Halk arasında tanındığı ismiyle Pepe yani Uruguay Eski Başkanı Jose Mujica Cordano hayata gözlerini yumdu. Sarayda yaşamayan, en fakir başkan olarak anılan, işkence gördükten sonra başkan olunca intikam hevesine kapılmayan bir insan düşünün; insanın insanlığa inancını artıran bir örnek isim… Jose Mujica’nın esaret, işkence ve devrim mücadelesinden başkanlığa uzanan yaşam öyküsünü anlayabilmek için tarihte bir yolculuk gerekli…
Jose Mujica Yaşam Öyküsü
Adam mahkuma baktı ve sordu: “Mahkum kaç yıl ceza aldığını biliyor mu?”
Memur cevapladı: “Hayır, bunu kendi vücuduyla hissedecek.”
(Franz Kafka’nın Ceza Sömürgesi adlı öyküsünden.)
Uruguay, 1960’larda düşük ekonomik refah ve gelir adaletsizliğinin had safhada olduğu bir ülkeydi. Yaşanan büyük sel ve kuraklık felaketleri de kötü yönetimi perçinliyordu. Bu on yılın başında daha önce demokratik mücadelenin çoğunlukla şehirde ve sendikalar çevresinde yoğunlaştığı Uruguay’da, bu sefer köylülerin politik dinamizmi MLN/Tupamarolar’ı doğurdu.
Adını eski bir Latin Amerika halk önderi olan Tupac Amaru’dan alan bu halk örgütü, üç yıl süren teorik tartışmaların ardından 1963’de silahlı mücadele kararı aldı ve Cezayir Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan anımsayabileceğimiz bir yöntemle şehir gerillası olarak yapılandılar.
Kimi öldüreceği belli olmadığı için mayınlı tuzaklamayı tercih etmeyen, iş adamlarını rehin alıp işkenceci polisleri kaçıran, Uruguay Merkez Bankası’nı kamulaştırıp banka soygunlarında ele geçirdikleri paraları yoksullara dağıtan bu örgüt kısa bir sürede halkın desteğini alarak dönemin hükümeti ile denk bir hale geldi.
1973 haziranına geldiğimizde askeri darbeyle ülke yönetimi faşist idarenin eline geçti. ABD kontrollü bu darbenin, sadece üç ay sonra Şili’de destekledikleri darbe ile beraber düşündüğümüzde ABD’nin Latin Amerika’yı dizayn etme projesinin bir parçası olduğunu anlayabiliriz. Nitekim darbeden sonra Tupamaro hücreleri hızla ele geçirilmiş ve devrimcilerin sorguları CIA uzmanları tarafından yapılmıştır.
Bu noktada tutuklananların örgüt üyeleri ile sınırlı kalmadığını söylemekte fayda var öyle ki o dönem Uruguay’daki her 54 kişiden biri hapisteydi…
Yani sakat da olsa, demokrasiden sonra Uruguay artık diktatörlük ile yönetiliyordu. Tupamaro Özgürlük Hareketi yenilmiş, hayatta kalabilenler hapse atılmıştı. Derken 7 Eylül’de mahkum edilen Tupamaro üyelerinden dokuzu, askeri idare tarafından gizlice esir alındı. Yani artık birer mahkum değil, rehineydiler…
O günden itibaren yıllarca görecekleri sistematik fiziksel ve psikolojik şiddetin yanı sıra haftalarca gözleri bağlı bekletilecek, aç bırakılıp buldukları böcekleri yemeye zorlanacak, üzerlerine benzin dökülüp yakılmakla tehdit edilecek, vücutlarına elektrik verilecek, Savunma Bakanlığı kararıyla konuşmaları ve onlarla konuşulması “resmen” yasaklanacaktı.
Geçen yıllar boyunca bir süre de olsa aynı yerde tutulanlar duvarlara vurarak geliştirdikleri dil sayesinde haberleşmiş, hatta kodları kullanarak satranç oynamış ve akıl sağlıklarını korumaya çalışmışlardı.
Bu cehennem günlerinde sahip oldukları geçici ayrıcalıklar; içine tükürülmüş yahut sigara söndürülmüş bir yemek kalıntısı, bir ihtimal işitilen bir kuşun kanat çırpışları, gardiyanın radyosunda çalan Ravel’den Bolero ve bir anlığına sıcak kollarını açan bir düşten fazlası değildi. Direnmeyi bırakırlarsa kaybedeceklerini biliyorlardı ve en iyi yaptıkları şey de direnmekti.
Esaretlerinin yedinci yılı olan 1980’de faşist askeri rejim, hazırladıkları anayasa planını referanduma sundu fakat anayasa planı halk tarafından reddedildi. Mahkumlar bu galibiyeti gece boyu dayak yiyerek ödediler. Yine de bu bir kazanımdı çünkü böylece hükümet, yaklaşık beş yıl sonra mahkumların salıverilmesini de sağlayacak demokrasi için müzakere sürecine girmek zorunda kaldı.
1985 yılına geldiğimizde pek çok mahkum ile beraber bu dokuz rehineden hayatta kalanları, on iki yıl yani tam 4323 işkence dolu gün sonra serbest kaldılar.
Jose Mujica Başkanlık Dönemi
Dokuz rehineden biri olan Eleuterio Fernandez Huidobro daha sonra Savunma Bakanı ve senatör olarak görev yaptı. Bir diğeri; halk arasında bilinen ismi ile Pepe, yahut namıdiğer “Saraysız Başkan” Jose Mujica Cordano, 2010-2015 yılları arasında Uruguay’ın Devlet Başkanı oldu ve 13 Mayıs 2025’de hayatını kaybetti.
Uruguay’ın mevcut Devlet Başkanı Yamandu Orsi, Mujica’nın ölüm haberini “Başkan, militan, lider ve önder… Seni çok özleyeceğiz sevgili ihtiyar. Bize verdiğin her şey ve halkına duyduğun derin sevgi için teşekkür ederiz.” notuyla paylaştı.
Aslına bakarsanız Jose Mujica da tam olarak böyle hatırlanmak istiyordu… Nitekim New York Times gazetesine verdiği röportajda “Nasıl hatırlanmak istersiniz?” sorusunu, “Olduğum gibi… Çılgın ihtiyarın teki.” şeklinde yanıtlamıştı.
1935’de Montevideo’da dünyaya gelen Jose Mujica ile Tupamaroların yolu gençlik yıllarında kesişti. Kendi ifadesine göre hiç cinayet işlememiş olan devrimci, tutuklanırken 6 defa vurulmuş olmasına karşın hayatta kaldı. Onu 89 yaşında öldürecek olan şey, yemek borusunda çıkan kötü huylu bir tümör olacaktı.
Hapisten çıkar çıkmaz MMP’yi (Halk Girişimleri Hareketi) kurdu. Yıllarca halkın güvenini kazanan bu hareket, nihayetinde 2004 yılında en büyük parti haline geldi. Tabare Vazquez hükümetinde Hayvancılık, Tarım ve Balıkçılık Bakanı olan Jose Mujica, aday olduğu bir sonraki seçimde Devlet Başkanı unvanını kazandı.
Devlet Başkanı Mujica’nın ilk işi mal varlığını açıklamak oldu. Bu tutar yalnızca 1800 dolardan ibaretti… Kendisine bağlanan yaklaşık 8000 dolarlık maaşın neredeyse tamamını bağışladı. Elinde kalan aşağı yukarı 800 dolar ile -ki bu o dönem için Uruguay’daki ortalama bir maaştır- “dünyanın en fakir başkanı” olarak hayatını sürdürdü.
Mujica’nın başkanlık konutunda yaşamaya da niyeti yoktu bunun yerine karısına ait olan çiftlikte eşi ve bir bacağı noksan köpeğiyle kalmayı tercih etti. Nobel Barış Ödülü adayları arasında gösterilmesine karşı kazandığı takdirde ödülü kabul etmeyeceğini açıkladı.
1987 model vosvosu ile hastaneye gittiğinde muayene sırasına girmekten hiç gocunmadı. Dünya siyaseti meselelerinde de çizgisini hiç bozmayan Mujica örneğin İsrail’in Filistin halkına soykırım yaptığını ve bunun da ABD tarafından azmettirildiğini söylemekten çekinmedi.
Bu yılın başına geldiğimizde kanseri karaciğerine sıçramış ve tedaviyi bırakmıştı. Vasiyetini de açıklayan son beyanı şöyleydi;
“Dürüst olmak gerekirse ölüyorum ve öldükten sonra köpeğimin yanına gömülmek istiyorum.”
ve şöyle demişti…
”Gereksiz ihtiyaçlardan oluşan koca bir dağ yarattık. Bir şeyler satın alıp sonra çöpe atıyoruz. Aslında boşa harcadığımız şey hayatlarımız. Bir şey satın aldığımda veya siz aldığınızda ödemeyi parayla yapmıyoruz. Ödemeyi yaşamımızdan, para kazanmak için harcadığımız zamanla yapıyoruz. Aradaki fark ise şu; hayatı satın alamazsınız. Hayat geçip gider… ve hayatınızı boşa harcayıp özgürlüğünüzü kaybetmek korkunç bir şeydir.”
Onun için yapılan El Pepe: Yüce Bir Yaşam isimli belgeselin adı boşuna böyle konmadı.
Jose Mujica dürüst bir lider ve ateşli bir devrimciden çok daha fazlası olarak hatırlanacak. “Hiç” ile sınanıp “az” ile yaşamayı öğrenmiş, iktidarı ele geçirdiğinde intikam hırsıyla rövanş almayı düşünmeyen ve onurlu, insanca bir hayatın ne anlama geldiğini bilen bir insan olarak…
Siyasi düsturunu anlamak için de yoldaşlarının 60’larda ele geçirdiği lüks bir gece kulübünün duvarlarına yazdıkları yazıya bakmak yeterli olacaktır;
“Ya Herkes Dans Edecek Ya Da Hiç Kimse.”
Yahut bir başka biçimde;
“Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz.”
