Sokaktan Tiyatroya Cagla Gulses

Sokaktan Tiyatroya Varlığıyla Hayatı Değiştiren Bir İnsan Çağla Gülses!

Güncelleme Tarihi: 2 Ekim 2021

Sokakları korona virüse teslim etmeden, okullar tatile girmeden hemen önce; 12 Mart Perşembe günü harika bir insanla röportaj yaptım. Kendisi bir filozof, oyun yazarı ve yönetmen… Öyle değerli ki sadece varlığıyla dahi bulunduğu yeri değiştirip dönüştürebiliyor. Çağla Gülses’i kendi mekanında “Kendisi bir mekan”da ziyaret ettim. Daha içeriye girmeden vitrini ve dizaynıyla tüm sokağın havasını değiştiren eşsiz bir mekan. Gökyüzünden gülümseyen bir yıldız gibi parlıyor sokakta… Bu röportajı başlangıçta Çağla’nın yazıp yönettiği oyunu tanıtmak ve oyunun sponsor arayışına destek olmak amacıyla yapmaya karar vermiştim. Ama öylesine çeşitli ve her yönüyle öylesine derin bir insanla karşılaştım ki röportajı ikiye bölmeye karar verdim. Sadece tiyatroya odaklansam kitapları, çocuk kitaplarını, küçük prensi, özlediğimiz ve beklediğimiz dönüşümü kaçırabilirdim. Hem Çağla’nın tiyatroya uzanan serüvenini bu mekandan, duvarlardan, illüstrasyonlardan, felsefeden geçmeden anlatmak pek mümkün değil. Tüm dünyanın evlere göç ettiği bu günler elbet bitecek. O gün geldiğinde her birimiz sokaklara, tiyatrolara, kafelere yeniden göç edeceğiz. Kendisi bir mekan, oğlum Teo’yu da alıp gideceğim ilk yer olacak.

Edebiyat ile iç içe sıcacık bir mekan…

Selimiye Kışla Caddesi’nde bulunan bu mekana girer girmez Çağla karşıladı beni. Tabi virüs sebebiyle biraz uzaktan merhabalaşmak zorunda kaldık. Herkes temkinli… Ama illüstrasyonlarla renklenmiş duvarı, özenle hazırlanmış rafları virüsü tanımıyor sizi bir yerden yakalıyor ve kucaklıyor. Önce mekanı ve mekanda çalışan Mazlum Subaşı ile tanıştırıyor beni Çağla. Mazlum da mekanla bütünleşmiş. Mekanın hikayesine sanat tarihiyle eklenmiş değerli bir insan. Çağla ile yolları burada kesişmiş.

Mazlum:
Çocuklara acaba sanat tarihi anlatabilir miyim? Ya da çocuklara mimarlık anlatabilir miyim gibi soruların üzerinden yola çıkmış ve bunun yollarını arıyordum. Buraya müşteri olarak geldiğimde Çağla ile karşılaştım. Onun bir yayıneviyle konuşmasına kulak misafiri olup ona bu fikrimden bahsettim. Onunla üzerinde konuşarak bunu daha da geliştirdim. Zaten üç ay önce burada çalışmaya başladım. İki ay önce başlayan Aslı Tohumcu ile çocuk edebiyatı yazarlığı atölyesine katıldım. Orada da ilk defa yazmaya başladım. Öncesinde hep korkuyordum acaba yazabilir miyim diye? Aslı Tohumcu ve Çağla’nın da teşvikiyle yazmaya başladım. Güzel de şeyler yazdığımı düşünüyorum ki Aslı Tohumcu da beğendi.

Yayınlanabildiler mi peki?

Aslı Tohumcu bir öykümü istedi. Temize çekip ona yollamamı istedi. Belki bir ihtimal o öykü kitabı olabilir.

Burada sözü Çağla alıyor.
Çağla:
Bizim aslında bir projemiz vardı. Aslı Tohumcu ile ikinci atölyeyi yaptıktan sonra oradan ve ilk atölyeden gelenlerle bir küçük öykü kitapçığı “kendisi bir öykü kitapçığı” gibi bir kitap çıkarmak istedik. Atölyeye katılanları da motive etmek istedik. Yazdık ve yayınlanıyor diyebilmelerini istedik.

Okullarda da böyle yarışmalar oluyor ve dereceye giren öyküler sonrasında yayınlanıyor. Çocuklar için de çok motive edici öyle değil mi?

Kesinlikle… Biz onların da takipçisi olmaya çalışıyoruz. Mesela Zeynep Cemali öykü yarışması için de çocuklara bir ortam hazırlıyoruz. Öykü nasıl yazılıyor gibi değil de biz öyküde ya da herhangi bir şey yazarken nelerden ilham alıyoruz. Onlar nelere bakabilirler. Masa başına geçtim ve yazmaya başladım gibi değil aslında bu süreç. Baktığımız şeyler var, bakmayı bilmek, yaklaşmayı, seçmeyi bilmekle alakalı biraz da…

Senin yakınlaştığın, esinlendiğin yazarlar var mı?

Proust özellikle etkilendiğim bir yazar. Eduardo Galeano, Kafka, Novalis, aslında sevdiğim çok fazla yazar var. Ama hepsi genel olarak ya distopik ya da ütopik yazıyorlar. Felsefi ve sosyolojik bir alt yapısı oluyor metinlerin. Biraz daha diğer alanlardan besleyen metinleri seviyorum. Türkiye’de Latife Tekin’i çok büyülü buluyorum. Kendisini orta okulda keşfetmiştim. Berci Kristin Çöp Masalları diye bir kitabı vardı. Rafta görüyordum. Kendi okumalarımı bitirmiştim artık babamın kitaplarına geçecektim. Masal ile başlayayım diye elime almıştım. Çatılardan çocuklar uçuyor, gecekondulaşma var. Kaotik bir ortam var. Fabrikalar, işçiler… Çok sarsıcı bir kitaptı benim için. Biraz sosyal meselelere ilgim bu kitaptan sonra başladı. Daha çok araştırmaya başladım. Çok küçük yaşlardan beri babamın da yönlendirmesiyle felsefe ile ilgileniyordum. Sonra Latife Tekin’in etkisiyle kendi mesleğime doğru yol aldım.

Küçük Prensle Çocuklar için Felsefe Atölyesi

Felsefeyi çocuklara nasıl anlatıyorsunuz?

Ben felsefe grubu öğretmeniyim. Aynı zamanda sosyoloğum. Bir lisede Felsefe grubu öğretmenliği stajı yaptıktan sonra felsefeyi çocuklara liseden önce anlatmak gerektiğini fark ettim. Bundan üç dört yıl önce atölyeler yapmalıyım dedim. Sağlık bakanlığında çocuk projeleri bölümünde çalışıyordum. İşimi bırakıp İstanbul’a geldiğimde felsefeyi çocuklara nasıl anlatabiliriz diye yola çıktım. Benim için en önemli kaynaklardan bir tanesi küçük Prens oldu.
Babamın bana okuttuğu ilk kitap. Her yıl babama neden bana bunu tekrar tekrar okutuyorsun diye kızıp sonrasında baba biliyor musun aslında burda da bunu anlatıyormuş diye coşkuyla babama geri döndüğüm kitaptı. Belki aynı etkiyi çocuklarda da yakalarız diye düşündüm. Küçük prensi parçalayıp onu felsefe ve sanat atölyelerine dönüştürdüm. Bir kitaptan yola çıkarak felsefeyi, sorgulamayı nasıl başlatabiliriz? Çocuklarla meseleleri nasıl konuşabiliriz diye sorduğumda kitapların buna önemli bir aracı olduğunu fark ettim. Çocuk edebiyatına ilgim de yine benzer dönemlerde başladı. Çocuklarla beraber kitap okumayı ve o kitap üzerinden tartışmayı da keşfedince… Dünya için yeni bir keşif değil belki ama benim için yeni bir keşif oldu. Bir kitap nedir? Bize ne yapar? Bizi neye dönüştürür? Onu bir film yapabiliriz, dizi yapabiliriz. Bir tiyatroya uyarlayabiliriz. Bir parçasını alıp hikayesini devam ettirebiliriz. Aslında kitapla her şeyi yapabiliriz. Bunun üzerinden yola çıkıp atölyeleri kurgulamaya başladık.
Benim dışarıda da atölyelerim var. Buradaki atölyelere Mazlum da yardımcı oluyor. Onun çocuklarla sanat tarihi atölyesini de yapmayı planlıyoruz.

“Duvar” la çocuklara sanat tarihini anlatmak…

Sanat tarihini çocuklara nasıl anlatmayı planlıyorsunuz?

Burada sözü Mazlum alıyor…

Mazlum:
En basit şeyden başlamak istiyorum. Duvar nedir? Gibi bir sorunun üzerinden yola çıkmak istiyorum. Duvar dediğimiz şey ne yapar toplum içinde ya da bireyler arasında? Bizi ayırır mı bir araya mı getirir? Çünkü duvar ikisini de yapar. Şu anda mesela üçümüzü bir araya getirdi ama sokaktaki insanlarla ayırdı bizi duvar. Çağla’nın da bahsettiği felsefik ve sosyolojik hatta sanat tarihi ve mimarlık içinde geçen bir obje. Ve bu obje çocukluğumuzdan itibaren hemen hemen her yaşımızda karşımıza çıkıyor. Bu duvarın nesnel bir duvar olmasına gerek yok. Bir kişiye karşı da duvar örebiliriz. Bu duvar bir küskünlük de olabilir. Bunun neden olduğu şeyi ortadan kaldırabilir miyiz? Ya da kaldırmalı mıyız? Çünkü herkesle arkadaş olamayız. Çocuklar da herkesle arkadaş olmak zorunda değiller. Zorunda olma hissiyatını ortadan kaldırmak gerekiyor. Bunu da dediğim gibi duvar üzerinden anlatabiliriz. Mimarın keyfi olarak koyduğu bir duvar da vardır. Ama o duvar bizim için çok önemli bir yere tekabül edebilir. Mesela arkamızda gördüğünüz duvar benim çok sevdiğim duvarlardan biridir.

Çağla: Benim de…

Bu sırada dönüp duvara bakıyorum ve çerçeve içindeki kadın figürlerinden birini Çağla’ya benzetiyorum.

Bu sen misin? Çok benziyor sana?

Çağla: Kalp hırsızının üstündeki mi?

Evet.

Çağla: Benziyor olabilir. Bir ara saçlarım renkliydi. Sibel’in resmiydi bu. Bu duvara başta çizim yapılsın diye düşünmüştük. Sonrasında aklımıza başka bir şey geldi. Ben sosyal medya hesabımı açtığımda etkilendiğim illüstrasyonları alıp altlarına bir şeyler yazıyordum. İllüstrasyona dair hissettiklerimi yazıyordum. Sonra dedim ki bu benim borcum oldu. Onların eserlerini kullandım. Onların eserlerini kullanmak beni yazma konusunda daha çok üretime teşvik etti. Burası kurulurken fotoğraflarını çekip arkadaşlarıma yolladım. Buraya eserlerinizi göndermek ister misiniz? Dedim. İki yıl olmasına rağmen hala eser göndermiş ama asma şansı bulamadığımız arkadaşlarımız da var. Başka duvarımız da yok açıkçası…
Köşe bir mekan olduğumuz için her yer cam. Her duvarla ilgili bir şey yapmak istediğimizde ama duvarımız yok nasıl yapacağız diyoruz.

Mazlum: Duvar çok önemli bir detay. Bu duvara baktığımızda birbirinden farklı illüstrasyon sanatçısının bu duvarla bir araya geldiğini görüyoruz.

Çocuklarla bunu nasıl yapacaksınız peki?

Uçan Balık yayın evinden ‘’Duvar’’ isimli bir kitap yayınlandı. Onu okuduktan sonra aklımda iyice oturdu. Orada başlangıçta bir çizgi olarak beliriyor. Sonra tuğlalarla üst üste dizilmesiyle kocaman bir duvar oluşuyor ve duvar beraber oyun oynayan bir grubu ayırıyor. Bunun üzerinden şöyle yola çıktım. Çocuklar bu duvarları nasıl öğreniyor? Çocuklara oyuncaklar, kitaplar, kalemler, malzemeler verip, bunları bir araya getirip duvar yapmalarını planlıyorum. Atölyenin sonunda çocuklar kendi yaptıkları çizdikleri duvarları yıkabileceklerini görebilecekler.

Korona virüs bittiğinde oğlumla birlikte gelip bu atölyeye katılmak isterim.

Mazlum: Korona virüse karşı korunaklı bir duvar örer yine yaparız atölyemizi…

Gülüşüyoruz. Biraz ara veriyoruz. Mazlumun yaptığı kapuçinoyu içiyorum. Mahalleli sık sık geliyor. Her zamankinden diye sipariş veriyor. Kendilerini bu mekanda çok iyi hissettikleri kesin. Kimi gelip kitap karıştırıp gidiyor. Yan tarafta bir kahvehane var. Oraya gelen insanların, çocukları, torunları da buraya geliyor. Öyle büyülü bir mekan ki her yere herkese bir şekilde dokunuyor. Çağla ile sohbet etmeye devam ediyoruz.

Kendisi bir kitap seçkisi
Çağla:
Bir yandan atölyeleri yapıyoruz. Bir yandan burda kendisi bir mekanda ayın yayınevi uygulamalarını yapmaya çalışıyoruz. Her ay bir yayınevini ön plana çıkarıyoruz. Çünkü bizim burda kendi kitap seçkimiz var. Bunlar bizim seçtiğimiz kitaplar. Yani çocuklara da yetişkinlere de şunu anlatmak istiyoruz. Seçmek diye bir şey var. Bunlar bizim seçtiğimiz kitaplar. Bunların içinden kitap seçebilirsiniz. Neden böyle bir şey var. Bunun arka planını konuşabiliriz aslında. Ve siz kendi seçkinizi nasıl oluşturabilirsiniz. Bir kitaba nasıl bakarız? Kütüphane oluşturmalı mıyız? Kendi kütüphanemizi oluştururken nelere dikkat etmeliyiz? Gibi bir sürü sorular… En tepedeki seçme sorunlarının bu temel seçme meselelerinin kavranmamasından kaynaklandığını düşünüyorum.

Üsküdar ile aranızda nasıl bir bağ var?

Babam gençliğinde tıp kazanıyor ama ailesine bakması gerektiği için okuyamıyor. Sonra 7 yıl sonra bir daha sınava giriyor ve bu defa İstanbul Üniversitesi iletişim fakültesi Gazetecilik kazanıyor. Ama sadece yarım dönem okuyabiliyor. 80’li yıllarda siyasi olayların olduğu dönemler ve babam yine okulu bırakmak zorunda kalıyor. Babam İstanbul’u sevmiyor. Burayı çok soğuk ve karışık buluyor. Belki ben de tam bu sebepten İstanbul’u çok seviyorum. Benim de zihnim çok karışık olduğu için bu şehir beni çok besliyor. (Gülüşüyoruz) Babam küçük şehir seviyor. Burada iki arka sokağımızda Doğancılarda ev tutmuşlar, annemle evleniyorlar. Annem henüz İskenderun’da. Bir gün annemi arıyor ne yapıyorsunuz diye? Annem işten çıkmış, İskenderun sıcak tabi, Türkiye’nin en güneyi; günlük güneşlik, sahile iniyoruz diyor. İstanbul ise soğuk, kar, kış kıyamet. Babam artık dayanamıyor. Ne işimiz var İstanbul’da deyip bir yıl kirası ödenmiş dayalı döşeli evin anahtarını amcama teslim ediyor. Bu evi ne yaparsan yap diyor. Ertesi gün annemin yanına İskenderun’a gidiyor. Ve ben hemen iki sokak arkada doğacakken İskenderun’da doğuyorum. Dönüp dolaşıp Selimiye’ye gelince babam biz aslında Doğancılar’da oturacaktık, amcanlar orada yaşıyordu diyor.

Burayla kadersel bir bağın da var yani…

Evet! Evet! Bir şekilde bu semte yine geldim.

Nasıl bir semt burası?

Bu bölge Üsküdar’ın çok bilinen bir yeri değil bence. Selimiye, Çiçekçi, Doğancılar deyince Üsküdarlılar nasıl bir yapıda olduğunu biliyor bu bölgenin. Bu semt biraz daha Kadıköy havasında… Geniş sokakları olduğu için burada diziler, sinema filmleri çekiliyor. Çok fazla yazar, tiyatrocu, yönetmen ve sanatçılar oturuyor. Dolayısıyla aslında farklı bir yapıda da öğretmenler yaşıyor. Etrafımızda bir ortaokul iki tane büyük ilkokul var. Bir tanesi Türkiye’nin pilot okullarından, çok da başarılı bir okul. Hemen bizim sokağımızda Selimiye çocuk kütüphanesi var ve çocuk kütüphaneleri çok az Türkiye’de. Genel olarak ben çok şanslı bir bölgede olduğumuzu düşünüyorum. Caddelerin geniş olmasının yanında, Karacaahmet mezarlığına dahi çok mutlu oluyorum. Çünkü ağaçların kesilemeyeceği bir yer. Çok büyük bir ağaçlık bir alan var. Selimiye Camii de o ağaçlık alanı koruyor. Kışla var yine bu sokakta ve o da ağaçları koruyor. Ağaçları koruyan bir yapının olması bizi çok mutlu ediyor. Çünkü artık bazı yerler aşırı binalaşmış durumda ve sokakta bir tane tek başına duran çevrelenmiş bir ağaç var. Biz semtimizi çok seviyoruz.

Semt gerçekten çok güzel ama bence siz bu semti daha da güzelleştirmişsiniz.

Bir miktar katkımız olmuş olabilir. Bizden sonra gerçekten bir çok mekan dış cephesini ve tavrını, tarzını değiştirdi. İlk gurur duyduğumuz şey bu olmuştu. Karşı sokakta çok eski yapıda olan bir kafe vardı. Camlarında kocaman pasta ve kahve, limonata fotoğrafları olan eski bir mekandı. Hep keşke bir tık estetik zevki anlatan bir şey olsa diyordum. Biz oraya bakıyoruz, onlar da bize bakıyor. Ben pastaneye birşey almaya gittiğimde buraya bakınca karşının manzarası çok güzel diyordum. Keşke bizim manzaramız da böyle güzel olsaydı diye iç çekiyordum. Biz açıldıktan altı yedi ay sonra pastaneyi üç dört gün içinde o kadar güzel yenilediler ki, şimdi gerçekten harika görünüyor. Çok başarılı bir pastane. Ben mekandan tavrının tadını yansıtmasını beklerim. Genelde böyle bir beklentim vardır. Personeliyle, mekan dizaynıyla orada aldığınız şeyi oturup yemek isteyeceğiniz bir mekan olmalı ve bu pastane de böyle bir yer. Karşımızda böyle bir yer olduğu için aşırı mutluyuz.

Daha birçok yeri bu şekilde etkileyerek değiştireceğinizi düşünüyorum. Belki sizin gibi farklı mekanlar da açılacak.

Ben bu sokağın buna ihtiyacı olduğunu da düşünüyorum. Çünkü burada bunu karşılayacak bir kitle de var.

Türkiye’nin ihtiyacı var aslında. Çok fazla kütüphanemiz yok. Bir yandan bu açığın da giderilmesi için var burası öyle değil mi?

Güncel kitaplar yok kütüphanelerde. Çocuklar güncel yeni güzel kitaplara ulaşamıyorlar. Zincir kitapçılara gittiğinizde zaten çocuklar oyuncak reyonundan kitaplara ulaşana kadar bir sürü şey toplamış oluyor ve annelerin artık kitapla sınırlı kalmıyor. Biz bir avm de bir fuara katılmıştık. Stant açmıştık. Köşe başındayız yine köşe seviyoruz. Önümüzden Burger King’e merdiven çıkıyor. Önümden bir anne çocuk geçti. Çocuk standımıza gelmek istiyor. Annesi çocuğa şöyle söyledi; kitap mı hamburger mi? Çık çabuk yukarı… Çocuğa seçim şansı bile verilmedi. Ben strese giriyorum bazen. Bırakın çocuk baksın demek istiyorum. Çocuklar kitaplarla daha fazla haşır neşir olsun istiyorum.

Röportaja yine ara veriyoruz. Ben kitaplara bakıyorum. Teoman için birkaç kitap alıyorum. Çağla ‘’Herkesin Öyküsü’’ isimli bir kitabı hediye ediyor. Bu kitap şimdilerde Teoman’ın en sevdiği kitap. Günde iki kere okuyoruz.

Röportajın devamı çok yakında Plumemag’de olacak.

Arzu Demirel