Kafa Açan Felsefi Animeler

Kafa Açan Felsefi Animeler

Neredeyse tüm Japon yapımı sanat eserlerinde ahlaki ve felsefi sorgulamaları bulabilmek mümkün. Japonya sanatı denince ilk akla gelen türlerden olan animeler de tabii ki buna hizmet ediyor. Temelde bir çizgi dizi olması hasebiyle ciddiye alınmayan animeler, sanılanın aksine çok derin anlamlar barındırabiliyor. Felsefi animeler ise bunları kanıtlar nitelikte. Bugün yazımızda iki adet ünlü animeye ve bir tane de değerlendirilmeyi hak eden animeye değineceğiz. Gelin birlikte mistik doğu felsefesinin yansıması olan animelerin derinliklerine dalalım.

Neon Genesis Evangelion (1995)

Birkaç anime izleyen herkesin mutlaka adını duyduğu bir yapım vardır. Japoncası Shin Seiki Evangerion olan anime Hideoki Anno tarafından yaratıldı ve yönetildi. Yönetmen, animelerin Pokemon, Digimon gibi çizgi filme benzer yapıldığı dönemde aslında ne kadar da derin anlamlar taşıyan yapıtlar olabileceğini ortaya koydu. Bugün dünya çapında büyük bir fan kitlesine sahip olan yapıt, gelmiş geçmiş en iyi animelerden olarak gösteriliyor. İlk olarak dizi formatında yayınlanan anime, 26 bölüm içinde sona ermişti. Fakat sonrasında hikayenin özeti olan ve alternatif son ile biten anime filmler ile seri devam etti. 

Konusu:

2015 yılında “İkinci Çarpma” isimli kitlesel yok oluştan sağ kurtulan insanlık, fütüristik şehirler tasarlamıştır. 2000 yılında gerçekleşen kitlesel yok oluştan sonra “Havariler” olarak adlandırılan doğa üstü varlıklar ortaya çıkmıştır. Birleşmiş Milletler tarafından fonlanan Nerv isimli paramiliter bir grup Havariler ile mücadele etmek için çeşitli teknolojiler geliştirmiştir. O sırada gelişmiş teknolojiye sahip Tokyo-3 şehrinde yaşamakta olan Shinji İkari adlı gencin olan biten hakkında pek bir fikri yoktur. Fakat babası Gendo İkari Nerv’in başındaki isimlerden biridir. Güneşli ve ateş böceklerinin cıvıldaştığı bir günde yıllardır ortalarda görünmeyen Havariler birden ortaya çıkar. Bu devasa boyuttaki yaratıklarla savaşmak neredeyse imkansızdır. Yalnızca Nerv’in tasarlayıp ürettiği Evangelion olarak adlandırılan devasa robotlar ile Havariler’e karşı konabilmektedir. Bu makineleri kontrol eden insanlar ise en çok zihinsel eşleşmeyi yakalayabilen 12-15 yaşlarındaki çocuklardır. Pilotlardan birinin işlevsiz hale gelmesi sonrasında tüm şehirde yapılan araştırma sonucu Unit-01 isimli Evangelion’a tek komuta yapabilecek kişi Gendo İkari’nin oğlu Shinji olarak belirlenir. Apar topar yürüdüğü yoldan alınan Shinji sudan çıkmış balık gibi Evangelion’un içine konulur. İnsanlığın kaderini küçük omuzlarında hisseden Shinji’nin tüm hayatı o koltuğa oturduğundan itibaren değişmek üzeredir.

Bilinç nedir, var olmak ne anlama gelir ve amacı nedir, neden kendimizi diğer insanlarla iletişim kurmak zorunda hissederiz? Neon Genesis Evangelion, dikkat edilmeden izlendiğinde onlarca şeyi kaçırabileceğiniz fazlasıyla derin bir anime serisi olarak karşımıza çıkıyor. Musevilik ve Hristiyanlık dinlerine yaptığı onlarca atıf, Shinto Felsefesi’nden tut Stoacı görüşlere ve nihilizme varan ve tabii ki psikanalizi içeren başlı başına bir sanat eseri… İlk başlarda neredeyse roman kadar derin karakterlerine alışıp acaba hikaye nereye gidecek diye merak ederken son bölümlere geldiğinizde büyük bir kafa patlaması yaşayabiliyorsunuz. Shinji’nin ikircikli yaşamı ve ailesiyle olan ilişkisi üzerinden Freudyen temalar usta bir incelikle işleniyor. Nietzche’nin üstün insan felsefesini ve nihilizmi derinliklerinize kadar hissedebileceğiniz bölümler bulunuyor. Ses miksajı ve müzikler ile muhteşem bir tema yaratan Hideoki Anno, kendine has bir yönetmenlik sergiliyor. Felsefi animeler arasında yer alan Neon Genesis Evangelion, robotlarla kötü yaratıklara karşı savaşan çocuklar temasını geride bıraktığınızda kendinizden ve tüm insanlıktan parçalar bulabileceğiniz bir yapıt.

Godzilla: Planet of Monsters (2017)

Godzilla filmlerinden felsefi animeler çıkabileceğini kimse tahmin etmezdi sanırım. Japon tarihi için büyük önem taşıyan Godzilla, ilk defa Neon Genesis Evangelion’dan tanıdığımız yönetmen Hideoki Anno tarafından yönetilen Shin Godzilla ile değerini kanıtlamıştı. Godzilla yaratımının bir meta olarak kullanılıp yakın Japonya tarihini anlatıldığı yapım, ilk defa Godzilla’nın ciddi bir şekilde işlendiği filmlerden olma özelliğini taşıyor. Anime endüstrisi de tabii ki bundan geri kalmadı. İlk defa Netflix’te bu yapıta denk geldiğinizde klasik aksiyona dayalı bir anime sanıyorsunuz. Fakat filmlerde ilerledikçe ilginç konusuyla beraber ve felsefi çatışmaların çok iyi işlendiğini fark ediyorsunuz. İlk olarak 2017’de Godzilla: Plane of Monsters adıyla çıkış yapan yapıt, iki adet devam filmiyle 2018’de tamamlandı. Netflix platformuna özel olarak yapılan film serisi, Detective Conan serisiyle tanınan Kōbun Shizuno tarafından yönetildi. Özellikle son dönemde Godzilla ve Kaiju filmlerinin ön plana çıkmasıyla da fazlasıyla dikkat çekti.

Konusu:

Hikayeye göre dünyanın modern zamanlarında Godzilla birden ortaya çıkar ve tüm gezegeni kasıp kavurur. İnsanlık karşısında durmak için elinden geleni yapmış olsa da yeterli güce sahip değildir. Tüm şansları yok olmak üzereyken olan biteni dışarıdan izlemekte olan Exif ve Billusaludo adındaki iki uzaylı ırk, insanlığa yardım teklifinde bulunur. Uzaylıların gelişmiş teknolojisine rağmen yapılan savaşta Godzilla galip gelir. Bunun sonucunda insanlığın büyük bir bölümü yaşamını yitirir. Dünya’dan kurtulan birkaç insan ve iki uzaylı ırk beraber başka bir yaşanabilir gezegen bulmak amacıyla uzay gemisiyle uzaklaşır. Sonradan öğreneceğimiz üzere Godzilla’nın mensubu olduğu ırk Kaiju’lar evrendeki diğer tüm canlı yaşamının bulunduğu gezegenlerde de ortaya çıkmıştır. Uzaylı ırkların ana gezegenleri bu sebeple yok olmuştur. Uzay gemisi yaşanabilir tek gezegene ulaştığında sonuçlar hiç bekledikleri şekilde gerçekleşmez. El mahkum Dünya’ya geri dönmek ve Godzilla’nın gitmiş olmasını ummaktan başka çareleri yoktur. Uzaydaki seyahatleri sırasında ışık hızıyla hareket ettikleri için görelilik kuramı gereği uzay gemisinde az bir zaman geçmesine rağmen dünyada tam 10.000 yıl geçmiştir. Gezegene döndüklerinde Godzilla’nın gitmeyi bırak daha da güçlenerek 300 metreyi aşan boyuta sahip olduğunu ve tüm gezegenin dominant varlık olan Godzilla’ya benzeyerek evrimleştiğini fark ederler.  Dünya’da yaşadığı ağır travmalardan sonra Godzilla’ya karşı büyük bir kin besleyen Komutan Haruo Sakaki’nin savaşmadan ayrılmak gibi bir niyeti yoktur. 

Godzilla 1954 yılında ilk defa insanlığın karşısına çıktığından beri büyük bir meta kavramın temsilcisi olmuştur. İlk filmde yanlış giden bir nükleer deney sonrası ortaya çıkan Godzilla, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının bir yansımasıdır. Godzilla, insanlığın doğaya ve dünyaya verdiği zararın bir görüntüsü, doğanın intikamıdır. Bu anime serisinde de evrenin diğer tüm gezegenlerinde eğer tek bir ırk total dominasyon sağlarsa doğanın dengesi evrim sayesinde sağlanarak Kaiju’ları ortaya çıkarıyor. Japon anime yönetmenlerin üstünde durmayı çok sevdiği benlik, hatıralar, varoluş amacı ve psikanaliz bu seride de ağır bir şekilde işleniyor. Özellikle üçüncü filme geldiğimizde seri Godzilla’ya karşı insanların savaşından çıkıp Komutan Haruo Sakaki özelinde bir karakter dönüşümüne ve felsefi çatışmalara evriliyor. Ayrıca diğer iki uzaylı ırk olan Exif’in olabildiğine dinlerine bağlı kültürlerine karşın Billusaludo’ların mantığa ve mühendisliğe olan saygısı ile derin bir inanç-madde ikilemi işleniyor. Üçüncü filmin sonuna doğru şaşkınlığınızı gizleyemeyeceğiniz derecede kaliteli replikler ile derin bir insan bilinci anatomisi yapılıyor. Ben de dahil olmak üzere birçoğumuzun gördüğünde burun kıvıracağı bu seri, kesinlikle felsefi animeler listesinde olmayı hak ediyor. 

Ghost in the Shell (1995)

1995 yılı felsefi animeler için zirve yıllardan biri olmuş diyebiliriz. Yine bugün kült olarak kabul edilen, gelmiş geçmiş en iyi bilim kurgu animelerinden olan Ghost in the Shell, Mamoru Oshii tarafından yönetildi. Türkçeye “Kabuktaki Hayalet” olarak çevrilen yapım, cyberpunk temasına sahip filmler arasında bir mihenk taşı olarak gösteriliyor. Birçok kişiye göre Matrix filminin de fikri kaynağı olarak sayılan anime, bizlere hem derin içeriği hem de gözlere şenlik sinematografisi ve çizimleriyle unutulmaz bir film deneyimi sunuyor. İlk çıktığı dönemde değeri bilinmese de sonrasında birçok devam filmi ve dizisi çekildi. Hatta 2017 yılında çekilen, başrolünde Scarlett Johansson’ın bulunduğu Amerikan yapımı bir film bile bulunmakta. 

Konusu: 

Yakın bir gelecekte geçen yapımda cyborg devrimi gerçekleşmiştir. Artık tamamiyle yapay bedenler üretiliyor, insan beynine entegre sistemler ile transhümanist dönüşümler sağlanıyordur. Geleceğin bu puslu ve karmaşık havasında kendisi de bir cyborg olan Binbaşı lakaplı Motoko Kusanagi, Japon gizli servisi Birim 9 için çalışmaktadır. Son zamanlarda ortaya çıkan “Kukla Ustası” lakaplı hacker, gizli hükümet işlemlerine saldırmakta, uluslararası casusluk ve suikastçilik yapmaktadır. Kukla Ustası ismini almasının en büyük sebebi ise cyborg bedenleri ele geçirerek kendi isteği doğrultusunda kullanabilmesidir. Binbaşı, Kukla Ustası’nın peşinde devletin yozlaşmış kurumlarıyla yüzleşecek ve tüm insanlığı ilgilendirecek derin bir dönüşüm geçirecektir.

Filmin daha ilk sekansında Binbaşı’nın yaratılışını görüyoruz. Gözlere şenlik bir görsellik ve mistik doğu ezgileriyle bir robotun sular içinden “doğması” bizlere insanın rahimdeki evresini ve doğum anını anımsatıyor. Filmin ana çatışma konusu daha ilk repliklerinde belirleniyor aslında. 

“İnsanlık ve teknoloji gelişti, elektronlar serbestçe hareket etti. Buna rağmen etnik ve ekonomik gruplar arasındaki ayrışma sona ermedi.”

İnsanlar yazı yazmaya başladığından beri kendi varoluşunu merak etmiştir. Geleceğe yönelik olarak varoluşun ve benliğin incelendiği yapımda ruh, bilinç ve anılar gibi kişiliğimizi oluşturan meta kavramların sınırları araştırılıyor. İngilizceye Ghost olarak çevrilen Kidotai kelimesi, aynı zamanda ruh anlamına da geliyor. Makinelerin ruhu yani ghost, bilinci temsil ediyor. Shell ise tam anlamıyla bir kalıp. İnsanın bütün varoluşu ancak bilinci ile kavranabilir. Kalan her şey et parçası ve iskelettir. Makinelerin varoluşu ise kod dizinleri ile anlaşılabilir. Kalan her şey mekaniksel parçalardır. Teknik anlamda bu derece benzerlikleri olan makine ile insan arasındaki fark nerede?

Binbaşı: Kendi beynini gören kimse yoktur. Çevremdekilerin bana söyledikleriyle varolmuşum gibi geliyor.

Yaşam tanımının sınırları derinlemesine irdeleniyor ve belki de gerçekten yakın gelecekte sorunumuz olacak felsefi ve ahlaki sorulara değiniliyor. Gördüğümüz kadarıyla makine ile insan arasında büyük farklar bulunmuyor. Tüm ansiklopedilerde yaşamın tanımı yapılırken birçok maddenin sonunda soyun devamlılığını sağlayabilme şartı aranır. İnsan beynine kıyasla bir kod dizini neredeyse ölümsüz düzeydedir. Kendini kopyalayabilir fakat bu soy devamlılığı anlamına gelmez. Yapay bir bilinç, kendine benzer ama özgün bireyler üretirse ancak yaşam türü olarak tanımlanabilir. Yaşıyor olmanın anlamlı olabilmesi için yok oluş da gereklidir. Bir canlı soyunun devamını sağlayarak kendini nihayete erdirmelidir. Peki sizlere soruyoruz; Bu gerekli şartların tümünü sağlamış bir makine, kendisinin bir yaşam formu olduğunu iddia ettiğinde kabul edecek misiniz?