Var Olma Kılavuzu 3: Kaderle Satranç Oyunu

Ingmar Bergman’ın otobiyografik kült filmi Yedinci Mühür’ün klasik sahnesi, bir şövalyenin ölüm ile giriştiği satranç oyununu anlatır: Ölüm, şövalyenin canını almak üzere gelir. Şövalye ölümün önünde diz çökerek ve ona boyun eğerek göçüp gitmeyi içine sindiremez. Riske girmeli, gerekirse meydan okumalı fakat her ne olursa olsun anlamlı bir an yaratmalıdır. Ölüme satranç oynamayı teklif eder. Eğer kazanırsa ölüm, onun canını bağışlayacaktır. Ben bu yazımda; Bergman’ın klasik sahnesini ödünç alıyor, ancak sahnede ölümün yerine ‘kaderi’ geçiriyorum. 

Fotoğraf: Birdünyafilm

Kader Nedir? 

Kader, “Bütün nesne ve olayların bilinip belirlenmesi ve buna ilişkin plânın gerçekleştirilmesi.” şeklinde tanımlanabilir. Yazgı, alın yazısı, kısmet gibi sözcükler kader yerine kullanılabilir.

Kader bir varlık mıdır? Onunla ahbaplık mı kurarız, yoksa hasmane bir tutum içinde mücadele mi ederiz? Mücadele ise bir savaş mı yoksa oyun mudur? Oyun ise ne tür bir oyundur ve nasıl sonuçlanır? Diğer yazılarımı okuyanlar, çeşitli sorular sorduğumu, bu soruların çoğuna da ikna edici yanıtlar ver(e)mediğimi hatırlayacaklardır. Yanıt bulmakta bazen zorlansak da sorular sormaya devam etmenin bizleri derinleştireceğini düşünüyorum.

Hayat yolculuğumuzun ne zaman, nerede ve kimlerin yanında başlayacağını ve sona ereceğini bilemiyoruz. Bunları kimse bize sormuyor. Biz sorsak da yanıt alamıyoruz. Bildiğimiz tek şey, bir kez başladıktan sonra mutlaka biteceği. Bu iki bilinmezlik arasındaki hayat maceramız sırasında yaşananlar konusunda da kafamız hayli karışık. Hayatımızın akışını özgür irademizle yaptığımız tercihler mi şekillendiriyor, yoksa denkleme giren başka unsurlar mı belirliyor? Yoksa varoluş biçimimiz, her ikisinin etkileşiminin sonucunda mı ortaya çıkıyor? 

Søren Kierkegaard’ın bu konudaki görüşü şöyle: “Pekâlâ, hayatımın efendisi değilim, hayatın kumaşını dokuyan iplerden biriyim. Tamam öyleyse, dokuyamasam bile ipi kesebilirim.” 

Antik Yunan edebiyatında pek çok esere konu olan kader kavramı, sadece ölümlü insanları değil, tanrıları da çok sarsıcı bir şekilde etkiliyordu. Yapılacak her işten önce kâhinlere danışılsa da kader kaçınılmazdı ve önünde duran her şeyi ezip geçiyordu. Delphi’de Apollon tarafından kurulan tapınak, kader tapınağıydı. Kader Tanrıçaları olan üç kız kardeş vardı: Klotho, Lakhesis ve Atropos. 

İnsanın ömrünün ipliğini Klotho dokurken, Lakhesis, bu ömrün yani dokunan ipliğin uzunluğunu belirlerdi. Atropos ise bu ipliği yani ömrü, zamanı gelince keser atardı. “Kaderin ağlarını örmesi” terimi, o günlerden günümüze uzanmış bir metafordur.

Fotoğraf: Wikipedia

İlk Günah ve İlk Cinayet: Hz.Âdem ve Havva, Kâbil ve Habil

May’e göre kader, çeşitli düzeylerde karşımıza çıkar: Doğum ve ölüm gibi kozmik; ırkımız, cinsiyetimiz, zekâmız ve fiziksel özelliklerimiz gibi genetik; ailemiz ve toplumumuz gibi kültürel; savaş ve salgın hastalıklar gibi koşulsal düzeylerde. İnsanın da kaderiyle bağlantı kurmak konusunda uyguladığı değişik yollar var: Kabullenmek ve iş birliği yapmak, karşılamak, meydan okumak, isyan ve mücadele etmek. 

Kaderimizi yaşayabildiğimiz ölçüde bir doygunluk ve başarı duygusu, olmak istediğimizi olduğumuz inancı yaşarız. Bu da insana, evrenle uyumlu olma duygusu ve gerçek özgürlük inancı sağlar. Ancak özgürlük, sorumluluk duygusunu da beraberinde getirir. Bu da kaygıya neden olur. Kierkegaard bu kaygıyı “olanaklar arasından özgürce seçim yapmanın sorumluluğunun bireye ait olduğu her durumda ortaya çıkan baş dönmesi” şeklinde tanımlar. 

Kader ve özgür irade arasındaki diyalektik ilişki, filozofların üzerine en çok yoğunlaştığı konulardan biri olmuştur. Rollo May’in bu konudaki görüşü ise şöyledir: “Kişinin kaderiyle her zaman paradoks halinde olan özgürlük, hedeflerimizle nasıl ilişki kurduğumuzdur ve kader de ancak biz özgürlüğe sahip olduğumuz için belirleyicidir. Kadere karşı ve kaderle birlikte özgürlüğümüz için verdiğimiz savaştan, yaratıcılığımız ve uygarlığımız doğmuştur.” 

Karl Jaspers de konuyu, “Özgürlük ve kader varlığımın tam bireyselliğinde buluşup kaynaşır. Her bir karar benim tarihsel kendiliğimin oluşmasına yeni bir temel oluşturur.” şeklinde formüle ediyor. 

Gazzâlî ise şöyle diyor: “Kulun yapma ve yapmama özgürlüğü vardır. Bu durum her şeyin Allah tarafından yaratıldığı inancı ile çelişmez çünkü özgürlük de Allah tarafından yaratılmıştır.”

Determinizme göre; aldığımız kararlar, eylemlerimiz, tercihlerimiz belirlenmiş ve kesin kurallar içerisindedir. Özgür irade bir yanılsamadır. Sadece nedenler ve sonuçlar vardır. İnsanın iradesi nedenler zinciri ile gelişen bir durumdur. Evrendeki tüm zincirlerin toplamı da kaderdir. Buna karşılık indeterminizm görüşü ise evrende meydana gelen her şeyin değişmez yasalarla açıklanamayacağını, nedensellik yasasına bağlı olmadan gerçekleşen olay, olgu ve süreçlerin de bulunabileceğini, insan iradesinin her zaman özgür olduğunu savunmaktadır.

Kaderi Değiştirebilir Miyiz, Tesadüfler Var Mıdır?

Geçmişe dönerek veya geleceğe giderek kaderin akışını etkileyebilir miyiz? Bu sorular da insan zihnini her zaman meşgul etmiştir. Alman dizisi “Dark” bu soruların cevabını aramaktadır. Bir geçit ve zaman makinesi aracılığıyla geçmişe veya geleceğe gidebilen insanlar, her türlü çabalarına karşın kaderin seyrini değiştiremezler. Zira zaman sonsuz bir döngüden ibarettir ve kaderi değiştirmek üzere yaptığımız her başlangıç, bizi kaçınılmaz olan sonuca götürür.

İnsanların hayatları, olayların akışı içerisinde birbirleriyle rastlantısal olarak mı kesişir, yoksa olup bitenlerin gerçekleşmesinde özel bir sebep mi vardır? Bu da bir diğer önemli soru. 

Yönetmen Inarritu ve senarist Arriaga, “Paramparça köpekler ve aşklar” “21 gram” ve “Babil” filmlerinde bu sorunun yanıtlarını arıyorlar. Benzer şekilde, Kieslowski de klasik üçlemesinin “Kırmızı” isimli son filminde, tesadüflerin izini sürüyor.

Fotoğraf: Letterbox

Kader Düşüncesinin Temelleri 

Eski Yunan düşüncesinde değişmez bir kader fikrini savunan Homeros, “İlyada ve Odesa” adlı yapıtlarında kader düşüncesinin temeli olan ilahi yazgıdan bahsetmektedir. Tanrısal yazgıyı insan özgürlüğü ile uzlaştırmaya çalışan Plato ise insanın kötülük işlemesinin Tanrı’nın koyduğu kanunlardan kaynaklanmadığını belirtmiştir. Aristo’ya göre evrendeki her şey bir amaç ve bir düzen içerisinde var kılınmıştır. Kadim Doğu gelenekleri ve eski Mısır inancında, insanın kaderinin ezelde belirlenmiş olduğu kabul edilmekle birlikte insanların eylemlerine de önem verilmiş, kişisel kader doğa yasalarıyla birlikte ele alınarak insanlara bu yasalarla uyumlu bir hayat sürmeleri tavsiye edilmiştir. Museviliğe göre, insanın kaderi bir yıl önceki hâl ve hareketlerine göre yıllık olarak yazılır. Hristiyanlıkta ezeli kader yaratıcının ilmiyle bilip, kudretiyle yarattığı olgulardır. Kaderimiz, ezelden bilinenlere bağlı olarak gelişmekte, yine o bilgiye dayalı olarak son bulmaktadır.                                                                                                                                                 

İslâm inancına göre kader, Allah’ın ezelden ebede kadar olmuş ve olacak olan şeylerin zaman ve mekanını, sıfatlarını ve her türlü özelliklerini bilip, ezelde o surette tayin etmesidir. Allah kainatı yaratmadan önce kalemi ve levh-i mahfuzu yaratmış, gerçekleşecek her şeye dair ilmini buraya yazmıştır. Her şey, var olmasının gerektirdiği şartlara ve yaratıldığı özel amaca uygun olarak yaratılmıştır. İnsanın yapıp etmeleriyle ilgili olarak ilahi bir ön bilgi vardır fakat bu ön bilgi insanın özgürlüğüne engel değildir. İnsan belli davranışları seçip yapmada bir şekilde özgür bırakılmıştır. İnsan özgür iradesiyle iyilik veya kötülükten birini tercih ettikten sonra, Allah tarafından o iş yaratılır. İnsanın sorumluluğu, kendisine irade verilmiş olmasından kaynaklanır. İşin tercih sahibi insan, yaratanı ise Allah’tır. 

Kader ile bağlantılı “amor fati” kavramı, “kader sevgisi” olarak tanımlanabilir. Nietzsche Ecce Homo’da şöyle der: “Benim için insan yüceliğinin formülü amor fatidir, bir kişinin ne geçmişine, ne geleceğine ne de sonsuza dek hiçbir şeyin farklı olmasını istememesi, mukadder olana sadece katlanmakla kalmayıp, onu sevebilmesidir.” 

Fotoğraf: Empire

Hayat serüvenimizin nasıl ve nerede başlayacağını belirleyemiyoruz. Tarihin belli bir döneminde, seçmediğimiz bir ailenin, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir kültürün içine ‘fırlatılıyoruz’. Ezelî kaderin sayfalarında neler yazılı olduğunu bilmiyoruz. Ancak Âdem’in çocuklarıyız ve kaderin ağlarını ören ipler bizim mayamızdan dokunuyor. Oyunun biteceğini biliyoruz ama ne zaman ve nasıl biteceğini bilmiyoruz. Bu da bize oyun içinde sonsuz tercih imkanı veriyor. Özgür irademizle bu tercihleri yapabiliyoruz. Bu durum başımızı döndürse de sorumluluk duygusu bizleri dirençli kılıyor. Önümüzde bazı seçenekler var: Kaderimize boyun eğip eylemsiz kalabilir, ona isyan edip savaşabilir veya onunla uyum ve iş birliği içinde hem kişisel yolculuğumuzun hem de uygarlığımızın yaratıcı hedeflerine doğru aşkla ilerleyebiliriz. 

Buyurun…