Güncelleme Tarihi: 23 Ağustos 2023
Sıla ile bir moda dergisinde editörlük yaptığı zaman tanışmıştım. Evime vintage parçalarımla poz verdiğim bir gardırop röportajı yapmaya gelmişti. Gezi Parkı dönemiydi. Attığı başlığı da hiç unutmam: ‘’Orantısız Stil’’
Ben o dönemde bir gazetede hem köşe yazarlığı hem de editörlük yapıyordum ve Gezi döneminde moda yazmanın manasız olduğunu düşündüğümden yönetim ile ters düşüp, istifa etmiştim.
O dönem kendi işim ve sektörüm hakkında sorgulamamın derinleştiği bir dönemdi. Sıla da böyle bir dönemde gözüme ve aklıma takılan bir insan oldu. Etrafımda gördüğüm prototiplerin çok dışındaydı. Ne içindeki vahşi rekabetçi duyguyu saklayan ultra uslu kız tavırları vardı ne de gereksiz bir sıcaklığı…
Biz bu röportajdan sonra ne arkadaş olduk ne de ortak paydada buluştuk. Zaman içinde kendisini bir şekilde takip ettim ve şu an fiziksel ve entelektüel olarak bulunduğu yeri hayranlıkla izliyorum ve bu yolculuğu merak ediyorum.
Uzaktan bakmak yerine merak ettiklerimi sorayım dedim…
Ben açık açık sordum o da tane tane cevapladı. Doyamadık üstüne bir de konuştuk.
Sürdürülebilir karakter ve kariyer adına merak ettiklerinizi bulacağınız yazılı-sözlü röportajlarımızı keyifle okumanız ve dinlemeniz dileğiyle.
Kolektif olmayı, haklı veya haksız, güç bölünmesin diye ‘birbirini tutmakla’ karıştırdık.
Şimdi uzaklardasın… Ama eskiden yakınlardaydın. Yakınlardayken neler yapıyordun? Yaptığın şeylere ne kadar yakın hissediyordun?
Eskiden İstanbul’da yaşıyordum şimdi çoğunlukla Göcek’teyim. Geçen yıl İstanbul’a birkaç defa iş için gidip geldim, bir süre de birkaç iyi konser izlemek için gittim. İstanbul’da en son, ALL dergisinin yayın yönetmenliğinden ayrıldıktan sonra, kısa bir süre ISTANBUL 74 ile çalıştım ve hemen arkasından kendi danışmanlık şirketimi kurdum. Mücevher üzerine yazılan bir kitabın editörlüğünü yaptım, başka bir mücevher markasına ve bir ayakkabı firmasına danışmanlık verdim. Yeme-içme konusunda lider bir markayla uzun dönem çalıştım. Yaptığım şeyleri, iyi yaptığım için yaptım, sahip olduğum data’yı doğru şekilde kullanarak aktarmaya çalıştım.
Neden uzaklardasın? Ve neredesin? Konum rica ediyoruz. Tabii kimden uzaktasın, kime yakınsın? Bunları da sormak lazım.
Çok uzun zamandır doğanın içinde yaşamak, ona yaklaşmak ama bir ayağımla da şehirde olmak fikri vardı aklımda. Çok şanslıyım; şu an birlikte yaşadığım hayat arkadaşım bu hayatı, aynı hayal ettiğim şekilde kurmuş ki ben de onun yanına hiç tereddüt etmeden geldim. Kardeşim Paris’te eğitimine devam ediyor ve annem İstanbul’da. Onların dışında, bir elin parmağını geçmeyecek sayıda olan yakın arkadaşlarımı özlüyorum bir de. En çok kendime yakınım.
Peki uzaklardan neler yapıyorsun? Uzaktan işler güç oluyor mu?
Göcek’te daha uzun süreli yaşamaya karar verdiğim zamanla, ortağı olduğum şimdiki şirketim Wiseslang’ın kuruluşu aynı döneme denk geliyor. Wise’ın DNA’sında tamamen özgürlük var. Dolayısıyla işleri uzaktan idare etmekle ilgili bir sorun yaşamıyorum. En son bir ofise işe gittiğimde, dünyanın bambaşka bir yere gittiğini ve herkesin artık yavaş da olsa bu duruma adapte olması gerektiğini tekrar edip duruyordum.
Hatta bu fikir yaklaşık 5-6 yıldır dilime pelesenk olmuş olabilir. Ne yazık ki ve fakat neyse ki, koronavirüs sebebiyle en katı, en geleneksel yapılar bile bu duruma ayak uydurmayı başardı. İnsanların fikirsel özgürlüklerinin, onları tutan, hareket alanlarını daraltan sınırlar olmadan daha da özgürleştiğine inanırım hep. Şimdi dünyanın her yerinde, birçok insan için sistem değişti. Tam olarak istediğimiz gibi olmasa da en azından arzu edilen özgürlük için bir kapı aralandığına inanıyorum.
Kendini nasıl hissediyorsun?
Kendimi çok iyi ve çok hafif hissediyorum. Doğanın içinde yaşamak beni sadeleştirdi, üzerimdeki fazlalıklar gitti diyebilirim. Büyük şehirde kendinizi ne kadar korumaya alsanız da tüm o kaosa ve karmaşaya bir yerinden yakalanıyorsunuz. Gerek olmadığını düşündüğünüz için gitmediğiniz bir kahve buluşması ya da bir yemek için artık kötü hissetmiyorsunuz. Kimileri tüm bunları seviyor olabilir elbette, ama ben benzeri adrenalini denizdeyken, ormanda yürüyüş yaparken, rüzgarın gücünden korkup kite surf’e çıkmamak için binbir takla atarken ve çok klişe gelecek belki ama her ay değişen çiçek ve bitki kokularını içime solurken yaşamayı tercih ediyorum. İstanbul ise arada ziyaret ettiğim bir Avrupa şehri gibi. Biraz fazla hırpalanmış bir Avrupa şehri gibi…
Bir günün nasıl geçiyor?
Planlanmış toplantılar ve rutin işler dışında, spor yapıyorum. Haftada bir Zoom üzerinden Kundalini dersi alıyorum. Kitap okuyorum, denizden topladığım deniz kabuklarıyla, yıkanmış ahşap parçalarıyla oynuyorum; şanslıysam ortaya bir çerçeve gibi işe yarar şeyler çıkarıyorum. Yapılacak işler varsa ev ve araziyle uğraşıyorum, sebze bahçesini suluyorum, mevsimiyse meyve kurutuyorum, lavanta yağı yapıyorum. Yemek ise apayrı bir seremoni bizim için. Akşam oldu bile…
Sürdürülebilirlik senin için ne ifade ediyor?
Cool kelimesi gibi kalite kelimesinin de içi boşaldı bir süre önce. İyi bir makarna yemek için şehrin en iyi İtalyan lokantasına gitmek bir numara değil artık. Değirmenden alınan unla, ellerinizle yoğurduğunuz başka türlü bir keyif ve deneyim barındıran bir yiyeceğe dönüştüğünde makarna adının hakkını veriyor en çok. Ya da soluduğunuz havada aranmalı kalite mesela… Ya da sürdürülebilir olan her şeyde. Herhangi bir şekilde geçici fayda sağlayan hiçbir şey sürdürülebilir değil benim için. Kalıcı olmak denilen şey, kıpırdamadan sabit durmak veya sağlam olmak demek değil. Akışkan ve uyumlu olmak, şimdinin ‘ayağı yere basanı’. Çünkü şimdi ayağımız yere bastığında, izi kalsın istemiyoruz. Herhangi bir şeyin hissi kalıcıysa, varlığı varlığımın üzerinden geçinmiyorsa, beni tanımlayan bir şeye dönüşmüyorsa, o benim için sürdürülebilir demek.
Sürdürülebilirlik kavramına en büyük haksızlığı kimler yapıyor sence?
Geçen yıl MET Gala’nın muazzam bir şaşa ve müthiş bir görgüsüzlük boyutunda sergilendiği gün, Birleşmiş Milletler insanoğlunun sebep olduğu çevre tacizi sebebiyle bir milyon türün yok olacağını açıklamıştı. Modanın, saplantılı bir şekilde bir ‘kutlama’ veya kaçış olduğunun sürekli olarak tekrar edilmesine artık son verilmeli. Moda bir kendini ifade şekliyse eğer kişinin daha kendinin bile farkında olmadığı bir bireye dönüşmesine yardımcı olacak güce sahip olmalı.
Moda sürdürülebilir olmalı. Bir arada ve kolektif olmalı, kendine köle değil, dost aramalı ve belki de sırtına daha sosyalist bir pelerin almalı.
Hem üretici hem tüketici artık son derece bilinçli olmalı. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki yeni nesil hızlı modanın verdiği zararların farkında. Özellikle pandemi döneminde yapılan yoklamalarda, insanların kaliteli ürüne ve sürdürülebilir olana yöneldikleri görülüyor.
Sence sürdürülebilirlik bir ütopya mı?
İçinde yaşadığımız düzen içinde, bir ütopya gibi görünse de, her şey bizi oraya götürüyor. Markaların sezonlarca koleksiyon çıkarmamaya karar vermeleri, eski parçalarını toplayarak revize edip yeniden alıcı ile buluşturmaları, farklı ham maddelerden yapılan kumaş arayışları hep mecburi bir istikameti gösteriyor. Çünkü kaynakların neredeyse sonuna geldik. İnsanlar tabii ki bir şeyler almaya ve tüketmeye devam edecekler ama tüm bu ‘şeylerin’ tamamı olmasa bile büyük bir çoğunluğu -ve bu arada büyük ihtimalle her geçen yıl daha da artan bir oranla genişleyerek- sürdürülebilir olacak, olmak zorunda kalacak. Sürdürülebilirlik bir tercih ya da bir ütopya değil, dünyanın yaşamına devam etmek için elindeki tek seçeneği.
Eski bir dergici ve daimi bir içerik üreticisi olarak dünyada ve Türkiye’de dergiciliğin geldiği noktayı değerlendirebilir misin?
Çok uzun zaman önce acil durum sinyali vermişti dergi sektörü. Türkiye bu geçişi iyi yapamadı. Ve aslına bakarsan ilk hatası da blogger-editör çekişmesine yenik düşmesi oldu bence. Sosyal medyayı bir tehdit olarak algıladı. Bu yurt dışında da bir süre böyle oldu ama konu çok uzamadı. İnovasyon ve adaptasyon konusunda bizden elbette daha ileriler çünkü maalesef bizim en iyi bildiğimiz şey bir şeylerin yapılmışını taklit etmek.
Şu an Türkiye’nin durumu yapısal olarak neyse, örneğin nasıl yönetiliyorsa, dergi sektörü de aynı durumda.
Hatta küçük bir modeli gibi. Kalifiye olan çalışanların nesli tükenmiş gibi, başka işlerde çalışıyorlar ya da hala daha dergilerde var olanlarla birlikte onlar da birer sosyal medya fenomeni olmaya çabalıyor, yarı-ünlü olma yoluna giriyorlar. Eğer herkes sadece ve en iyi ve en dürüst şekilde yapabildiğini ve yapması gerekeni yapsaydı, eminim durum çok farklı olurdu. Ama maalesef bir yerden zehir girdi mi, her bir damara yayılıyor. Görebildiğim şey, herkesin yanlış yere baktığı. Kolektif olmayı, -haklı veya haksız- güç bölünmesin diye ‘birbirini tutmakla’ karıştırdık. Hata mıydı? Elbette hayır. Olması gereken yaşandı. Şimdi ise kimse tam olarak ne yapacağını bilmiyor.
Pandemi senin hayatında neler değiştirdi? Sen de tüm insanlar gibi aydınlandın mı?
Pandemi hayatımda çok büyük değişimlere sebep olmadı; diğerleriyle olan ilişkim kadar beni etkiledi. Arkadaşlarımı ve ailemi fiziksel olarak göremesem de belki bu dönemde normalden fazla bile birbirimize vakit ayırmış olabiliriz. Burada ormanın içinde bir köy evinde yaşıyorum ve istediğim zaman yürüyüşe çıkabildim veya denize açılabildim. Zaten bir süredir kalan artıkları temizlemek, var olan malzemeyi yani kendimi en iyi şekilde kullanabilmek için bir yoldaydım içsel olarak. Doğaya yakın olmak bu süreci hızlandırdı. Gürültüyü azalttı ve böylece kendimi daha iyi duyabildim. Marka danışmanlığı ve yaratımı üzerine çalışan şirketimiz Wiseslang’in yarattığı Instagram hesabı “anda mısın”, insanların nasıl bir duygusal destek ihtiyacı içinde olduğunun altını çizdi bu dönemde. Pandemiden hemen önce yarattığımız bu hesap, insanların sadece bir sefer değil, devamlı bir aydınlanma ihtiyacı içinde olduğunu gösterdi.
Uzaktan bakınca eskiden mutfak ateşinin başında olduğun sektör ve göbeğinde yaşadığın İstanbul nasıl görünüyor?
Her zaman birileri için “eskisi gibi değil” denilecek bir noktada olmuştur sektör ve bu sefer de eskisi gibi değil. 🙂 Sadece sektör ve İstanbul değil, tüm sistemler ve tüm şehirler dönüşümün eşiğinde ve hatta içinden geçiyor. Büyük bir grubun kafası bir hayli karışıkmış gibi görünüyor, bir grup ise hem kendini hem de sistemi yolunda tutmak için çaba sarf ediyormuş gibi görünüyor. Fakat bence kimsenin tam olarak bir fikri yok, rüzgara göre gidiyoruz bir yerlere. 🙂
Kendini bu sistemin neresinde görüyorsun?
Dergi yapmayı bıraktım ama içerik yaratmaya hala devam ediyorum. Dedikleri gibi ‘içerik cidden kral.’ Anlatmak istediğiniz bir şeyler varsa, bir şekilde anlatacak bir yol bulmalısınız ve bu sizde taşan, kabında durmayan bir istekse bulursunuz da… Bu bir dergi de olabilir, bir sosyal medya hesabı da olabilir, bir fotoğraf da olabilir, bir film de veya bir giysi de… Yeter ki sürdürülebilir olsun. Var olan formunda işe yaramadığı bir noktaya geldiyse, şekil değiştirsin. Ben bir süre önce şekil değiştirdim. Bir yaratıcı ve bir kuratör olarak devam ediyorum paylaşmaya. Aslında belki de her zaman öyleydim. Sistemin benden beklediğini yapmaya
çalışmıyorum, kendim için ve ihtiyaç duyduğum kadarıyla ilgileniyorum. Birilerine dokunarak, birilerini yalnız hissettirmeyerek, birilerine güç ve cesaret vererek yeni alanlar açmaya çalışmak, bir hayli derinde ve vazgeçilmez bir istek benim için.
Çok güzel bir kadınsın. Eğer olmasaydın ne olurdu diye düşündün mü hiç?
Güzel bir kadın olduğumun düşünülmesi, eminim çoğu kez işime yaramıştır ama aynı sebeple, bir sürü kadının içinde senelerce çalışmış bir kadın olarak zor anlar da yaşamışımdır diyelim. Hatta güzellik algısı ve kullanım şekilleri sebebiyle tam tersi bir iletişim dili bile geliştirmiş olabilirim. Seneler önce Umberto Eco’nun Güzelliğin Tarihi kitabını gördüğümde, bu güzellik ve çirkinlik algısını açıklığa kavuşturabilirim düşüncesiyle alıp, birtakım güzel ve çirkin olarak adlandırılan insan görselleriyle kala kalmıştım.
Ve bir de, “Çarpık bir buruna değil sakat ve sahte bir ruha gülelim,” demiş Nicolai Gogol.
“Hadi biz kaybettik diyelim, siz ne kazandınız?” sözünü ülkemiz özelinde sektörel olarak değerlendirir misin?
Eski kazananların, yeni kazananları gözlemleyerek direksiyonu onların tarafına çevirip kazanmaya devam etmek üzerine oynadıkları bir süreç başlamıştı, hala daha devam ediyor. Mesele şu ki, bu hiçbir zaman bir yarış değildi. En iyi, en güzel, en moda ve en daha bir sürü şey olmak kime ne kazandırdı, kendi konseptleri dahilinde tartışılabilir.
Ölüm senin için bir son mu? Senden sonra geriye bir şey kalsın istiyor musun? Evet ise nedir?
Hayattayken yaptıklarımızla ya da geriye bırakacaklarımızla gelecekte etki sağlayacağımızı ancak şu şekilde hayal edebiliyorum; farkında yaşayarak. Bilincimizi koruduğumuz, fayda sağlamaya ve mutlu olmaya odaklandığımız sürece bir şeylere mutlaka etki ediyor olacağız. Hayat bakmasını bilirseniz çok güzel.