Yazarın Ölümü

Yazarın Ölümü

Meşhur edebiyat eleştirmeni Roland Barthes – ki kendisi postmodernist düşüncenin öncülerinden kabul edilir- vakti zamanında ‘’Yazarın Ölümü’’ isimli bir deneme kaleme aldı ve aslında her şey böyle başladı.

Roland Barthes’in bu denemesinde ileri sürdüğü fikir, özetle bir metnin var olabilmesi için yazarının ölmesi gerektiği tezine dayanır. Tabii burada ölüm, bir metafor olarak karşımızda. Aslında Barthes bu metinle, bir yazının yazıldığı andan itibaren yazarından bağımsızlaştığını ve okuyucuyla yeniden var olduğunu savunur. Yani artık yazarın anlatmak istediği değil de okuyucunun anladığı önemlidir. Barthes’e göre olması gereken de tam olarak budur. Çünkü eğer yazar, ölmez de yazdığını açıklamaya devam ederse bu yorumu ve haliyle yazıyı öldürecektir. Bana kalırsa bu sadece edebiyat için değil, bütün sanat disiplinleri için oldukça geçerli bir söylem. Hatta bazen sanatçı, eserinin hayatta kalabilmesi için sadece eserinin üzerindeki etkisini değil, eserin muhataplarına dokunabilecek bütün fikirlerini de öldürmek zorunda kalabilir. Çünkü artık öyle gözüküyor ki sanatın muhatapları, eserin hayatı için sanatçıyı da öldürmeye hazır.

La Sagrada Potter

Forbes’in 2019 verilerine göre tüm dünyada en çok kazanan yazar, J.K. Rowling. Kaleme aldığı Harry Potter serisinin dünya çapında 400 milyondan fazla sattığı düşünülürse bu hiç de şaşılacak bir şey olmasa gerek. Aslında bir bakıma Harry Potter’ın Rowling’i var ettiğini söylemek pek de yanlış olmaz herhalde. Belki de bu yüzdendir ki Rowling eserinin üzerinden elini eteğini çekmeye pek gönüllü değil. Hal böyle olunca Harry Potter serisi edebiyat dünyasının La Sagrada Familia’sı gibi bir şey oldu. Çünkü bir türlü bitemiyor.

Seri, tam manasıyla 2011 senesinde son filmin yayınlanması ile nihayete erdi diyebiliriz. O günden beri Rowling, bilhassa Twitter’da Harry Potter evreni hakkında yeni bilgiler paylaşmaya devam ediyor. Fakat serinin hayranları bu durumdan rahatsız gibi gözüküyor. Etkileşim uğruna yapılan ‘’Öyle yazdım ben aslında ama…’’, ‘’O şöyle tabii ama siz bunu bilmiyorsunuz…’’ minvalindeki paylaşımlar, tüm Harry Potter evrenini çelişkilere sürüklemekten başka bir şeye hizmet etmiyor. Rowling de sağ olsun, canı sıkıldıkça yazmaya devam ediyor.

Rowling’den Güzellemeler

Harry Potter evrenindeki sarpa sarış bir yana, gün geçmiyor ki Rowling yeni bir pot daha kırmasın. Yazar uzun bir süredir transfobik söylemleriyle, en yumuşak tabirle kalp kırıyor diyebiliriz. Örneğin geçtiğimiz yıl Twitter’da; ‘’Covid-19 Sonrası Regl Olan İnsanlar İçin Daha Eşit Bir Dünya Yaratmak’’ isimli bir makaleyi işaret ederek, ‘’Regl olan insanları tanımlamak için bir kelime olduğuna eminim. Yardımcı olur musunuz?’’ gibi bir yorum yaptı. Bu sarkastik tavrının altında söylemek istediği gayet açık; ‘’Regl olan insanlara ‘kadın’ denir.’’ Tabii sosyal medya kullanıcıları hemen kendisine hatasını anlatmaya çalıştılar. Çünkü biliyoruz ki dünyada ikili cinsiyet sisteminin dışında kalan, yani kendilerini kadın olarak tanımlamasalar da regl olan insanlar var.

J.K Rowling

Tüm bu düzeltmelere karşı Rowling, oldukça ilginç çıkarımlar içeren bir tweet daha attı. Bu tweette de ‘’Eğer cinsiyet gerçek değilse hemcinsine karşı çekim diye bir şey de olamaz.’’ gibi bir şey söylüyor. Bu felsefi açıdan oldukça garip cümle, ‘’Tanrı yoksa insanlar nasıl ateist olacak?’’ demek gibi bir şey. Hem zaten kimsenin biyolojik cinsiyetleri reddettiği falan yok. Fakat cinsel kimlik denilen şey, yalnızca biyolojik cinsiyetle açıklanamaz. Umuyoruz ki bir gün, Rowling de dahil herkes bu gerçeğin farkına varır.

J.K. Rowling twitter

Kötü Kalpli Sanatçılar

Rowling’in seri hakkındaki ‘’bilgilendirmeleri’’ zaten okuyucusunu fazlasıyla üzmeye yetiyordu. Üzerine eklenen bu transfobik söylemleri yüzünden de hatırı sayılır bir grup insan tarafından boykot edilmeye başladı. Öyle ki yazarın adının kitaplardan silinmesi gerektiğini söyleyenler bile var. Buna bir de edebiyat dünyasında yeniden tartışma konusu olan Lovecraft meselesi eklendi. H.P. Lovecraft, bilmeyenler için korku edebiyatının babası gibi bir şeydir. Hatta kendisi hayatımıza ‘’lovecraftian horror’’ diye de bir kavram bile soktu. Fakat artık bazı çevreler bu kavramın sadece ‘’cosmic horror’’ şeklinde anılması konusunda ısrarcı. Çünkü Lovecraft, son derece aşırı bir ırkçıydı. Hatta şimdi burada yer vermek istemediğim bazı beyanları kanınızı donduracak cinsten.

Rowling’in transfobisi, Lovecraft’ın ırkçılığı, Dali’nin Franco hayranlığı, Knut Hamsun’un Nazi sempatizanlığı, Ezra Pound’un Mussolini sevdası, Ahmet Kaya’nın homofobik söylemleri, Alice Harikalar Diyarında kitabının yazarı olan Lewis Carroll’a ve Michael Jackson’a yöneltilen pedofili suçlamaları… Bu liste böyle uzayıp giderken akıllara tek bir soru geliyor; Sevilen sanatçı kötü kalpli çıkarsa ne yapacağız?

Hemen kararınızı vermeyin. Çünkü aslına bakarsanız bu oldukça çetrefilli bir konu. ‘’Bir sanatçı, eserini hislerinden ve fikirlerinden bağımsız bir şekilde üretemez. Ben de böyle bir insanın ortaya koyduğu bir ürünü hayatımda istemiyorum. Hem zaten istesem de artık onun eserlerine eskisi gibi bakamayacağım. Örneğin gerçekten Lewis Carroll pedofiliyse, kaleme aldığı Alice karakteri kitabı okurken bana neler düşündürebilir ki?’’ diyebilirsiniz. Ya da, ‘’Evet, tüm bunlar çok kötü. Fakat sözgelimi sevdiğim şair ırkçı ise onun bu karanlık tarafını eserlerinden ayırabilirim. Tamam, belki artık en sevdiğim insan olamaz ama en sevdiğim şair olmaya devam edebilir. Bunlar farklı şeyler. Sonuçta mesela bir gişe memuruyla olan ilişkimiz harika bir insan olması üzerine kurgulu değil. Ondan sadece işini iyi yapmasını bekliyoruz. Hem bizim tüm bunlara bakış açımız konjonktürel olarak şekilleniyor. Lovecraft da 1890’da değil de 1990’da doğsaydı belki böyle düşünmezdi. Ya da bizler, 1890 doğumlu Orta Amerikalı beyaz erkekler olsaydık nasıl düşünürdük?’’ de diyebilirsiniz.

Tercih sizin…