Esin Sözer Kalender: Pandemi Bana Beklemeyi Öğretti

Güncelleme Tarihi: 2 Ekim 2021

Yere düşen kuru manolya yapraklarını toplayarak başlayan tutkusu çok daha büyük bir fikre ilham oldu ve Magnol markası doğdu… Günlük yaşamda kullanılabilir ürünleri sanatsal bir ifade ile ortaya koyan Magnol markasının yaratıcısı Esin Sözer Kalender ile doğadan nasıl ilham aldığını, marka yaratmanın zorluklarını, pandemi döneminin etkilerini ve çok daha fazlasını konuştuk…

“Magnol, benim desenlerimi yerden topladığım kuru manolya yapraklarını boyamam ile başladı.”

Biz sizi tam da pandemiden önce Magnol isimli enteresan ve yaratıcı bir aksesuar tasarımcısı olarak tanıdık. Sonrasında da farklı kariyer açılımlarınız olduğunu öğrendik. Bize kariyer yolculuğunuzdan bahseder misiniz?

Ben Mimar Sinan üniversitesi iç mimarlık bölümünden mezunum aslında ve tam 30 senedir mesleğimi çok severek devam ettiriyorum. Önce Atölye T mimarlık Tuncay Çavdar atölyesinde çalıştıktan sonra halen birlikte çalıştığım sevgili ortaklarım ve yakın arkadaşlarım Müge Hansoy Kınacı ve Murad Denizaltı ile Arketipo Design İç mimarlık şirketini kurduk. Yurt içi ve yurt dışı özellikle otel projeleri üzerinde çalışıyoruz. Dünyanın birçok yerinde başarılı projelere imza attık birlikte. İç mimarlık, meslek olarak çok fazla konu, tasarım ve malzeme ile birlikte olmanızı sağlıyor. Mesleğimin yanı sıra her zaman sanat ile çok ilgili oldum. Kendimi bildim bileli resim yaparım ve özellikle desen çizerim. Sanata olan ilgim ve benim gibi gerçek işi tasarımcı olan insanların yaptığı işleri gösterebilmek ve paylaşmak adına eşim Yasin Kalender ile birlikte 2019 yılı mart ayında Goba Sanat ve Tasarım Galerisi’ni kurduk. Galerimiz, tasarımcıların sanat platformu olarak şu ana kadar birçok tasarımcıya ev sahipliği yaptı. Halen de ayda bir sergilerimiz devam ediyor.

Magnol fikrinin zihninizde oluşmasıyla markanın doğuşu arasında neler yaşadınız?

Magnol fikri aslında tamamen benim desenlerimi yerden topladığım kuru manolya yapraklarını boyamam ile başladı. Yaklaşık 1 sene kadar topladığım yapraklar ofiste ve evde sepetlerde kuş kafeslerinde vazolarda dekoratif olarak bekledi. Bir gün desenlerimi yapraklar üzerine çizmeye ve boyamaya karar verdim. İnanılmaz hoşuma gitti ve bunu birçok insanla paylaştım. Yaprak boyama konusunda workshop’lar yaptım. Bu arada yaprakların kırılması konusuna çözüm bulmak gibi bir konu hakkında çeşitli araştırma ve deneyler yaptım ve  epoksi reçine ile tanıştım. Yaprak gibi amorf ve doğal yapıdaki bir malzemeyi sonunda kırılmaz bir hale getirmeyi başardım. Bunu yapma isteğimin tek amacı kırılmadan bu yaprakları bir moda aksesuarı olarak güncel yaşamda kullanabilmekti. Böylece ilk aksesuarım yaprak broşlarım ile Magnol’ün ilk adımlarını atmış oldum. Daha sonra kırılan  yaprak tanelerini değerlendirme isteğim ile ilk çanta sapı denemelerime başladım. Doğada kaybolmaya yüz tutmuş kuru yaprak ve çiçekler ile çeşitli saplar yaptıktan sonra çantalarımın deri kısmını tasarladım. Bu arada senelerdir yapmak istediğim fular desenlerim yaprakların üzerinde beliriverdi. Ben de ilk koleksiyonumda üzerinde yaprak imzası olan bir seri çıkardım.

“Gerçek bir hikayesi olmayan markaların çok fazla yaşayabileceklerini düşünmüyorum.”

Doğa, markanızın DNA’sında çok güçlü bir yere sahip. Markaların ve kişilerin doğaya duyarlılıklarını gerçekçi bir şekilde sergilemeye başlaması umut verici ama bunu sadece pazarlama amaçlı kullanan markalar da var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Doğa, gerçekten günümüzde pazarlama amacı olarak çok fazla kullanılıyor. Ben gerçek bir hikayesi olmayan markaların çok fazla yaşayabileceklerini düşünmüyorum.

Magnol olarak günlük yaşamda kullanılabilir ürünleri sanatsal bir ifade ile ortaya koymaya çalışıyorum. Günlük yaşamın ileri dönüşüm metodlarına duyarlı olarak var olan doğal malzemeleri yepyeni işlevleriyle kullanılabilir ürünlere dönüştürmek bence tüm markaların öncelikleri olmalı.

Bir iç mimar olarak Türk insanının mekanlarla ilişkisini nasıl tanımlıyorsunuz? 

Türk insanı bence her şeyden önce konforuna çok düşkün ve alışkanlıklarından çok fazla ödün vermeyi sevmiyor. İnsanlar, özellikle evlerinde rahat edecekleri tasarımları istiyorlar artık. Doğal malzemelerin kullanıldığı ve yormayan tasarımların olduğu mekanlar tercih ediliyor. Eskisi gibi misafire yönelik bir yaşam tarzı pek kalmadı gibi… Alışveriş mekanlarında pratik çözümlerin olduğu alanlar tercih ediliyor. Otel ve restoran gibi mekanlarda ise evlerinden daha farklı tasarımları görmek istiyorlar.

“Erkeklerin birçoğu hala gidip lacivert-gri olan mendili alıyor.”

Hedef kitleniz kim? Kendiniz gibi kadınlar mı? Bambaşka kadınlar mı? Griden sıkılmış erkekler mi?

Magnol’ün hedef kitlesi oldukça geniş aslında. Tasarımlarımda kullandığım cesur renkler ile çok değişik insanlara hitap edebildiğimi görmüş oldum. Hedefimde her zaman değişiklik peşinde olan ve kaliteyi seçen insanlar yer alıyor. Yaptığım her tasarım, adetli olarak üretiliyor ve bu sayede çok fazla kişide görme şansınız olmuyor. Hiç tahmin etmediğiniz çok sade tarzı olan insanların fuşya ve yeşili nasıl birlikte sevdiklerini görünce daha da cesaretleniyorsunuz.

Ben; dediğiniz gibi erkeklerin griden sıkıldığını düşünerek çok renkli mendiller de tasarladım ama bu konuda sanırım hala çok fazla cesaretli değiller. Hala birçoğu gidip lacivert-gri olan mendili alıyorlar. 🙂

Pandemi öncesinde marka kurmak nasıl bir şey? Bize tüm çıplaklığıyla anlatabilir misiniz?

2018 yılı sonlarında başlayan Magnol serüvenimiz maalesef tam da pandemi öncesi kurulmuş oldu. Biz lansmanımızı 28 Şubat günü yaptık. O gün zaten oldukça kötü bir gündü ve bir savaş hali vardı memleketimizde. Birçok davetlimiz ziyaretlerini iptal etmek zorunda kaldı. Biz daha bunu tam anlayamamışken bir iki hafta içerisinde de pandeminin yasakları başladı. Hiç kimsenin ne yapacağını bilmediği, yıllardır süren işlerin bile nasıl devam edeceğini bilemediğimiz bir döneme girdik hepimiz… Ben ilk 2 hafta aslında hiç anlamadım durumun vahametini. İç mimarlık tarafımda o kadar yoğun bir çalışma temposu vardı ki yurt dışında iki otel projesi birden yetiştirmeye çalışıyorduk. Projeleri online olarak yapmaya çalıştığımız bu zorlu süreçte birden Magnol ile ilgili her şeyi bir kenara bıraktım. Daha doğmamış bir bebek olan Magnol, böylece sessizce beklemeye başladı. 

2 haftanın sonunda Magnol konusunda tamamen dehşete düşmüştüm. Ben neden böyle bir işe kalkıştım, dünya nereye gidiyor, bu kadar emek ne olacak vs… Hiçbir soruya cevap bulamadığım bir süreçti bu. Her akşam pandemi haberlerinin yanı sıra  sosyal medyadan birçok modacının veya markanın canlı yayınlarını dinliyordum. Herkes aynı şeyleri söylüyordu ve ben bu iki-üç  hafta boyunca Magnol için hiçbir şey yapmadım. Üzgün ve küskündüm… 

Bu süre, belki de hayata bakış açımın pozitif olması açısından çok sürmedi. Çok garip ve kimsenin sonunu tahmin edemediği bu dönemde ben tekrar kendimi tasarıma verdim. Beni her zaman daha pozitif tutan hayata daha sıkı bağlanmamı sağlayan yeni yeni tasarımlar üreterek bu süreci atlattım diyebilirim. Bir süre sonra satış konusunda neler yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Magnol, web sitemizin aktif olması ve sosyal medya sayesinde biraz hareketlenme başladı. Büyük bir cesaretle sınırlandırmaların kalktığı ilk günlerde pandemi kurallarına uygun olarak dış mekanda bir çekim planlayarak biraz kendimize iş çıkardık ve tekrar hayata geri döndük diyebilirim. Eğer hiçbir şey yapmadan sadece oturup ah vah diyerek bu süreyi geçirseydik bence şu anda Magnol daha başlamadan bitmişti.

Ben bu arada inanılmaz tez canlı birisiyimdir. Hemen her şey bir an önce olsun bitsin isterim.

Pandeminin bana verdiği en büyük ders bu oldu diyebilirim; Magnol için bana beklemeyi öğretti…

Diğer işleriniz olsaydı böyle bir şey mümkün olur muydu?

Bence biraz daha zor olurdu sanırım.

“Yaptığınız bir ürünü marka haline getirebiliyorsanız hayallerinizi gerçekleştirmişsinizdir.”

‘’Günümüzde marka yaratmak ve tasarım yapmak’’ adlı bir makalenin özeti ne olur?

Marka yaratmak inanılmaz zor ve sabır isteyen bir süreç. Bir tasarımcı olarak yaptığınız bir ürünü marka haline getirebiliyorsanız hayallerinizi gerçekleştirmişsinizdir.

Magnol’un da çatısı altında olduğu mekandan bahseden misiniz?

Magnol, showroom olarak Goba Art&Design çatısı altında yer alıyor. Zaten sanat, zanaat ve tasarımı bir çatı altında toplamak için kurulmuş bir mekan Goba. Burada her ay çeşitli tasarımcıların sanat çalışmalarına yer veriyoruz.

Pandemiden önce ve sonra diye bir tanımlama yapacak olursak; “Pandemiden sonra kolektif…” cümlesini, profesyonel ve kişisel perspektiften bakarak tamamlayabilir misiniz?

Bence insanlar pandemi öncesi daha bireysel çalışıyorlardı. Şimdi herkes satışlarını artırmak, bilinirliklerini çoğaltmak için daha önce hiç yapmayacakları iş birlikleri içerisine girdi diyebiliriz. Biz de değişik birçok markadan satış kanalları ve tasarımcılarla çalışmalar ve görüşmeler yapıyoruz. Ben her zaman birlikten güç doğduğuna inanmışımdır. Yeter ki görev tanımları baştan yapılabilsin.

“Çok sıkı çalışma, yoğun istek ve ilgi ile ulaşılamayacak başarı yoktur.”

Sanatçı olunur mu, doğulur mu? Bu işler okumadan da olur mu? 

Bu konu oldukça derin aslında. Ben yetenekli insanların doğuştan olduğuna inanırım. Ama ne kadar yetenekli olursanız olun eğer hiç resim yapmazsanız veya bu konudaki teknikleri öğrenmezseniz bu yeteneğiniz zamanla yok olabilir. Bu nedenle doğuştan yeteneğiniz olsa bile çok çalışmadan emek vermeden çok başarılı olunabileceğini düşünmüyorum. Eğer bir kişi, hem doğuştan yetenekli  hem de istediği sanat dalının eğitimini alabiliyorsa bu, o kişi için inanılmaz bir değerdir. Doğuştan gelmeyen bir yetenek ise sonradan edinilebilir mi sorusu tartışmaya açıktır. Ben bununla ilgili inanılmaz örnekler gördüm çok yakınlarımdaki insanlardan. Çok sıkı çalışma, yoğun istek ve ilgi ile ulaşılamayacak başarı yoktur diye düşünüyorum.

Sanat ve hobi amaçla kreatif objeler yapanların arasındaki çizgi nasıl çekilebilir? 

İkisi arasındaki çizgi aslında çok basit; ben bu ayrımı kendi mesleğimde de çok fazla yaşıyorum. İç mimarlık eğitimi almış ve dekorasyon yapan kişiler arasındaki çizgi gibi… Birisi dört sene bu işin eğitimini almış iç mimar diğer kişi ise dekoratördür.

Ben Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu olduğum için; sanatçı olmak için bir eğitimin şart olduğunu düşünüyorum. Sanat tarihinden insan anatomisine kadar alınan eğitimlerin ve birikimlerin, büyük ustalarımızın atölyelerinde çalışmış olmanın çok kıymetli olduğuna inanıyorum…

Bütün bunların yanı sıra ben bir şeyler yaratmak olarak bakıyorum ve herkesin kendi işlerini üretmesi gerektiğini ve çizmekten boyamaktan vazgeçmemesini her zaman destekliyorum. Sonuçta sizin ürettiğiniz, siz ve çevreniz için çok değerli işler olacaktır. Bunları paylaşmak ve üretmekten vazgeçmemek gerektiğini ve üretmeye devam etmenin sonsuz değerli olduğunu söylemek isterim.