Bir “Makine Hatıraları: Uzay” Deneyimi

Bir “Makine Hatıraları: Uzay” Deneyimi

Dünyaca ünlü medya sanatçımız Refik Anadol’un ilk kez görücüye çıkan çalışmalarının oluşturduğu kişisel sergisi “Makine Hatıraları: Uzay”, 19 Mart’dan beri Pilevneli Gallery’de sergileniyor. Sergi açıldığından beri içeriğiyle beraber önünde uzayıp giden kuyrukla da gündemde. Öyle ki ülkemizin sanat aşığı Instagram kullanıcıları, her gün bayramlıklarını giyip sabahın erken saatlerinde sıradaki yerlerini alıyorlar. Bunda; Refik Anadol’un yanı sıra yapılan etkin PR çalışmasının, sonu gelmez sosyal medya paylaşımlarının ve serginin ücretsiz oluşunun da etkisi yok diyemeyiz. Pandemi sebebiyle uzun süredir bu tarz etkinliklerden uzak kalışımız da cabası. Haliyle Horkheimer’in dediği gibi, modern insanın toplumdan kaçacak bir yeri kalmıyor ve sergiye olan ilgi kümülatif bir şekilde ilerliyor. İlerlesin de zaten. Elitistlik yapacak halimiz de yok. Ama sergide gördüğüm insanların belki yarısı, önünde fotoğrafını çektirdikten sonra dönüp bir kere bile bakmıyor çalışmalara. Buna binaen Refik Anadol, sosyal medya hesabında ‘’Çekemeyenler anten taksın.’’ minvalinde görünce oldukça şaşırdığım bir paylaşım yapmış. Minvalinde diyorum fakat direkt olarak birilerine yetmiş metrelik bir DNS anteni görseli hediye etmiş. Ama sanırım hepimizin arzuladığı sanatın -ve hatta sanatçının da- halka inişi, tam olarak böyle bir şey olmasa gerek.

Yapay zeka kullanılarak yapılan görsel spekülasyonların, veriyi estetize ettiği sergi, iki bölümden oluşuyor: “Hatıralar” ve “Düşler”. İlk bölüm; uzay teleskopları ve uyduların hatıraları, yani kaydedilen iki milyondan fazla ham görsel verinin pigmentlere dönüştüğü algoritmik imajlar. İkinci bölüm ise 15 dakikalık bir yapay zeka simülasyonu enstalasyonundan oluşuyor.

Bir bakıma tabancasını vuran askerin, kalemini yazan şairin azmettiricisi gibi Anadol. Keski de yontu da aynı. Bir nevi teknolojiye teknolojinin üstüne teknolojiyle heykel inşa ettiriyor ve bu heykel poz vermiyor. Bilakis sürekli. Bu süreklilik aslında sergideki bütün seçkin anları birbirlerine bağlayarak bir açıdan bütün bir ortamın ara formsuz tek bir sanat eserine dönüşmesini sağlıyor. Bu bağlamda Refik Anadol’un, çalışmaları üzerindeki hakimiyeti tek kelimeyle inanılmaz.

Teknolojinin, hatta daha kabaca elektriğin bir sanat eserinin materyali ve kendisi olması kulağa hala ilginç geliyor olabilir. Fakat döneminin en gelişmiş teknolojisi kullanılarak yapılan “ışığın tasarımı” eylemi de bugün çok gündelik ve alışılmış olan fotoğraftan başka bir şey değil. Lakin bu teknolojik akılcılığın öne çıkışı, bu çok boyutlulanış, insanı iki boyutlulaştırıyormuş izlenimi veriyor. Adeta teknolojinin insanlaşmasıyla beraber insanın, insan dışılaştığı bir distopya gibi. Öyle ki laboratuvar hissizliğindeki sergide, akla dokunacak çok şey bulmak mümkünken ruha dokunacak bir şey yok kanaatindeyim. Makine hatıralarının, makinece görselleştirildiği sergide Anadol’un fikri dünyası dışında kalan alkışı kim hakediyor bundan da pek emin değilim.

Uzayın tahayyülü noktasında gerçek bir deneyim imkanı sunan sergi, fazlasıyla baş döndürücü ve heybetli. Benzer bir baş döndürücülüğü sözgelimi herhangi bir tekno partiden de alabilirsiniz. Fakat buradaki “heybeti” oldukça önemsiyorum. Çünkü sanatçı bu güçlü ambiansla fiziksel alanın etkisini fazlasıyla egale edebiliyor. Tabii bu sergi özelinde aynı “güç”; bir göz boyamaya, adeta çalışmanın kendi içinde kendini pazarlayabilmesini sağlayan bir hipnoz aygıtına dönüşüyor izlenimine de kapılmıyor değilim. Bu düşünceden sonra sergide gördüğüm her şey, basit fakat çok parlak bir teknoloji fetişizmine evriliyor.

Uzun lafın kısası; sanat sadece fikirse, Refik Anadol harika bir sanatçı.

Eğer sanat sadece fikirse…