Erkeklik krizi, toplumsal cinsiyet ve eleştirel erkeklik çalışmalarına uzun bir süredir konu olan başlıklardan birisi. Fakat sosyal ortamlardaki duyulurluluğu son birkaç yıl içerisinde artmış bir kavram. Bu yazıda yalnızca erkeklik krizini belli başlı yönleriyle ele almakla kalmayıp toplumsal yansımalarına da değinmek hevesindeyim.
Her şeyden önce bir mağduriyet müsabakası yaratmaya çalışmadığımı samimiyetle söylemek istiyorum. Pek tabii ki erkeklik krizi denen mesele sadece kadın olduğu için öldürülen birinin hayatından daha kıymetli değil. Nitekim bu da bir yarış değil… Fakat ne yazık ki sanki bütün insanlık olarak yekpare ve tek bir enerjimiz varmış ve onu da görece en büyük olan meseleye kanalize etmemiz gerekiyormuş gibi bir refleksimiz var. Bu refleks yüzünden hayvan hakları savunucularına ‘’Ne hayvanları? Çocuklar ölüyor.’’, çocuk hakları savunucularına ‘’Ne çocukları? Savaşlar var bütün insanlar ölüyor.’’, savaş karşıtı pasifistlere de ‘’Ne savaşı? İklim krizi var, hepimiz öleceğiz.’’ deniliyor. Fakat belki de tüm bunlar kadar olmasa da erkeklik krizinin de kesinlikle konuşulmaya değer olduğu kanaatindeyim.
Erkeklik Krizi Nedir?
Erkeklik krizi basitçe ‘’erkeklerin’’ çağdaş dünya hayatında kazanım olarak gördüğümüz toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik gelişmeler ve onlara öğretilmiş olan erkek egemen düzen arasında yaşadığı çatışmayı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Yani bir tarafta daha eşit daha kapsayıcı, rollerin yeniden dağıtıldığı ve tarihsel süreç içerisinde gasp edilmiş hakların iade edildiği yeni ve yükselen bir çağdaş düzen var. Bir diğer tarafta ise eski, ataerkil toplumsal cinsiyet kodlamalarının yerleşik olduğu ve dolayısıyla da erkeklerin ayrıcalıklı olduğu köhnemiş bir düzen var. Bir de bu ikisinin arasına sıkışmış, kendini çağdaş dünya düzeni içerisinde konumlandırmaya çalışan ve fakat ayrıcalıklarını kaybetmekten de hiç memnun olmayan erkekler var…
Aslına bakarsanız sıklıkla rastlayabileceğiniz bu tanım, erkeklik krizinin bir bölümünü açıklıyor olsa da ne yazık ki oldukça sığ ve genellemeci bir tanımdan ibaret. Peki o zaman nasıl daha gerçekçi ve kapsayıcı bir tanım yapabiliriz?
Erkeklik krizinden bahsederken (böyle insanlar da olmasına rağmen) sadece eşitlik fikri karşısında afallayan ve ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen erkeklerden söz edemeyiz. Hatta bu krizin öznesi olan pek çok erkek için durum hiç de bu kadar basit değil. Kadın özgürleşme hareketi, toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulanması ve LGBTİ+ bireylere yönelik toplumsal farkındalığın artması gibi kazanımlar doğal bir sonuç olarak kavramsal erkekliğin yeniden tanımlanması ihtiyacını doğuruyor. Erkekliğin veyahut buna benzer kavramların modernist bir bakış açısıyla yeniden ve yeniden tanımlanmasına gerçekten ihtiyacımız var mı diye düşünebilirsiniz. Nitekim ben de tam olarak böyle düşünüyorum. Fakat kendilerini ‘’erkek’’ olarak tanımlayan kişilerin tabiri caizse kartların yeniden dağıtıldığı çağdaş toplum düzeninde sosyal ilişkiler kurarken içinden çıkılması güç boşluklara düştüğü de yadsınamaz bir gerçek.
Erkeklik krizinin ‘’gerçekten’’ ne olduğunu bizlere anlatacak olan bu boşluklara biraz daha yakından bakmakta fayda var.
‘’Boşluklar’’
Toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik gelişmeler ve LGBTİ+ bireylere yönelik farkındalığın artması gibi değişimler toplumsal cinsiyet normlarının sorgulanmasına sebep oluyor. Örneğin kadınların çalışamayacağı veya erkeklerin oje süremeyeceği gibi normatif bilgiler yavaşça toplumsal hafızadan siliniyor. Zaten toplumsal cinsiyet rollerinin ‘’yıkılmasının’’ erkekleri de özgürleştireceğine inanıyoruz. Fakat bu noktada sancılı bir sürecin doğal ve geçici bir sonucu olarak görülebilse de toplum tarafından erkek olarak tanımlanan bireylerin yaşadığı boşluklar var. Bu boşluklardan birine üzerinde konuşabilmek için şimdilik yetki-sorumluluk dengesizliği diyeceğim.
Ne yazık ki toplumsal cinsiyet normları özelinde erkeklerin yetkileri hızla ve toplum adına olumlu bir şekilde değişirken sorumlulukları aynı hızda ve oranda değişmiyor. Örnek vermek gerekirse ‘’Evin reisi erkektir, eve o bakar.’’ kalıbı kadınların iş hayatına katılımı ile beraber ortadan kalkıyor. Haliyle erkeklerin bu kalıp sayesinde elde ettikleri ayrıcalık ve yetkilerden de bahsetmek güçleşmiş oluyor. Fakat buna karşın erkeklerin ekonomik yükümlülüklerinden doğan sorumluluklarına yönelik beklentiler aynı oranda ve hızda değişmiyor. Neredeyse bütün erkekler (özellikle Türkiye gibi bir ekonomik duruma sahip olan ülkelerde) halen daha bu beklentinin doğurduğu baskı altında eziliyor. Kendilerini sürekli olarak bir başkası için başarılı olmak, kariyer sahibi olmak, zengin olmak ve cevval olmak mecburiyetinde hissediyorlar. Bu gibi örnekleri çoğaltabileceğimiz yetki-sorumluluk dengesizliği hususunda bütün erkeklerin ayrıcalıklarının peşinde olduğunu düşünüp yalnızca sorumlulukları da bölüşmek isteyen erkekleri görmezden gelmek sığ bir bakış açısı olacaktır sanıyorum.
Erkeklik krizine sebep olan boşluklardan biri de kimlik problemi… Öyle ya da böyle kendini erkek olarak tanımlayan herkesin kafasında erkek olmanın ne ifade ettiği hakkında soru işaretleri vardır. Ataerkinin öğretisine göre erkeklik bir mertebe… Keza ‘’Erkek doğulmaz, erkek olunur.’’ lafzını işitmişizdir. Öyle ki bu paye, ‘’iyi’’ tavırlar sergileyen kadınlara da ‘’erkek gibi’’, ‘’adam gibi’’ denilerek geçici olarak veriliyor. Burada ifade edilen erkeklik zor kazanılan fakat oldukça kolay bir şekilde yitirilen bir makam. Bu durum literatürde ‘’kırılgan erkeklik’’ olarak anılır.
Buna karşın çağdaş düzendeki görüye göre erkeklik, ne bir kazanım ne de istemsizce yitirilebilecek bir şey. Hal böyle olunca erkek olmak için katedilmesi öngörülen ve kültürel olarak değişiklikler gösteren sünnet olmak ve savaşa gitmek gibi aşamalar da kıymetlerini yitiriyor. Bu durum da kimlik inşası için bir rol model sorunsalı yaratıyor. Sözgelimi artık babalarımızın zihnindeki erkekliğin toplumda olumlu bir karşılığı yok. Tabii ki toplumsal cinsiyetimiz büsbütün kişiliğimiz için yegane veri olmamalıdır. Fakat değişim süreci içerisindeki bu ‘’erkeklik fluluğu’’ büyük bir boşluk yaratıyor.
İdol meselesine değinmişken erkeklik krizine sebep olan en büyük ve en görünür boşluklardan birine de değinmeden geçmeyelim. Buna da kabaca temsiliyet problemi diyebiliriz. ‘’Yahu erkekler de temsil edilmiyorsa kimse temsil edilemez.’’ diye düşünebilirsiniz. Fakat durum hiç de öyle değil…
‘’Erkek’’ problemleri yazının başında belirttiğim öncelikler meselesi yüzünden konuşulmaya değer görülmüyor. Hızlı bir şekilde kadın düşmanlığı olarak kodlanabileceği için de pek fazla kişi tarafından ‘’Muhafazakar görünürüm.’’ korkusuyla sahiplenilmiyor. Neredeyse sadece bu duruma oldukça dar bir perspektiften ve sarkastik bir tavırla yaklaşan yazıları okuyabiliyoruz. Bu yazıların da neredeyse tamamı erkeklik krizinin öznesi olmayan insanlar tarafından kaleme alınıyor. Aynı şekilde neredeyse tüm dünyada bu problemlere değinen herhangi bir politik faaliyet yürütülmüyor. Ama ortada çağdaş dünya düzeni içerisinde aidiyet ve kimlik problemi yaşayan, kendini amaçsız hisseden ve sorunlarının sahiplenilmediğini, küçümsendiğini hisseden çok geniş bir kitle var. Bu temsiliyet probleminin yarattığı açık ise ne yazık ki aklıselim olmayan insanlar ve onların uç fikirleriyle dolduruluyor. Erkeklik krizinin öznesi olan ve çoğu genç erkeklerden oluşan bu kitle de seçeneksizlik yüzünden bu tehlikeli masalların takipçisi oluyorlar.
Son yıllarda sosyal medyada giderek artan bir furyaya tanıklık ediyoruz. Jordan Peterson ve çok daha vasatı Andrew Tate gibi kriminal kişilerin geniş kitlelere hitap ettiklerini, bu hususa odaklanan sosyal medya sayfalarının yüzbinlerce insan tarafından takip edildiğini görüyoruz. Çağdaş erkeklik problemlerini kadın düşmanlığına angaje eden ve sosyal adalet savunuculuğunu adeta bir küfür gibi kullanan bu kişilerin yanı sıra kendi tabirleriyle ‘’kadın merkezli beyin yıkamaya karşı çıkan’’ Red Pillciler, hak ettikleri romantik ve cinsel deneyimlerin kadınlar tarafından kendilerine verilmediğine inanan Inceller ve Yeni Stoacılar gibi çeşitli akımlar da kesinlikle ciddiye alınması gereken bir şekilde ilgi görüyor. Ne yazık ki insanları toplumdan izole eden ve şiddete yöneltebilecek olan tüm bu tehlikeli fikirler; erkeklik problemlerinin sağlıklı bir şekilde konuşulmaması, erkeklere özel zorunlu askerlik ve babalık aldatmacası (Paternity Fraud) gibi meselelerden bahsedilmemesi sebebiyle kendilerine alan buluyor.
Toplumun bütün problemlerini üzerinde taşırken kendi problemlerinin de toplum tarafından önemsendiğini görmek herkesin hakkı diye düşünüyorum. Nitekim bireyin topluma karşı sorumluluk sahibi hissetmesi de buradan geçiyor. Kaldı ki şahsen bir erkek olarak feminizmi, ‘’Herkes için feminizm.’’ sloganına ikna olarak desteklediğimi de söylemeliyim. Fakat üzülerek söylüyorum ki problemlerimden ‘’sözde erkek problemleri’’ diye bahseden birileri tarafından temsil edilebileceğime de inanmıyorum.
Kapak Fotoğrafı: Pixabay | Geralt