Hemen her gün bir sanat eserinin, iklim aktivistliği başlığı altında saldırıya uğramasına şahitlik ettiğimiz yeni bir olay yaşıyoruz. Geçtiğimiz mayıs ayında Mona Lisa tablosuna yönelik saldırı ile başladığını söyleyebileceğimiz bu ‘’trend’’, son zamanlarda sayısını artırarak devam ediyor. Claude Monet’in Les Mueles’i, Goya’nın Maja’ları, Van Gogh’un Ayçiçekleri…
Aslına bakarsanız tüm bunlar bir dizi eylemin yalnızca birkaçı. Çoğunluğu, Britanya merkezli bir iklim aktivistleri grubu olan Just Stop Oil tarafından gerçekleştiriliyor. Eylemlerinin hedefinde de sadece sanat eserleri var diyemeyiz. Lüks markaların satıldığı dükkanların vitrinlerini de kendilerini ifade etmek için kullanıyorlar. Hatta geçtiğimiz mart ayında bir aktivist, İngiltere’de oynanan Everton – Newcastle United maçında plastik kelepçe yardımı ile kendini kale direğine bağlamıştı.
Peki, Just Stop Oil ne istiyor?
Oluşumun etki alanı daha çok Birleşik Krallık ile sınırlı diyebiliriz. Niyetleri hükümetin fosil yakıtlarla ilgili verdiği lisansları iptal etmesini sağlamak olarak özetlenebilir. Bunun yanı sıra tüm dünya için iklim değişikliğine dikkat çekerek yaşanabilir bir geleceği mümkün kılmak istiyorlar. Fakat dikkat çekmek için kullandıkları yöntem ise oldukça tartışmalı gözüküyor. Gelin, bütün bu meseleye iki perspektiften de bakalım…
Ayçiçeklerini Görmek
Bu bir dizi ‘’sivil itaatsizlik’’ eylemini, Van Gogh’un Ayçiçekleri tablosuna yönelik yapılan eylem üzerinden inceleyelim. Just Stop Oil destekçisi iki kadın aktivist, eserin üzerine domates çorbası fırlattıktan sonra kendilerini tutkalla duvara yapıştırıyorlar. Eylemcilerden biri olan 21 yaşındaki Phoebe Plummer eylem esnasında aşağı yukarı şu cümleleri sarf ederek kendini ifade ediyor;
‘’Sanat hayattan daha mı değerli? Yemekten, adaletten daha mı fazlası? Hayat, milyonlarca üşüyen aç aile için satın alınamaz hale geldi. Bir teneke çorba bile pişiremiyorlar. Bu sırada ekinler tükeniyor ve insanlar musonlarda, orman yangınlarında ve iklim değişikliğinin neden olduğu kuraklıkta ölüyor. Hemen harekete geçmezsek, geriye bakıp kaybettiklerimizin yasını tutacağız.’’
Plummer bir başka açıklamasında ise korunduğu için esere bir zarar gelmeyeceğine kesinlikle emin olduklarını ve aksi halde asla böyle bir şeye kalkışmayacaklarını üstüne basa basa dile getiriyor. Böylesine ünlü bir sanat eserini hedef alırken niyetlerinin görünür olmak olduğunu ve de yaptıkları eylemin tam bir ‘’saçmalık’’ olduğunu söylüyor. Saçmalık… Tıpkı doğaya verdiğimiz zarar gibi. Tıpkı fosil yakıt tüketiminde direnmek gibi…
Bu gönderiyi Instagram’da gör
Plummer, doğaya yönelik saldırıların sanat eserlerine yönelik olanlar kadar dikkat çekmediğini gözler önüne sermek istiyor. İnsanlığın ortak mirası olarak görülen sanat eserlerine gösterilen bu ‘’inceliğin’’ iş tabiata geldiğinde niçin sergilenmediğini sorguluyor. Nitekim görece yakın sayılabilecek bir gelecekte insanların ayçiçeklerini tarlalardan ziyade, sadece Van Gogh’un bir tablosunda görebilmeleri ve neye benzediklerini buradan öğrenmeleri işten bile değil. İklim krizine dikkat çekmeye çalışılan binlerce eylem yapılıyor. Fakat hiçbirisi ne yazık ki kendisinden bu eylem kadar bahsettiremiyor. Phoebe Plummer ve onun gibi düşünenler de bu çağdaş insan hayatında tabiri caizse oyunu kuralına göre oynuyorlar.
Benzer eylemler lüks arabalar satan galerilerin vitrinlerinde de gerçekleştiriliyor. Bu olduğunda çok daha rahat bir şekilde ‘’Oh olsun!’’ diyebiliyoruz. Halbuki kapitalist düzen içerisinde milyonlarca lira paha biçilen ve kolonyalizm timsali ulusal müzelerde görücüye çıkarılan tablolar da bir meta olarak lüks bir otomobilden çok daha farklı bir şey ifade etmiyor. “Ortak miras” diye nitelendirilen bu şeylere yalnızca bilet karşılığı bir süre bakabiliyoruz o kadar. Tabii bu ayrıca bir tartışma konusu…
Antitez…
Yapılan eylemleri, eylemleri hayata geçiren insanların perspektifinden aktarmaya çalıştım. Burada yapılmak isteneni anlamıyor değilim. Hatta pek çok açıdan hak verdiğimi de söyleyebilirim. Lakin bu tarz eylemlere karşı her zaman oldukça mesafeliyim. Çünkü işin özünde tabiata yönelik şiddet, kültüre şiddet uygulayarak kınanmaya çalışılıyor. Şiddete dikkat çekmek için temsili bile olsa şiddetin bir başka formuna başvurmayı son derece sağlıksız buluyorum. Bu eylemlere karşı hissettiğim çekinceleri birkaç başlık üzerinden dile getirmeye çalışacağım;
Hedef Yaratmak
Bu eylemler neticesinde sanat eserlerine saldırmak fikri, aktivist bir eylem olarak normalleşmiş oluyor. Haliyle sanat eserleri, bir meseleye dikkat çekmek isteyen herkesin hedefi haline gelmiş oluyor. Just Stop Oil grubunun eylemlerinde eserlere zarar gelmeyecek olmasının öncelendiği dile getiriliyor. Peki, ya çok kez tekrar etmesi halinde bir başka eylemde bu detay atlanırsa ne olacak?
Görünür Olmak
Yapılan eleştirilerden bir kısmı da dikkat çekmeye çalıştıkları yönünde. Zaten belli ki yapılmak istenen de tam olarak bu. Ne yazık ki “eleştirilemeyecek” yöntemlerle yapılan eylemler gündemi meşgul etmiyor. Yapılan eylemin “tartışmalı” olması konuşulmasına ve sosyal medyada paylaşılmasına hizmet ediyor. Fakat bu realiteyi kullanmak aynı zamanda bu çarpık düzeni olumlamak manasına da geliyor.
Kim Seyredecek?
Eylemin bunca sansasyonel oluşu sosyal medya üzerinden milyonlarca insanın eylemi görmesini sağlıyor. Sadece bu düşünüldüğünde amaca ulaşıldığı söylenebilir. Fakat kaç kişi eylemi yapan insanların söylediklerini gerçekten dinliyor ve meseleyi derinlemesine araştırıyor? Bunu yapabilen insanların dikkatini iklim değişikliğine çekmek için böyle eylemlere ihtiyacımız var mı? Yoksa bu insanlar zaten bu konuda duyarlı olan insanlar mı oluyorlar? Bu eylemlerle sosyal medyada karşılaşan çoğu insan yalnızca basit bir şekilde bir şiddet sahnesi ile yüz yüze geliyor ve hayatına devam ediyor. Örneğin Afganistan’da yaşayan sıradan bir genç bu videoyu izlediğinde ne düşünecek?
Suçun Romantize Edilmesi
Çoğu zaman izleyenler için eylemdeki şiddet sahnesinin ön plana çıkıyor oluşu çok büyük bir sorun. Nitekim bu eylem özelinde pek çok insan için “cool” gözüken şey bir iklim aktivisti olmak değil, sanat eserine çorba fırlatmak… Bu da iklim aktivisti olmayı marjinalize etmekle kalmıyor, işin görece suç sayılabilecek kısmını övgüye mazhar hale getirmiş oluyor. Vandallığı, şiddeti ve hastalıklı bir zihne sahip olmayı havalı bulma eğiliminde olan insan sayısı tahmin edebileceğimizden bile fazla iken işin bu yönü oldukça önemli. Bu meseleyi iki örnekle daha görünür kılmak istiyorum;
American Psycho filmini hepimiz izlemişizdir. 2001 çıkışlı filmdeki Christian Bale’in canlandırdığı Patrick Bateman karakteri, sosyal medyada yapılan meme’leri ile beraber son zamanlarda yeniden popüler oldu. Pek çok erkeğin kendini bu karakterle özdeşleştirdiğini ve “cool” bulduğunu görebiliyoruz. Halbuki filmde asıl anlatılmak istenen bu karakterin korkunçluğuydu sanıyorum. Filmin senaristlerinden olan Guinevere Turner bu durumu şöyle dile getiriyor;
“Patrick Bateman’da kendini gören erkeklere çok şaşırıyorum. Filmi anlamamışlar gibi geliyor. O bir seri katil ve bu havalı bir şey değil.”
Bu meselenin benzer bir izdüşümünü Netflix yapımı Dahmer dizisinin yarattığı etkide de görebiliyoruz. Pek çok insana göre dizide Dahmer’in yaptıkları romantize ediliyor. Dizi çıktıktan sonra Dahmer için bir sürü hayran grubu oluşturuldu. İnsanlar ne yazık ki meselenin özünü kavramaktan ziyade başka şeylere bakmayı tercih ediyorlar. Korkarım bu durum iklim aktivistliği adına yapılan bu eylemlerde de kendine yer bulabilir.