Güncelleme Tarihi: 13 Haziran 2021
Hepimiz bir romanda usta yazarlar tarafından tasvir edilen şehirleri, büyülenmiş bir şekilde hayal etmişizdir. Bir şehri en iyi anlayan insanlar yazarlar sanırım. Şehrin boş kabuğundan daha çok aynı bir insan gibi iç benliğini çok iyi tasvir ederler. Defalarca önünden geçtiğimiz sokakları, bir yazar gözünden görünce aslında ne kadar da kör olduğumuzun farkına varırız. Şehirde bir yazar gibi kaybolmak gerekir. Peki ünlü yazarlar; uzaklardan, sanki bir insan gibi işleyen devasa şehirlere baktığında ne görmüştür?
Orhan Kemal – İstanbul
Dünyanın en eski yerleşim alanlarından olan İstanbul, tarih boyunca neredeyse her dönemde insanlığın odak noktalarından biri olmayı başardı. Coğrafi konumunun kültürel etkileri sayesinde her sokak dönemecinde birbirinden başka hikayeler İstanbul’da vuku bulur. Modern Türk Edebiyatı da Türklerin en önemli şehri İstanbul’u her daim mercek altında tutmuş. Orhan Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Melih Cevdet Anday gibi yazarlar İstanbul ile öyle iç içe geçmiş ki bugün onlar olmadan İstanbul’u, İstanbul olmadan onları hayal edemiyoruz.
Orhan Kemal’e göre İstanbul, var olduğu günden beri buruklukları taşıyan bir kent, kültür karmaşasının gayri meşru çocuğudur. Yıllar boyu çeşitli yönetimler altında bulunan İstanbul, Osmanlı’nın yıkılışı sonrası gökten inme modernleşmenin etkisi olan köyden şehre göçün dramını taşır. Orhan Kemal, Ayasofya’ya yaslanıp sigara tüttüren, geçim sıkıntısı içinde büyük şehrin altında kalan seyyar satıcıyı görür İstanbul’a bakınca. Konu insan olduğu zaman tüm Helen ve Roma kültürü seyyar satıcının kederli bakışları altında ezilir. Orhan Kemal şehre adım attığında ne gördüyse onu kaleme almıştır. İstanbul’un bir şehir olarak hissiyatını anlatır bizlere. Karakterleri İstanbul’un kenar mahallelerinde, kimi zaman meyhanelerde kimi zaman iş kuyruklarında şehri tanır. İstanbul’u anlamak için bir fakirin şehir hakkında yakınmasını dinlemek, çarpık kentleşmeyle oluşmuş bir evde uyumak, geçim derdi yüzünden varını yoğunu satmış yaşlı bir köylüden yaşam tavsiyesi almak gerekir. Orhan Kemal, kendimizin ve şehrin kimliğini keşfedene kadar İstanbul’da kaybolmamızı ister.
Arthur Rimbaud – Paris
Görsel: Marcelo Noah
Hayata isyanın vücut bulmuş hali, genç ateş Rimbaud, diyar diyar gezen yazarlardan biri. Hayatı boyunca sürekli annesinin zulmünden kaçıp büyük şehirlere yerleşmeye çalışmış. Beş parasız, yanında tahta bir bavul, içinde küçük kağıt parçalarına yazılmış şiirler ve tahta bir kaşık, kalbinde bir umut ve yalın ayaklarla düşermiş Paris yoluna. Arthur Rimbaud hayatı boyunca pek çok şehir gezmiş ama hayatını belirleyen anıları, her biri neredeyse film konusu kadar ilginç yolculuklarıyla edinmiştir.
Rimbaud için Paris bir umudu temsil etmektedir. Romanında bahsettiği “Kesinlikle modern olmak gerekir!” ilkesi, Paris’i anlatır bizlere. Her ne kadar idealleri olan kalbi umut dolu biri olsa da sonuçta gönlü yanan bir gençtir Rimbaud. Paris’e adım attığında sanki kokusunu duyar gibi varoş birahanelerinde bulur kendini. Cebindeki üç beş meteliği sabahlara kadar içmeye harcar. Yatacak yer bulamadığı için birahaneden kovulduğunda at pisliklerinin yanına, çamur içine kıvrılıverir. Sabah üstü başı çamur şekilde, Paris’in en elit yazar kafelerine atar kendini. Burada parası olmadığı için sağdan soldan bulduğu küçük kağıt parçalarına yazdığı şiirleri okutacak çok insan vardır. Daha kafeden adımını attığında herkes, üstü başı paçavra Rimbaud’nun yine kaçtığını anlardı. Rimbaud bu mekanlarda şiirlerini okur, para kazanmaya çalışırdı. Onun için bir şehir, içinde yaşayanların kültürü kadar iyiydi. Şiirlerini yayınlatmak için elinden geleni yapar, kovulduğu bacadan tekrar içeri girerdi. Paris’te düşmediği sokak, atılmadığı kafe kalmayana kadar her kapıyı çalmaktan vazgeçmedi. En sonunda yolu Afrika’ya kadar yolu düştü. Bacağı kesilmiş, açlıktan yüzü benzi atmış, topallayarak memleketine döndüğünde son bir hüzünlü gözle bakar onun için umudu temsil eden şehre. Yarım kalmış hayallere, hayatı boyunca savunduğu modernliğe, gençlik umuduna bir bakıştır bu. Rimbaud’nun yaşamı, tarih boyunca tüm dünyanın kültür başkenti olarak kabul edilen Paris’in yaşadığı ikinci devrimin yansımasıdır.
Dostoyevski – St. Petersburg
Görsel: Wikimedia Commons
Rus edebiyatının en önemli şehrini, en önemli yazarından dinlemek gerekir. Epilepsi hastası, isyankar, kumarbaz, yorgun bir mühendis olan Dostoyevski için Petersburg bir başkadır. Suç ve Ceza’nın geçtiği şehir, yapısıyla ve insanıyla her daim Dostoyevski’yi büyülemiştir. Raskolnikov, Rus Aydınlanması sonrası karışık politik görüşler ve göç altında ezilen Petersburg insanıdır. O sokaklarda yürüdükçe sokaklar onunla konuşur. Bazen şehrin toplumsal yapısına karşın absürt bir şekilde dimdik duran klasik dönem mimarisine sahip evlere rastlarız. Bazen ise köyden yeni göçmüş bir Rus köylüsünün şehre dahil olma çabasına tanık oluruz. Petersburg, farklı zamanlarda İstanbul ile kader birliği yapmış bir şehirdir.
Anlatılan hikayeler, karakterler değişse de Dostoyevski’nin de bahsettiği üzere Petersburg üstünde her daim bir sis vardır. Sanki doğa, bireylerin sıkışmışlığını anlar gibi karamsarlık altında bırakır şehri. Romanda önemli yer teşkil eden Hay Market Meydanı, şehri özetler bizlere. Raskolnikov bu meydandayken şehrin kokusundan bahseder. Duyu organlarını soyut anlamları tasvir etmekte ustaca kullanan Dostoyevski, her şehrin bir kokusunun olduğunu, bireyleri bu şekilde kendine çektiğini düşünür. Kimisi fırından yeni çıkmış ekmek kokusuna, kimisi ise genelevde çalışan bir kadının sürdüğü parfüm kokusuna tutulur.
Petersburg her şeyi içinde bulunduran ama hiçbir zaman tam olmayan bir şehirdir. Kumar parası kazanmak için roman yazan biri elbette ki şehrin yeraltı dünyasına epey girip çıkmıştır. Kumarbaz romanında mekanlar, içinde bulundurdukları kişilerin kimliklerini kazanır. Petersburg hala direnmekte olan burjuvazinin kimliklerini taşır bu sebeple. Dostoyevski, Petersburg’da bir mekana girdiğinde aslında bir insanın içine girdiğini anlar. Tüm bunlara rağmen Petersburg’u ayrı bir sever yazar. Bir şehir, her şeyiyle bütündür onun gözünde. Büyük hikayeler etrafında Petersburg’u anlatırken kendini anlatır bu huysuz kumarbaz. Yani Dostoyevski Petersburg’tur, Petersburg Dostoyevski’dir.
Kapak Fotoğrafı: Pixinio Commons