İklim krizi kavramının artık hayatımızdaki yeri tartışılmaz. Yıllar evvel sadece belgesellerden öğrendiğimiz kadarıyla konuya hakimdik, sonrasında kendi sözcüklerimizle iklim krizini, küresel ısınmayı tanımlar olduk. Şimdilerde ise ülkemizde ve dünyada gördüğümüz örneklerle iklim krizinin etkilerini ve kaçınılmaz sonuçlarını görüyoruz. Yüzyıllık zararın elbette ki dönülecek bir yeri kalmadı ve asla kar edilebilecek bir yanı da olmayacak. Ancak iklim krizinin yarattığı tahribatı önlemek amacıyla artık bambaşka bir çevre dizayn ediliyor ve kurulan bu yeni çevre, milyonlarca insan için fırsat oluşturuyor. Bu bağlamda Türkiye daha karbon ayak izini, sera gazı etkilerini hesaplarken, kimi ülkeler iklim krizini fırsata çevirerek enerji, tarım ve sanayi sektörlerinde istihdama katkı sağlayabilecek çözümler üretiyor.
Şirket ve şehirlerin dahil olduğu çözümler epey gündeme gelmiş olsa da ulusal çapta politik ve ekonomik sebeplerden dolayı adım atmakta zorlanıyoruz diyebiliriz. Yenilenebilir enerji kaynak kullanımından geri dönüşüm sistemlerine, yeni tarım politikalarından gıda sektörüne kadar pek çok ülkede yeni iş fırsatları doğuyor. Biz hangi ülkeler ile eşdeğer durumdayız, hangi ülkelerle ileride anlaşmalarımızı gözden geçirmek durumunda kalacağız, aşağıda yer alan iki anlaşma ile inceleyebiliriz.
Türkiye’nin Paris Anlaşması
Fotoğraf: Rafael Kellerman
Paris Anlaşması ile hedeflenen aslında iklim değişikliğinin etkilerini dünya çapında azaltmaktır ve BM İkim Değişikliği Çerçeve Sözleşme kapsamında imzalanan anlaşmanın 191 taraf ülkesi bulunur.
2015’te imzalanan 2016’da yürürlüğe giren Paris Anlaşması’nın önemi; küresel ısınmadaki seviyeyi aşağı çekebilmek adına etkili adımlar atabilmek ve atılan adımların denetlenmesini sağlamaktır. Hazırlık aşamasını hızlıca atlayan bazı Avrupa ülkeleri bu anlamda Paris Anlaşması ile iklim kriziyle mücadelede epey yol almaya başladı diyebiliriz.
Eritre, İran, Irak, Yemen, Libya gibi anlaşmayı imzalayan ancak yürürlüğe koymayan ülkeler arasında yer alan Türkiye’nin ise Paris Anlaşması’nı yürürlüğe sokmamasının iki sebebi var. Birinci nedeni; ülkenin büyüyen ekonomisi ve nüfus artışı gibi etkenlerden dolayı sera gazı emisyonunu istenen hedeflere çekemeyecek olması. İkinci neden ise enerji santrallerinin yenilenmesi ve tarım politikalarının değişimi gibi iklim kriziyle mücadeleye ayıracak bütçesinin bulunmaması. Bu yüzden yeterli finans ve teknoloji desteklerinden yararlanabilmek için Yeşil İklim Fonu’ndan kaynak talep ediyor. Doğruluğu tartışılır ancak tüm bu sebeplerden dolayı Türkiye kalkınma hedeflerinde net bir rakam veremiyor ve herhangi bir taahhütte de bulunamıyor.
Uluslararası çapta atılan diğer önemli adım Yeşil Mutabakat olarak geçiyor ve aslında yeni pazarlar oluşturacağı için birçok iş fırsatı sağlıyor. Dünyadan somut örneklerin de yer aldığı Yeşil Anlaşma tam olarak neleri kapsıyor bakalım.
Avrupa Yeşil Anlaşması
Fotoğraf: Markus Spiske
Yeşil Anlaşma 2019 yılında AB komisyonu tarafından yayımlanmıştır. Odağına çevreyi alan tebliğ; ormanları, kirlenen okyanusları, nesli tükenen canlıları koruma adına birçok maddeyi barındırır. Ayrıca Avrupa Komisyonu tüm ekonomik süreçlerde, BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini eylemlerine ışık tutacağını belirtir. Yeşil Mutabakat, Avrupa’yı iklim nötr haline getirmeyi amaçlar ve bu hedeflere sera gazı emisyonunu ve karbon ayak izini azaltmak da dahildir.
Bundan sonra yapılan ortaklıklarda öncelik; çevrenin sürdürülebilirliğine, doğa ve insan sağlığına verilecek gibi gözüküyor. Özellikle gıda sektöründe kullanılan kimyasal ilaçlar ve tarım arazilerinin sağlığa uygunsuz şekilde işletilmesi, değiştirilmesi gereken birincil yaklaşımlar arasında. Avrupa, eylem planlarında bu yaklaşımlara çözüm getirmek amacıyla tarımda pestisit kullanımını düşürmeyi ve organik gübre üreten firmaları desteklemeyi hedefliyor. Bu durum, bitki bazlı ilaçların üretiminde artış sağlayabilir, organik gübre üreten girişimleri destekleyebilir ve beraberinde ise birçok iş kolu yaratabilir.
Yine diğer ülkelerden örnek verecek olursak Avustralya, atık geri dönüşüm kapasitesini artırmak için 5 milyar doların üzerinde bir yatırım planlıyor, İngiltere, havadaki karbonu yer altına gömecek 1,5 milyar dolarlık projesini hayata geçirmek istiyor. Bu örnekler, binlerce kişiye istihdam ve birçok sektöre yeni kazanımlar sağlayacak nitelikte sayılabilir. Keza yeni kurulacak Nigel Williams hattı ile İngiltere ve Norveç arasında enerji alışverişi de gerçekleşecek. Bu hat ile İngiltere, rüzgardan sağladığı fazla enerjiyi Norveç’e, Norveç de İngiltere’ye hidroelektrik santrallerinde ürettiği elektriği gönderebilecek.
İşsizlik oranı epey düşük olan ülkeler bile iklim krizini fırsata çevirip şehir ve kırsal bölgelerde istihdam yaratmayı planlıyor. Çevre politikalarının değişmesiyle beraber iklim krizi dünyanın çeşitli ülkelerinde de dolaylı yoldan istihdama çare olacak gibi duruyor. Yıllardır üzerinde çalışılan ve çevreye ciddi zarar verecek projeler için 30-40 milyar dolarlık fon ayıran Türkiye, odağına sürdürülebilirliği, atmosfere saygıyı alan AB ile ileride sorun yaşayacak gibi görünüyor. Çünkü AB ülkeleri, ihracatının yarısını bu ülkelere yapan Türkiye’den de kendi uyguladığı revizyonları uygulamasını isteyecek. Sizce Türkiye bu halkaya dahil olup önceliğinin insan sağlığı olduğunu ve doğaya karşı duyarlı olduğunu gösterebilecek mi, yoksa evrensel problemleri bir kenara koyup pandemi öncesi kaldığı yerden devam mı edecek?
Kapak Fotoğrafı: Zoe Schaeffer