyi konuşuyoruz.
Bunlar bir taraftan da çok teknik ve pahalı eğitimler. Herkesin erişimi yok. Biz festivali biraz daha ileri seviye müzik eğitimi olarak görüyoruz. Ses meselesini genişletecek bir alan açmak istiyoruz.
Geçtiğimiz yıl ilk defa İTÜ MİAM (Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar Merkezi) ile festivalde bir ortaklık yaptık. Burada ileri düzey üç boyutlu ses tasarımı ile “Nasıl dinleriz, nasıl yaklaşmak gerekir, nasıl tasarlamak gerekir?” gibi konuların üzerine içerikler de oldu. 2024 itibarıyla temel hedefimiz dinleme kültürünü etkileyecek şeyleri dinleyiciye yönelik de yapabilmek. Umarım bunu, bu festivalde becerebiliriz…
Benim genel olarak gördüğüm; Türk insanının artık fotoğraf görüntüsü, görsel ve piksel ile bayağı haşır neşir olduğu… Ses konusunda da benzer bir şey olmalı. Çünkü müzik sadece üretilen ve melodilerden oluşan bir şey değil. Bütün seslerin bir araya gelmesindeki armoniye de müzik diyebilir miyiz?
Kesinlikle diyebiliriz. Gürültüden Sese*… Jacques Attali’ye referans ile söyleyeyim… 1900’lü yılların başındaki avangard müzisyenlerle beraber, gürültünün ve sessizliğin kendisi tasarlanabilen, bu tasarımlarla beraber anlamlı bir bütün oluşturulabilen bir dünyadayız. İster istemez bütün efektler, düşündüğünüzde çizgi filmlerden başka şeylere kadar, çok sese maruz kalıyoruz. Çok tasarıma maruz kalıyoruz… Buna dair bir bilinç yakalayabilmek, o sesler arasında farkındalığa kavuşabilmek bambaşka bir seviye tabii ki…
*Burada Jacques Attali’nin Türkçeye Gürültüden Müziğe olarak çevrilen Bruits: Essai Sur L’économie Politique de la Musique başlıklı kitabından bahsediliyor.
“More Pound More Sound”
Peki, sence ses kirliliği de mimari bozukluk kadar insan psikolojisini etkileyen bir şey mi?
Ses, fiziksel bir şey. Sağlıkla da alakalı… Nasıl mekanların ses seviyesi zabıta tarafından denetleniyorsa; aslında dinlediğin ve duyduğun her şey, nasıl bir dünyada olduğun, hatta ne kadar ağaçlıkta olduğun bile etkiliyor. Bugün Almanya’da büyük bir otoban yapılacağı zaman, tasarıma aynı zamanda büyük bir ağaçlandırma ekleniyor ki şehir içinde gürültüye maruz kalmayalım. Bu aynı zamanda, şehir ve peyzaj planlama ölçeğinde çok önemli bir ses mühendisliği…
Gittiğin festivallerde ses tasarımlarının kalabalık bir kitlenin kulağına hoş gelebilecek bir şekilde uygun olduğuna rastlıyor musun?
Tabii ki rastlıyorum. Yeni geldiğim için söyleyeyim, Cappadox da öyleydi. Uzun yıllardır yapılıyordu. Şimdi bir aradan sonra yeniden yapmaya başladılar. Ses dünyası ve tasarımı anlamında çok özenilmiş bir iş vardı. Yapılmayacak bir şey değil… Yeter ki biraz istensin, vakit ve bütçe ayrılsın. Biz de bu meseleye çok önem veriyoruz.
Yurt dışında çok fark edilir. “More pound more sound” diye bir laf var. Ne kadar çok ödersen, o kadar iyi bir şey duyarsın gibi bir anlamı var. Bu tarz kaliteli işlerin artmasına ihtiyaç var diyebiliriz.
Bu da bizi çok etkileyen bir şey; dinlediğimiz müzik kadar, o müziğin kulağa hangi frekansta geldiği. Bu, festivallerin çok önemsediğim bir yanı. Ama diğer bir yan da festivaldeki müzik harici programların çok çeşitli olması. Az önce, “İsim değiştirmemizde biraz kapsayıcılık var.” dedin… Oryantal atölyeniz var. Bambaşka teknik atölyeleriniz de var… İnsanlar bir müzik festivaline dışarıdan çok daha “cool” bakabilirken, siz genelde toplumumuz tarafından dışlanan bir dal olan oryantali de katıyorsunuz.
Orada kattığımız isim de çok önemliydi. Burcu Bilgen ile beraber o atölyeyi yapmıştık. Tabii ki de pejoratif (yermeli) bir şekilde bakıldığında, “Bu, çok iyi bir şey mi acaba?” olur. Ama Burcu Bilgen farkındalıkla; bedenden doğru kurulan o bedene inanç, kendine güvenme… Atölyenin biraz öyle bir yanı da vardı. Aslında bu sebeple de eklemek istedik. Çünkü biz oraya gelen insanların kendilerini iyi hissetmelerini, “Şişman mıyım? Şöyle miyim? Böyle miyim? Kıvrımlarım yerinde mi?” demeden özgürce hareket etmelerini istedik. Özgür bedenler, aynı zamanda kişisel güçlenmeye ve toplumsal dönüşmeye yol açan şeyler.
Biz, kendi sesini çıkarabilme ve bedenin özgürlüğü ile festival alanında var olabilmeyi bir bütün olarak görüyoruz. Festivalde aynı zamanda fikirsel düzeyde de böyle bir alan yaratmaya çalışıyoruz.
“Seslerin Gittikçe Yükselmesi…”
Aslında biz çok sesimizi çıkarabilen bir toplum değiliz. İfade etmek istediğimiz şeyle ilgili değil, biz sadece sinirlendiğimizde kontrolsüzce bağırabiliyoruz. Geçen gün ben de bir well-being kampındaydım. Bize egzersiz yaptıran kişi, “Şimdi nefes ile birlikte ‘hoh!’ diye bağırın.” dedi ve herkes kısık bir sesle “hoh” diyebildi. Normalde sesimizi çıkaramamaktan o ses hep içimizde kalmış. Kreşendo da biraz sesimizi çıkarabileceğimiz ortamı sağlıyor diyebilir miyiz?
Evet… Müzikal bir terim olarak bakarsak kreşendo, seslerin gittikçe güçlenmesi anlamına geliyor. Biz, hem farklı topluluklar için birbirine güvenen, inanan insanların bir araya geldiğinde dönüşüme yol açabileceğine, seslerin böyle güçlenebileceğine inanıyoruz hem de müziğin dönüştürücü gücüne inanıyoruz. Müziğin kendisi de böyle değişip dönüşebilir. İfade alanlarını ve kültürel ifadeleri çeşitlendirdiğimizde daha güçlü ve derinlikli bir müzik kültüründen bahsederiz. Bu da Kreşendo için temel rotalarımızdan birisi diyebilirim.
Benim kızım Derin. Ondan çok ilham alıyorum. Geçen gün, piyano dersinden sonra “Aslında notalar ve sayılar, bütün dünyanın konuşabileceği bir dil.” diye bir şey söyledi. Sizin de yaptığınız müzikteki teknik kısmı matematik olarak görürsek ve müzikaliteyi de notalar… Aslında siz çok birleştirici bir noktadasınız. Özellikle Türkiye gibi kültürel olarak ayrıştığımız bir yerde…
Ama bunun erişilebilirliği de çok önemli bir şey. Ben Fransa’da okurken, yazları Nice’te yaşıyordum. Oradaki konser alanı şehrin tam göbeğindedir. Hiçbir şeye binmene gerek olmadan gidebilirsin. Bizim festivallerde erişim/ulaşım durumu şu an için nasıl?
Çok güzel bir yere parmak bastın. Bununla ilgili küçük bir şey eklemek istiyorum. Bizim, Benim Şehrim Benim Sesim adında bir projemiz var. Her yıl kadınların yaşadıkları şehirlerle alakalı şarkılar yaptıkları, müzik prodüksiyonu eğitimi verdiğimiz bir proje. Orada her yıl bir “odak şehir” seçiyoruz. Bu yıl Ankara ve Balkanlar’daki şehirleri seçtik. Boşnakça, Makedonca… Çok dilli bir ortamdayız. Tabii ki de biz İngilizce ile iletişim kuruyorduk.
Günün sonunda provalara geldiğimizde notalar, müziğin dili gerçekten bizi buluşturdu. Bosna Hersek’ten gelen biri “Beril! Şunu yapmanı istiyorum.” dediğinde ne olduğunu anlayabildiğimiz bir dil… Aynı zamanda bu yüzden bizi buluşturup birleştireceğine inanıyorum diyorum.
Festivallerin erişilebilirliği bir tartışma konusu. Birkaç uç var burada. Birincisi sürekli sadece ücretsiz festival olması ve şehrin göbeğinde sürekli buna maruz kalmamız. Bu tamam… Zaten yapılabilir ve birçok insanın katılımına olanak sağlayacak bir şey. Kültürel çeşitlilik oluyor buralarda. Ama bir taraftan da Zorlu gibi, Parkorman gibi şehrin farklı yerlerinde bilet aldığınız festival alanları, mekanlar, kültür merkezleri, performans merkezleri yer alıyor.
Bunların iki uçta olduğunu söylemek lazım. Bir ülkenin kültür politikası dediğimizde bütün bu iki ucu kapsayan, kültürel çeşitliliğin dışında kültürel çoğulculuğa gidebilecek politikaları kastediyoruz. Ama Türkiye böyle bir noktada değil maalesef. Yerel yönetim düzeyinde de böyle değil, ulusal politika düzeyinde de böyle değil.
Bu pek çok yapıyı bir araya getirmeyi barındırıyor. Mesela belediyelerin sürekli sadece ücretsiz etkinlik yaptığında bir kültür politikasına katkı sunduklarını düşünmeleri hiç yeterli bir şey değil. Onun dışındaki alanlara da müdahil olabilmesi için pek çok şey yapmaları lazım. Türkiye çok potansiyelli bir yer ve İstanbul dünyanın en önemli şehirlerinden bir tanesi. Bunda hiçbir tartışma yok… Ama maalesef bu potansiyelin çok çok altında. Bir heyula içerisindeyiz…
En son yaptığınız 12 şarkılık albümde de Ankara’dan Balkanlar’a çok güzel şarkılar vardı. Aslında isimleri beni çok etkiledi. Oradaki seçimlerinizi yaparken zorlanıyor musunuz?
Projede biz bir açık çağrı yapıyoruz. Yani aslında insanlar başvuruyor ve sonra onlardan ne çıktıysa o. Biz müdahil olmuyoruz. Ama bu yıl bana ilginç gelen bir şey oldu; “Sığamam, bura bana yetmiyor.” gibi şarkılar vardı. “Belki birgün evi bulursun.” var. “Biz” var… Yani bıraksanız da şarkılar bir şey anlatıyorlar. Bence şarkılar, Ankara’nın insanların aklına getiren ilk klişeleri dışarıda bırakan bir derinliği de barındırıyorlar. Bu arada çok sevindim şarkıları dinlemiş olmana.
Ben şarkıları tekrar dinlediğimde bir şey farkettim. İlk yıl ve ikinci yıl biraz daha farklıydı. Bu yıl belki daha protest, belki bazı yerlerden daha öfkeli… Ama ben bir Ankaralıyım ve benim Ankara’dan beklemediğim pek çok farklı portreyi de görmüş oldum. Bu da beni çok mutlu etti.
Ben Ankara’nın sanat konusunda beklenmedik sürprizlere çok açık olduğunu düşünüyorum. Çünkü şu anda da aktif olarak maruz kaldığımız ama güzel bir şekilde maruz kaldığımız pek çok sokak sanatçısı Ankara kökenli. Cem Sonel gibi, Karagözüktü Kaptan gibi… Ankara’nın çok temiz kalmış, bugünün sanat piyasası dinamiklerinden uzak bir sanat dünyası var. Orada her şey İstanbul’a göre daha yavaş olduğundan dolayı, bence oradaki sanatçının biraz daha derinleşmeye vakti kalıyor. O yüzden Ankara’dan son zamanlarda sanat anlamında çok güzel sürprizler çıkıyor ve çıkmaya da devam edeceğini düşünüyorum.
Evet, çok doğru. “+1” diyeyim…
Senin eklemek istediğin, benim atladığım, unuttuğum bir şey var mı?
Bizi takip etsinler. Bir değişim dönüşüm dönemindeyiz ve daha çok içerik yapıyoruz. Yapmaya da devam edeceğiz.
Çok teşekkür ederim. Soruların ve beklenmedik soruların için… Çok mutlu oldum. Umarım bu sohbet serisi uzun süre devam eder.
Biz PlumeMag olarak Kreşendo’yu çok seviyor ve takip ediyoruz. Bir dahaki Green Up etkinliğinde de birlikte olacağımıza dair söz alıyoruz sizden.
Tabii ki…