Tarihin Ortanca Çocukları

Tarihin Ortanca Çocukları

“Nefret ettiğimiz işlerde çalışıp ihtiyaç duymadığımız şeyler alıyoruz. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Ne bir amacımız ne de yerimiz var. Ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş. En büyük buhranımız, hayatlarımız.”

-Tyler Durden

Ünlü bilim konferansı Paris Exposition Universelle’de, 21. yüzyıl ile insanlığın bir daha asla açlık çekmeyeceği, tüm maddi sıkıntıların sona ereceği, bir daha asla çalışmak zorunda olmayacağımız görüşü hakimdi. Günümüze baktığımızda bunların hiçbirinin gerçekleşmeye yakın dahi olmadığını görüyoruz. Teknolojinin gelişimi insanlığa ruhani bir tekillik kapısı açacak sanılıyordu. Savaşların sonu gelecek, tüm insanlık barış içinde yaşayacaktı. Geçirdiğimiz iki büyük savaş ve ekonomik krizler ise durumun hiç de öyle olmayacağını gösterdi. Fakat o günlere göre bir hayli gelişmiş teknolojimiz ve yüksek yaşam standartlarımız var. İkinci Dünya Savaşı sonrası tüm o buhranı kaldırabilen insanlık, ne oldu da günümüzdeki pesimist kimliğe büründü?

Sıkışmış Bir Nesil

Tarihin ortanca çocukları, keskin sınırlarla çizilmiş tarih anlatılarında yerini bulamayacak olan sıkışmış insanlar, ne geleceğin ütopik hayallerine ne de geçmişin sefilliğine yakın, medeniyet tarihinin başladığı noktada doğan amaçsız insanlar topluluğu…

Chuck Palahniuk’a göre en büyük savaşımız, hayatlarımız. Günümüzde tarihte görülmemiş derecede psikolojik sorunlar artmakta. Her geçen yıl intihar oranları istikrarlı bir şekilde artış gösteriyor. Fakat çocukluğumuzdan beri bize pompalanan fütüristik 21. yüzyıl hayalleri bize bunu anlatmamıştı. Erken çağlarda, yalnızca yaşadığı günü düşünen atalarımıza göre daha mutsuzuz. Bugün ne yiyeceğini, vahşi bir hayvanın saldırısından nasıl kaçacağını dert eden, günlük yaşayan atalarımızın psikolojik sorunları var mıydı?

Bugün, yarını düşünmediğimiz tek bir an bile olmuyor. Genlerimize kazınmış olan arkaik yaşam dürtüleri, her gün modern dünyanın bize dayattığı kalıplar ile savaş halinde. Beyinlerimiz, bedenlerimizin ilerlemesini çoktan aşmış durumda. Yaşam standartlarının yükselmesiyle birlikte düşünecek çok fazla şeyimiz oluyor. Her insan bir filozofa dönüştü. Psikanalitik açıdan detaylıca işlenen bu modern insan ve bedensel dürtüler çekişmesi, ne büyük psikolojik karmaşalar içinde olduğumuzu gözler önüne seriyor. Belli ki insanlığın bir sonraki büyük ahlaki adımındaki eşikte doğduk. 

Kimlik Karmaşası

Kimlik karmaşası

Görsel: IvanZim

Eskiden bir insanın yalnızca birkaç sıfatı olabilirdi; köylü, aristokrat, din adamı, bürokrat, asker… Fakat günümüzde bireyselleşmenin artmasıyla bir insanı tanımlayan birçok şey gelişti. En basitinden artık “nesneler uzmanı” olan insanlar bulunuyor. Youtube’da yalnızca Apple ürünleri hakkında videolar çeken, “Apple uzmanı” olarak tanınan insanlar mevcut. İnsan kimliğinin basit nesnelere indirgenmesi, büyük bir kimlik karmaşası sorununa dönüştü. Kimliğimizi başarılarımız veya yeteneklerimiz değil, sahip olduklarımız tanımlıyor. Bu durumda içi boş kabuklardan başka bir şey değiliz. Yüzyıllardır doğaüstü olarak ele alınan insan bilinci ve kimliği kavramları, insan dışı maddi materyallere aktarıldı. Maddi dünyamıza yaşadığımız kayıplar, manevi dünyamızın çöküntüsünü getirdi. 

İnsanın kendi benliğinin farkına varmaya başladığı yaşlardan itibaren sürekli sorduğu “Benim amacım ne?” sorusu bugünlerde içinden çıkılmaz bir hâl aldı. Sürekli manevi ve maddi tekilliğe ulaşmamızı sağlamasını beklediğimiz bilim, psikolojik çöküntümüze destek oluyor. 

Bir yandan evimiz dünyayı ne denli yok ettiğimizi açıklıyor, diğer yandan tüm medeniyetimizin temellerini kurduğumuz matematik gibi bilimlerin temelde belli kabuller üstünde oluşturulduğunu, kesinliğinin asla kanıtlanamayacağını gösteriyor. Kopernik ile başlayan, insanın her şeyin merkezinde olmadığı görüşü, bugün milyarlarca yıl yaşındaki evrenin toz tanesinden bile küçük bir gezegeninde geçirilen, ortalama 70 yıl içindeki büyük kozmik korkuya dönüştü. Dünyaya gelen her insan evrenin önemsiz bir noktasında kayda değer olmayan bir hayat geçireceği gerçeği ile yüzleşiyor. Tüm bu anlamsızlık içinde kaybolan, bilinmezlik ve sonsuzluk korkuları içinde bulunan bir hayatı yaşamanın anlamı ne?

Başkaldırı

Yaşam tüm saçmalığı ile önümüzde duruyor. Bizler yanlış çağda dünyaya gelmiş, önemsiz ve amaçsız varlıklarız. Kimliklerimizi, amacımızı hiçbir zaman bulamayabiliriz. Fakat yaşamımızın kişisel olarak değerini anlamalıyız. Çünkü bizler sonsuz olasılıklar içinde dünyaya gelmiş küçük bir ihtimaliz. Maddi evrenin büyüklüğü altında ezilmek yerine yaşamımızın ne denli nadir bir olasılık olduğunu kavramalıyız. Peki, modernitenin bize getirdiği tüm saçmalıklar ve kalıplar ne olacak?

Medeniyeti reddetmek saçma bir şey gibi duruyor. Kalıplara boyun eğmek yerine onlarla savaşmalıyız. Albert Camus’nün dediği gibi her gün yataktan kalkma cesareti bulmak, saçmaya karşı bir başkaldırıdır. Hayatımızı daha değerli kılmak için her an saçmaya başkaldırmalıyız. Maddi bir eylemden daha çok manevi bir reddediş bu başkaldırı.

Saçmalığı ve anlamsızlığı kabul etmek, yine de ona karşı savaşmaktır. Bu yanıyla arkaik dürtülerimizi ayakta tutmamızı sağlar. Yaşamın her günü bir kavgadır. Aynı Fight Club’taki kavgalar gibi toplum baskısını yıkmalı, söylenmeyeni söylemeliyiz. Belki ancak bu şekilde sıkışmış benliklerimizden kurtulur, tarihin ortanca çocukları neslini sona erdirir ve etik ilkeler bakımından daha gelişmiş bir insan uygarlığına zemin hazırlarız. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız, yaşamları unutulacak, yaptıkları sonsuza kadar hatırlanacak kayıp yaşamlar…

Kapak Fotoğrafı: Graehawk