Özgür ve Nevi Şahsına Münhasır Bir Edebiyatçı: Arzum Uzun

Özgür ve Nevi Şahsına Münhasır Bir Edebiyatçı: Arzum Uzun

Güncelleme Tarihi: 2 Ekim 2021

Toplumsal konulardaki yorumları ile öne çıkan bir yazar Arzum Uzun. Nevi şahsına münhasır. Özellikle kadınların ötelenmesinden, susturulmasından, baskılanmasından ve belirli kalıplara sokulmasından çok rahatsız. Yazarlığını da adeta bu algıyı yıkmaya ve değişimin kıvılcımı olmaya adamış. Öyle ki yazdığı Aşkın 8 Kusuru, 99 Yazı, Nerdesin Aşkım, Süper Zeki Bir Kadının Über Salak Hikayesi, Bitli Pileyboy ve İzi Kaldı kitapları ile farkındalık yaratmayı isteyen Arzum Uzun, erkek egemen söylemi tersine çevirmeye çalıştığını, romanlarında aşkı anlatmak yerine sosyolojik ve psikolojik bir fotoğraf çektiğini vurguluyor. Uzun, üzerine çalıştığı yeni romanında da şaşırtmaya devam edeceğini belirtiyor.

Edebiyat dünyasında, Arzum Uzun edebiyatı diye bir kavram oluştu dersem haksız sayılmam sanırım. Dolayısıyla kendisini daha yakından tanıyacağımız bu röportajda kadının toplumdaki yerinden hayatın renklerine kadar birçok farklı enstantane yakaladık. 

Takipçin ve hayranın olan büyük bir kitlen var. Tanımayanlar, henüz karşılaşanlar için kendini tanıtır mısın?

Hayranım değil de beni beğenen ve takipçim olan bir kitle var. Bunların bir kısmı yazarlık kariyerimden, diğerleri ise sosyal medya paylaşımlarımdan ötürü takipte. Hayranlık çağında yaşamadığımızı düşünüyorum. Herkesin özel alanının kamusal alana dönüştüğü sosyal ağ devrindeyiz. Artık starlık ve hayranlık kavramlarının sonsuza dek rafa kalktığına inanıyorum ki sağlıklı olan da bu. 

Kim olduğuma gelince 1984 yılında dünyaya geldim. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldum. Üniversitedeyken reklam yazarı olarak çalışmaya başladım. Ardından dergilerde editörlük, köşe yazarlığı, baş reporterlik, yazı işleri müdürlüğü ve yayın yönetmenliği gibi görevlerde bulundum. Vatan Gazetesi’nde köşe yazdım, TNT’de sabah programı sundum. 2010’da ilk öykü kitabımı çıkardım. 2012’de ilk romanım yayımlandı. 2014’te uzun süre best seller olan Bitli Pileyboy’u yayımladım. En son 2017’de İzi Kadı adında köşe yazılarım ve denemelerimden oluşan hayat üzerine düşüncelerimi ve deneyimlerimi paylaştığım 400 küsur sayfalık bir eserim yayımlandı. 90’lar gençliğini anlatan 99 Yazı adlı romanım da 2015 çıkışlı. Zaman zaman senaryo ve tiyatro oyunları da yazıyorum. İşte böyle…  

Bir de akademik kariyerin var değil mi?

Evet. Lisans döneminde üniversiteye sadece 1,5 yıl düzenli devam edebilmiştim aynı dönemde çalıştığım için. Sonrasında sadece sınavlara girerek mezun olmuştum. Üçüncü sınıfta gelen bölüm başkanı asistanlığı teklifini reddetmiştim, sahaya çıkıp yaşamayı öğrenmem gerekiyor, şu an akademiye kendimi bağlamaya hazır değilim diye. Değildim. Gençtim, enerjim yüksekti, hayatı tanımak, daha çok yaşamak istiyordum, tecrübe kazanmam lazımdı, bizim okulu pek sevmiyordum vesaire, vesaire… Ama bir gün akademiye dönmem gerektiğini biliyordum. Çünkü araştırmayı ve yeni fikirler üretmeyi seviyorum. Bu minvalde Kadir Has Üniversitesi’nde İletişim Bilimleri yüksek lisansına başladım ve çok şükür bölümümü birincilikle tamamladım. Ardından Akdeniz Üniversitesi’nde Kadın Çalışmaları ve Toplumsal Cinsiyet doktorasına başladım. Akademi keyif aldığım bir yer. Keyif aldığım sürece de devam etmeyi düşünüyorum. 

“Kadının nasıl görünmesi gerektiği ile ilgili kalıplara karşıyım.”

Çok doğal biri olduğunu düşünüyorum. Kendin olmak, kendin kalmayı başarmak hele ki içinde bulunduğun sektörde zor olmadı mı?

Arzum Uzun

Fotoğraf: Artemis Günebakanlı

Sanırım dönem dönem, daha kolay kabul edilebilir biri olmak için çeşitli şeyler denedim. Sonra şunu fark ettim, ne kadar ödün verirsem vereyim, benden mutlu olmayan birileri çıkacak. Değer mi? Değmez. İnsanlar kulp takmak istiyorlarsa takıyor. Çünkü kendi içlerindeki zayıflığı, kusurları, bilhassa üretim yapan ve sözünü sakınmayan bir KADINsanız, sizi ötekileştirerek size yüklemeye hazır, üzerinden silindirle geçilmiş, minimumu bile düşünmeyi beceremeyen kitlelerle de yüz yüze geliyorsunuz; aklı başında insanlarla yüzleştiğiniz gibi… Ortada bir iş yapıyorsanız, bu riski almak zorundasınız. Onlar da sizde eksiklik bulup söylenmeye, ne dediğinizi hiç anlamadıkları halde size pislik atmaya devam edecekler. Böyle bireylere hemen gerekeni söylüyorum. Çünkü cool görünmek gibi bir derdim yok. Cool görüneceğim diye kanser olamam. Veririm cevabını karşımdaki kanser olsun. Kadının nasıl olması, nasıl görünmesi, nasıl davranması gerektiği konusunda kalıplar var toplumda. Ben o kalıplara karşıyım; bir yazar olarak, akademisyen olarak, kadın olarak, insan olarak bu aptallığa, bu uydurma kadınlık algısına benim üzerimden geçit vermeyeceğim. Konuşmaktan, fikirlerimi açıkça ifade etmekten korkmuyorum. Korkmak için bir nedenim yok. Doğru bildiğimi söylemeye, hakkımı aramaya devam etmek zorundayım. Varoluşumuzu bu kadar baskılamaya çalışan, kadına düşman, kadın katili, erkek egemen bir global sistemin içinde, bunu yapmak zorundayız, hepimiz… Tüm kadınlar. Bu iş hayatında elbette sorun yaratabiliyor. Sistem kendiniz olduğunuzda sizden korkuyor çünkü başını kolay ezebileceği vasat insanlar arıyor. Sanılıyor ki derdini söyleyen susmayan kadın çalışırken de arıza çıkaracak. Bakın bu düşünce gerizekalılıktır. Bunu düşünen de gerizekalıdır. Bu düşünce yapısındaki bir gerizekalıyla çalışmamak benim için anca neşe kaynağı olabilir, mutsuzluk değil. 

“İlk günden beri erkek egemen söylemi tersine çevirmeye çalışıyorum.”

Bana kalırsa “Arzum Uzun Edebiyatı” diye bir ifade şekli oluştu. Çarpıcı bir yanın var. Dilin de öyle, duyguların da… Aşk ilişkilerini, büyük bir gerçeklikle ve mizahla masaya yatırman okuyucuların tarafından çok beğeniliyor. Sen, kendi roman dilini ve roman tarzını nasıl ifade edersin?

Çok teşekkür ederim. Mütevazı olamayacağım bir konu bu. Bence de benim kendime has bir dilim, türler arası bir edebiyat biçimim var. Bunu var edebilmek için kendimi bildim bileli çalışıyorum. Emek veriyorum. Kimseye benzemeyen, kendi dili, kendi duygusu olan, orijinal eserler yazmaya çalışıyorum. Sonuçta ben birinden çalmadığım için başkaları benden çalıp roman, film, dizi, senaryo, ne bulurlarsa yazıyor. Üretim sürecinde sistem böyle işliyor. Orijinal bir şey üretirseniz, taklit ederler. Bazen sizden çok satar, çok para kazanırlar. Üretimin doğal döngüsüne uygundur bu. Ben de böyle durumlarda yakaladıklarımı hukuksal süreçlerle yoruyorum. Dediğim gibi, kimse benim canımı sıkıp elini kolunu sallayarak dolaşamaz.  

Arzum Uzun1

Fotoğraf: Artemis Günebakanlı

Diğer meseleye gelince, romanlarımda aşkı anlatmıyorum aslında. Zamanın ruhunu insan ilişkileri çerçevesinde anlatıyorum. Sosyolojik ve psikolojik bir fotoğraf çekiyorum. Ama daha da önemlisi bir edebiyatçı olarak ilk günden beri erkek egemen söylemi tersine çevirmeye çalışıyorum. Toplumsal rolleri sarsmayı deniyorum. Kadınların rahatça konuşabildiği, asla aptal olmadığı, seksten, hayattan bahsedebildiği, seksist olmayan küfürler edebildiği kitaplar yazıyorum. En çok eleştirildiğim nokta da bu elbette. Kadın küfreder mi, kadın seksten söz eder mi? Eder. Edecek. Size susmayı öğretenlerin devri kapandı hanımlar. Sizi baskılayan fosilleri unutacaksınız. Şimdi konuşma zamanı. 

Roman, yapısı gereği çok katmanlı bir hikaye anlatısı. Ben her katmana toplumdan bir mesele ve ilişki ağı yerleştiriyorum. Kahramanlar değil, kusurlu karakterler yaratıyorum. Nefes alan, koşan yürüyen romanlar yazıyorum. Okuyucu, ilk üç sayfada sıkılıyorsa bırakıp atabilir. İddiam, başlayan herkesin bitireceği yönünde. Buna çok dikkat ediyorum çünkü ben bile ilk üç sayfasına dayanamadığım kurgu eserleri asla okuyamıyorum. Sade bir dille, okuru boğmadan da edebiyat yapılabilir. Hatta en zoru budur. Zaman kurgunuz, ilişki örgünüz, karakter derinliğiniz yeterince kuvvetliyse, yapış yapış betimlemelere uyduruk cümlelere gerek duymadan da verebilirsiniz o duyguyu, anlatabilirsiniz derdinizi. Herkes Dostoyevski’yi bilir de bir Allah’ın kulu da açıp okumadığı için Kumarbaz’ın ne kadar yalın bir dille yazılmış, ne kadar basit bir hikaye olduğunu ve geçerliliğini nasıl hala koruduğunu bilmez. Oradaki duygu evrenseldir. Evrensel duyguyu yakalar adam, başarısı da budur. Ölümsüzlüğü bundandır. Roman okuru, duyguyu kovalar. Dünyadaki tek duygu da aşk değildir. Tek ilişki aşk ilişkisi değildir. Aşk romanı yazmıyorum. Ama duyguları ve durumları iyi analiz ederim. Dolayısıyla insan ilişkileriyle, zamanın ruhuyla, sosyolojik yapıyla ilgili iyi romanlar yazdığımı düşünüyorum. 

Şimdi kitaplarını sıralamak istiyorum. Birkaç cümle ile sende ilk hissettirdiklerini söyler misin?

SÜPER ÜBER (SÜPER ZEKİ BİR KADININ ÜBER SALAK HİKAYESİ): İlk romanım. Büyük amatörlükleri var ancak en sevilen eserlerimin başında geliyor. Demek ki doğru duyguyu yakalıyor. 

NERDESİN AŞKIM?: Süper Über’in devamı. Seriye bir devam kitabı daha gelmeyecek. 

Bitli Pileyboy

Fotoğraf: Kitaplojim

BİTLİ PİLEYBOY: Erkek egemen söylemi tersine çevirmek için hemen her şeyi yaptığım bir kitap. Şehirli insanın dramının trajikomik, yer yer şiirsel bir anlatımı. Kadınlar burada neden seksten söz ediyor, seks yapıyor diye çok eleştirildi. Bir o kadar da çok sattı. Şehirde belli bir zümrede kadınlar neden söz ediyorsa, ne yapıyorsa gerçekte onu yazdım. Erkeklerin kendilerini avcı sandıkları cinsel ve duygusal atmosferde, asıl avcıların kim olduğunu, gücün nasıl el değiştirdiğini, kendini etken sananın nasıl edilgen pozisyona düştüğünü, ataerkil düzenle bol bol dalga geçerek ve bütün serveti olan tek kaleyi, tek göndergesini devirerek ele aldım. O açıdan okunması gerekiyor. 

99 yazı

99 YAZI: En sevdiğim romanım. Bütün romanlarımın kahramanlarının 15-18’li yaşlarına dönüyor ve 1999 yılının yazında, Bodrum’da bir yazlıkta geçen maceralarını, hayatla, aşkla ilk tanışmalarını okuyoruz. Arkadaşının abisine aşık olmak gibi en naif duygudan, ilk cinsel tacize uzanan geniş bir dramatik yapısı var. Aile kavramını ve dostlukları da sorgulayan bir eser. Sonunda güçlü kahramanlarımız her şeyi kendilerince yoluna koyuyorlar. Ancak inanılmaz olaylar yaşanıyor. Ben bayılıyorum kendisine. Gözbebeğimdir. Beni hiç okumamış olanların ilk okuması gerekendir. 2015 yılında ilk kez yayımlandı. 2 yıldır yaygınlaşan 90’lar gençliği televizyon işlerini izlemeden önce bir okunsun derim. 

AŞKIN 8 KUSURU (VURGUN YİYENLER): İlk öykü kitabım. Anlatmak istediğim çok katmanlı hikayelere giriş. İlerleyen yıllarda bu hikayeleri daha mizahi bir dille buluşturarak yazmaya başladım. Çünkü hayatı Drama Queen gibi yaşayan insanlardan hiç hoşlanmıyorum. Kabusları bile kahkahayla aralamak gerektiğini düşünüyorum. 

İZİ KALDI: İçimde kalan, kenara attığım, yastık altında sakladığım ne varsa döktüğüm bir kitap. Bir hesaplaşma kitabı, duygular kitabı, iyileşme kitabı. İnsan olmaya dair hemen her sorunun cevabı var içinde. 

Yeni kitap projen var mı?

5 yıldır üzerinde çalıştığım bir roman projem var. Dediğim gibi, her zaman yaptığım üzere, bilinen tüm yerleşik kalıpları yıkmakla, güzel olanın, parlak olanın, iyi sanılanın gerçek yüzünü göstermekle ilgili bir roman. Her romancının takık olduğu bir tema vardır. Benimki de -mış gibi görünenin arkasını göstermek. Çirkin yüzünü. Çamurlu yollarını. Batum’a gidenler bilirler, şehrin ana caddeleri muhteşem görünür ama bir kapı aralandığı anda arkadaki gecekondularla ve sefaletle yüzleşirsiniz. Çok değil, bir duvar ayırır o gecekondularla ana caddenin parıltısını. Parlak görünen durumlar, insanlar da böyledir. İçini açıp baktığınızda büyük bir yıkıntıyla karşılaşır, şaşırırsınız. Şaşırtmaya devam diyelim. 

“Magazindeki abartı erillik bana göre değildi.”

Aynı zamanda bir TV kanalında magazin programı yorumculuğu yapmıştın sanırım. Fakat bir söyleminde de kendini o programda yaptığın işe, yapılan dedikoduvari beyanlara çok yabancı hissettiğini ve hiç sana göre olmadığını ifade etmiştin. Neydi seni bu ikileme iten?

Çocukluğumdan beri televizyona iş yapmak istiyordum. Ancak asla magazin masasına oturmayı hayal etmemiştim. Dokuz sene önceydi. O dönem yayın yönetmenliğinden yeni ayrılmıştım. Evde ilk romanımı yazıyordum. Roman bitti, canım sıkıldı. Ne iş yapsam diye düşünürken, o programda yönetmenlik yapan bir arkadaşımın vasıtasıyla teklif geldi. Üzerine ısrar geldi. Sadece deneyim kazanmak için birkaç hafta yapayım dedim. İnsan o yaşta, böyle bir şeyin üzerine yapışıp kalma ihtimalini hesap edemiyor. Ben dedikodu kısmına çok karışmayıp herkesle dalga geçiyordum açıkçası. O yayınları izleyenler hatırlar. Bugün Mücbir Sebepler’de yapılanla aynı şeydi. Magazinin dili erildir. Bense erkek egemen hiçbir söylemi desteklemiyordum. Erkek ünlülerle dalga geçiyor, kadınları koruyordum. Eğlendiğim yere kadar güzeldi. Ancak dediğim gibi, magazinin dili erildir. Kadını suçlama üzerine kuruludur. Bu benim dünyamda karşılığı olmayan, asla olmayacak bir şey. Dünyalarımız farklı yani. İnsanların hiç umurumda olmayan hayatları üzerine ağzımı açmaya üşenmeye başladım bir noktada. Dayanamadım. Ne derler bilirsiniz, herkesin hayatı kimseyi ilgilendirmez. Neyse, uzun lafın kısası, denemiş oldum. Bazı şeyleri denemeden öğrenemezsiniz. Tecrübe edinmeye de inanıyorum her konuda, sizin için en doğru olanı seçmek adına. Denemezseniz, gerçekten neyi istediğinizi bilemezsiniz. Toplum size neyi uygun görüyorsa onu yaşarken bulursunuz kendinizi. Ben böyle bir iş yapmak istemediğimi deneyerek öğrendim, öğrenirken eğlendim. Durum bundan ibaret.  

Açtığın bir de YouTube kanalın vardı. Gerçekten popüler ve güncel konuları sıkı şekilde ele alıp, olayın hem sosyolojik hem psikolojik hem de felsefik yönünü vurguluyordun. Birikimlerini ve hayat deneyimlerini, bakış açını rahatlıkla yansıtabildiğin özgür bir platformdu. Neden bitti bu proje?

arzum uzun3

Fotoğraf: Artemis Günebakanlı

Beraber yola çıktığımız ajans ile anlaşamadık. İzlenmelerimiz düşük kaldı. Prodüksiyonda zayıflıklar vardı. O yüzden bıraktım. Daha rahat daha bana uygun bir firma ile dijital platformda ya da YouTube’da tekrar yapabilirim. Bakın orada da işin içine magazini katıyordum örneklem yaratmak için. İnsanların ilgisini çekiyor magazin. Doğru kullanırsanız, akademik olarak da iyi bir malzeme. İngiltere Kraliyet Düğünleri ile ilgili bir makalem var mesela. Yazarken o kadar eğlenmiştim ki. İngiltere politikası ve ekonomisiyle kraliyet düğünlerinin ortaya çıkış sürecinin paralel işleyişini incelemiştim. Sosyal bilimler çalışmak gözünü, kulaklarını, kalbini tüm dünyaya açık tutmayı gerektiriyor. Yine de konvansiyonel medyayı çok düşünmüyorum artık. Gerçi aşırı iyi para verirlerse gündüz kuşağına yemek programı sunarım gibi… “Damadım mutfakta”. Damatlar yarışıyor, kayınpederler kapışıyor. Neden olmasın? Şaka ediyorum tabii ki. Aklı başında bir iş gelirse yaparım. Saçmalık gelirse teklifi dinlemem bile… 

“Çok düştüm ama kendim kalktım.”

Sivri ve açık dilli olmanın seni başarılı kılan ana özelliklerinmiş gibi geliyor. Hani bir markanın kimliği, onu diğerlerinden ayırt eden özelliklerini verir ya… Arzum Uzun markasının da bir kimliği var. Yanlış mı düşünüyorum bilmiyorum. Sen nasıl ifade edersin?

Hiç marka algısı düşünmedim biliyor musun? Reklam okumuş biri olarak bunu söylemem tuhaf ama gelişine davranıyorum. Hesap edemiyorum. Beceremiyorum. Ben kolay sinirlenen, haksızlığa tahammülü olmayan biriyim. Sivrilik dediğin şey o olabilir. İnsanlar normalde de çok asabiyim sanıyorlar, değilim. Saygısızlık ve haksızlık yoksa genelde çok sakinim. Kimseye kabalaşmam. Karışmam, bulaşmam, sosyal çevremde fikrim sorulmuyorsa görüş beyan etmem kimsenin hayatı hakkında. Kitaplarımda küfür vardır, özel hayatımda küfretmem. Ortaya marka gibi bir şey yansıyorsa, o benim. Neysem oyum. Kimsenin beni sevmesiyle ya da sevmemesiyle ilgili bir derdim yok. Ne özel hayatımda ne de iş hayatımda kendimi sevdirmeye çalışmıyorum. Biliyorum ki istediğim an her şeyi bitirip yeniden başlayabilirim. Uzun sürer, zor olur, çok ağlar, çok üzülürüm, kimseye çektiğim acıyı göstermem ama yaparım. Defalarca yaptım. Çok yalnız kaldım, çok düştüm, çok itildim, çok yoruldum… Ama kendim kalktım. Anlayacağın başkalarına değil, kendime güveniyorum. Galiba bu beni eyvallahsız, düz biri yapıyor. Düşündüğünü söylemekten çekinmeyen, rahat, daha az baskılanmış, hayattaki tek engeli kendi düşünceleri olan, en çok kendisiyle kavga eden, kendisini aşmaya çalışan biri… 

“Bir yerde sosyal medyadan herkes bıkacak diye düşünüyorum.”

sosyal medya

Fotoğraf: croud.com

Özellikle pandemi sürecinde her şeyin daha yoğun bir şekilde dijital ortamda yaşanıyor olmasından dolayı başta sosyal medyanın fütursuzca ve kontrolden çıkmışçasına kullanılmaya başlanması sonucu gerçeklik algısının boyut değiştirdiği aşikar. Aşklar, ilişkiler, arkadaşlıklar hep göstermelik telaşında. Bu yapaylık daha ne kadar dejenere edecek bizi? Bu süreci, nereye doğru koştuğumuzu nasıl yorumlarsın? 

Çok sıkıldım açıkçası tüm sosyal medyadan. Bir yerde herkes bıkacak diye düşünüyorum. Kimileri erken kimileri geç aydınlanacak. Ama şöyle söyleyeyim; restoranların, kulüplerin, barların, meyhanelerin açılmasını dört gözle bekliyorum gerçekten sosyalleşmek için. Yeter bu kadar sanal dünya. Ki tüm sosyal medya araçlarına ilk girenlerdenim, bunu ben söylüyorum. Doyamayan da oradan devam etsin yaşamına, biz tutmayalım. Toplumu bunların dejenere ettiğine inanmıyorum. Dejenerasyon dediğimiz şey, tarihsel bağlamda gözlenen değişimler. Eski Roma’da kadınlar kocalarını aldatmaya başladığında, kocalar karılarını aldatırken susan toplum ayaklanıp dünya başımıza yıkılacak diye naralar atmaya başlamıştı. Öyle ki bu Cumhuriyet Roması’nın bitişini, İmparatorluk Roması’nın doğuşunu tetikledi. Tarihsel bağlamda toplumlar dönüşür. Geriler, ilerler. Bilmemiz gereken tek şey şu: Korkmayın, hiçbir şey asla hep kötüye ya da iyiye gitmez. Endişeye mahal yok. 

“Basit hayatın küçük konforlarını özledim.”

arkadaşlar

Fotoğraf: newzoogle.com

Pandemi süreci geride kaldığında gerçekleştirmek istediğin öncelikle konular var mı? Mesela neyi çok özledin, neler yapacaksın?

Off… Yurt dışına seyahat etmek ve bol bol gece dışarı çıkmayı çok özledim. Ama daha küçük ölçekte arkadaşlarımla dışarıda yemek yiyebilmek, kahve içebilmek, sohbet edebilmek en özlediğim şeyler. Basit hayatın küçük konforlarını özledim yani. 

Peki şu an ki mesleğini yapmasaydın, hangi mesleği seçerdin?

Şarkıcı olurdum. Çocukluğum boyunca planım konservatuara gitmekti. Güzel Sanatlar Anadolu Lisesi sınavına girdim, o sabah bir sürü aksilik yaşandı ve sesim gitti. Ergenliğimde sesim gidip geliyordu sürekli çünkü. Lisede de son dakikaya kadar konservatuar sınavına girmeyi düşünüyordum.

Yeni projelerin, planların varsa öğrenmek isteriz…

Belirttiğim gibi, yeni kitap üzerinde 5 yıldır çalışıyorum. Kısmet olursa onu bu sene bitirmek istiyorum. Doktora sürecim devam ediyor. Kalanına bakacağız. Hayat ne getirirse… 

“Neyi sevdiğini bul ve seni öldürmesine izin ver!”

Son olarak 2021’den beklentin, dünyaya, insanlığa bir mesajın var mı?

söz

Fotoğraf: twitter.com

2021’de mesaj kaygısı olmayan, beklentilerle yaşamayan insanlar görmek isterim. Ancak böyle bir beklentim yok. Herkes kendine oyalanacak, ruhuna iyi gelen bir şeyler bulsun ve onu yapsın derim. Var olmanın başka bir nedeni yok. Bu dünyada sevdiğiniz şeylerle oyalanmanın ötesine geçmeye çalışmayın. Hayatın ve mutluluğun bütün sırrı orada. Demiş ya Bukowski Bey: “Find what you love and let it kill you.” yani neyi sevdiğini bul ve seni öldürmesine izin ver… Bu sözün tamamen yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Orada sevgi, aşk diye kastettiği şey, benim kastettiğim anlamda sevdiğiniz, ilginizi çekecek bir meşgale. O meşgaleyle uğraşırken yaşamaktan ve ölüp gitmekten bahsediyor esasında. Aşık olacak birini bulup sizi öldürmesine izin verin demiyor. Benim önerim de hayat tanımım da bu.

Seni sosyal medyada takip etmek isteyenler için hesaplarını paylaşabilir misin?

Instagram: arzumuzun

Facebook: arzumuzun

Twitter: arzumuzun

Keyifli sohbet için teşekkürler…

Ben teşekkür ederim. 🙂