Güncelleme Tarihi: 23 Ağustos 2023
Son günlerde sosyal medyada 99. yaşını kutlayan Iris Apfel birçok kişinin dikkatini çekmiştir eminim. Ben kendisini hem işim hem renk aşkım gereği uzun yıllardır yakından takip ediyorum.
Iris Apfel’e hayran olmayan, maksimalist renk ve tasarım zevkinden etkilenmeyen çok az insanla karşılaştım.
Fakat kendisine hayran olan insanların çoğuna baktığımda hayatlarında renk o kadar az ki…
Aslında renk çok ciddi ve derin bir konu. Alkışlar hep renklere giderken insanlar hala neden dünyalarını renklendiremiyorlar? Neden insanlar davetlerde %90 siyah giymeyi tercih ediyor? Neden evlerde en çok kullanılan renkler ekru ve gri gibi soluk ve enerjisi düşük renkler? Renkten neden korkuyoruz?
Neden çok renkli ve desenli giyindiğimizde, “Çingene gibi olmuşsun” deniyor? Neden pembenin en hayat dolu tonuna çingene pembesi deniyor ve bu renk kıyafetler belli bir zümre tarafından uygunsuz bulunuyor?
Bu renkleri doğada gördükleri zaman çok etkilenen ve bakmaya doyamayanlar da aynı insanlar değil mi?
Renkler bazı coğrafyaların bilinçaltı logoları desek çok mu ileri gitmiş oluruz? Mesela Hindistan denince ilk akla gelen turuncu, Japonya’nın kiraz ağaçları ile ikonikleşen pembe, Ege’nin simgesi turkuaz ilk aklıma gelenler…
Renkleri kullanmaktan çekinmemizin bir sebebi de renklerin bir alfabe gibi olması olabilir mi? Renk alfabesini bilmeyenler belki de hata yapmaktan korktukları için, bu lisana çok hâkim olmadıkları için renklerle konuşmaya çekiniyor olabilirler mi?
O Zaman Renk
“Renk sevenler ama kullanmaya çekinenler ne yapmalı?” diye soranları duyar gibiyim. O zaman renklerin peşinden gidin. Renk alfabesini çok iyi kullanan hatta renkten şiirler, şarkılar, öyküler yazan renk ustalarının peşinden gidin.
Nasıl mı?
Sizinle kendi deneyimimi paylaşmak istiyorum.
Iris Apfel’in fotoğraflarına her baktığımda hissettiğim yüksek enerji ve hayranlığın mekânsal karşılığını Omar Baban’ın Kuzguncuk’taki showroom’una ilk gittiğim anda da yaşamıştım.
Mekân beni öylesine sarmalamıştı ki en sevdiğim ülkenin topraklarında, sanki çok sevdiğim birinin kollarındaymışım gibi hissettim.
Ve his, her adımda başka bir ülkenin topraklarında, başka bir sevdiğimin yanındaymışçasına devam etti.
Bir oda safran rengi duvarlarıyla çöllerin gizemini yaşatırken, başka bir oda Tangier mavisi olarak tarif edebileceğim renkleriyle beni Marakeş’in renk zengini sokaklarına götürdü.
Fıstık yeşili duvarın önünde duran kırmızı modern koltuklar ve antika masa ise yüksek enerji hattında yüzyıllar arasında saliselik bir zaman tüneli seyahati hissi yarattı.
Ve ben sadece bir röportaj için girdiğim bu mekândan, düzenli olarak geri dönmek üzere bahaneler uydurarak ayrıldım. Ve her geri döndüğümde bir önceki sefer en çok hangi odada vakit geçirdiysem, o renkleri üzerimde taşıdığımı fark ettim.
Hayatına Renk Katmak
Hepimizin kullandığı bir deyim vardır: Hayatıma renk kattı, deriz. Omar Baban benim hayatıma gerçekten renk kattı. Sayesinde hayatıma giren her renk enerjimi de yükseltti. Evimde kenar köşede duran kırmızıları biraz daha merkeze taşımaya başladım. Kırık beyaz yatak başımı çok derin ve koyu bir yeşil kadifeye çevirdim.
Beyaz duvarlarımdan birini Tangier mavisi yapıyorum. Zaten renkleri seven biriydim ama renk o kadar iyi geliyor ki… Eve kattığım ya da ön plana çıkardığım her renk bana yüksek enerjisiyle geri dönüyor.
İşte ben de yukarıda tüm bahsettiğim bu konulardan dolayı Omar Baban’ı bir renk simyacısı olarak görüyorum. Onun için renklerin ruhu ve bulundukları mekân ve o mekânın içinde yaşayan insanlara kattıkları çok önemli.
Bu arada söylemden geçemeyeceğim, Omar Baban her ne kadar obje ve mekânsal tasarım konusunda tanınsa da giyim konusunda da bir moda tasarımcısı kadar yaratıcı ve ilham verici bir insan.
Bulunduğu mekâna, duruma ve birlikte olduğu kişilere ve koşullara göre o kadar rafine ve renkli giyim kodları var ki… Giydiği renklerin ve kumaşların ilişkileri o kadar derin ki… Ben kendisini her gördüğümde çok hoş bir esere bakar gibi keyifle inceliyor ve ilham alıyorum.
Bu arada sadece laf olsun diye renk simyacısı demedim. Kendisi şu an yaptığı işi zevk için yapıyor. Tüketime dayalı değil, değerlendirmeye ve düşünceye dayalı bir felsefesi var. İnsanların hayatlarına renkler ve dokular, kumaşlar ve estetik düşünceyle değmek ve onların içinde rengi solmuş çiçeklerin yeniden açması için bir misyon üstlenmiş.
Bazı insanlar hayata renk katar, bazıları o rengi arar. Bazı insanlar da rengin kendisidir. Siz hangisi olduğunuzu düşünüyorsunuz?