Türkiye, 6 Şubat sabahına Cumhuriyet tarihinin en büyük felaketi ile uyandı. Birkaç saat arayla merkez üsleri Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri olan iki büyük deprem yaşandı. Büyüklükleri 7.7 ve 7.6 olarak kayıtlara geçirilen depremler, 10 şehrimizi kapsayan bir alanda büyük yıkıma yol açtı. Kahramanmaraş, Hatay, Gaziantep, Adıyaman, Diyarbakır, Malatya, Şanlıurfa, Osmaniye, Kilis ve Adana’yı etkileyen depremde son açıklamalara göre 20.665 vatandaşımız hayatını kaybederken yaralı vatandaşlarımızın sayısı 80.088 olarak güncellendi.
Yüze yakın ülkeden Türkiye için yola çıkan arama kurtarma ekipleri ve yardım malzemeleri, Depremin 115. saatinde dahi göçük altından canlı bir şekilde çıkarılan vatandaşlarımız ve necip milletimizin hızlıca gösterdiği birliktelik ve yardımlaşma reaksiyonu her ne kadar umut ışığı yaksa da; ne yazık ki yaşanan acıların, yitip giden hayatların ve büsbütün bir milletin yaşadığı bu derin üzüntünün bir telafisi yok.
Hafızamız hala tazeyken aynı acıları tekrar tekrar yaşamamak için bir an evvel deprem realitesi ile yüzleşmeli ve bilimin ışığında, yaşanan felaketler karşısında kendi kaderimizi kendimiz tayin etmeyi öğrenmeliyiz.
Türkiye’de Deprem Gerçeği
Türkiye, coğrafi konumu itibari ile dünyanın en faal deprem kuşaklarından biri olan Akdeniz-Alp-Himalaya kuşağı üzerinde yer almaktadır. Dünya’da her yıl yaklaşık 500 bin ölçülebilir depremin meydana geldiği tahmin edilirken bu depremlerin yaklaşık %20’si Türkiye’nin de üzerinde bulunduğu bu kuşakta gerçekleşmektedir. Türkiye’de ortalama beş yılda bir geniş çaplı can ve mal kaybına sebep olan bir deprem gerçekleşmekte ve yılda ortalama bin kadar vatandaşımız deprem sebebiyle hayatını kaybetmektedir.
Bütün bu veriler ışığında depremin Türkiye için asla göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir afet olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Peki, ne yapmalı?
Nasıl ki soğuk karşısında ateş yakmayı reddedip donmayı beklemiyorsak, deprem karşısında da umutsuzca ölüme razı gelmek zorunda değiliz. İçinde yaşadığımız çağda; bütün dünyada rahatlıkla uygulamalarına şahit olabildiğimiz bilimsel ve teknolojik gelişmelerin ışığında depremin doğal, fakat deprem olduğunda ölmek zorunda olmanın doğal olmadığını biliyoruz. Yaşanan bu felaketin ardından ve yaklaşık 16 milyon nüfuslu İstanbul’u da etkileyecek büyük Marmara depremini beklerken bir gerçeği aklımıza kazımamız gerekiyor;
Deprem değil; çürük binalar, ihmalkarlık, denetimsizlik ve eğitimsizlik öldürür.
Türkiye’de Deprem İçin Alınabilecek Önlemler
Hal böyleyken elimiz kolumuz bağlı oturmamamız, uzmanların beyanatları doğrultusunda yarın büyük bir deprem olacak gibi düşünerek en tehlikeli şartlardan en zararsızlarına doğru düzelterek ülkemizi en vahim senaryolara dahi hazır hale getirmeliyiz. İşin olumlu tarafı, Türkiye ve dünyada yürütülen bilimsel çalışmaların ışığında yapmamız gereken her şeyi harfiyen biliyoruz.
Depremlerin İncelenmesi
Akademik seviyede ve çağdaş teknolojik koşullar altında depremlerin ve yol açtığı etkilerin incelenmesi gerekmektedir. Laboratuvar çalışmalarının yanı sıra saha çalışmaları da fonlanmalıdır. Sahada sismik gözlem çalışmaları, yüzey kırığı araştırmaları ve geoteknik zemin incelemeleri gibi faaliyetler yürütülmelidir. Mühendislik düzleminde yapıların deprem davranışları ve yıkılan binaların yapısal kusurları gözlemlenmelidir. Bunların dışında sosyal bilimler düzleminde deprem anında ve sonrasında insan davranışlarının ve deprem sonrası travmaların incelenmesi gibi faaliyetler yürütülmelidir.
İdari Yapılanma
Oluşabilecek bir depremde kayıpların en aza indirgenmesi için elimizdeki en etkili güç idari yapılanma ve ilgili kanun ve yönetmeliklerin düzenlenmesidir. Deprem etkilerinin minimuma indirmek için düzenlenecek genel kanunların, talimatların ve yönetmeliklerin yanı sıra il ve ilçeler için lokal deprem senaryoları hazırlanmalı ve yerel yönetimler afetle mücadele kapsamında işlevli bir hale getirilmelidir. Acil yönetim merkezleri kurulmalı, çalışan ve gönüllülerin afet sonrasında nasıl hareket edecekleri önceden organize edilmelidir. Acil yardım yönetmeliği hakkında vatandaşları ve sivil toplum örgütlerini kapsayacak şekilde halkla ilişkiler çalışmaları sürekli olarak yürütülmelidir.
Deprem toplanma alanları belirlenmeli, afet sonrası oluşabilecek elektrik kesintileri, trafik, gaz kaçakları gibi sorunların yaşanmaması için gerekli altyapı çalışmaları yürütülmelidir. Resmi binaların yanı sıra eğitim, tıp, emniyet ve itfaiye tesisleri depreme dayanıklı hale getirilmelidir. İmar kanunları, arazi kullanımı ve inşaat yönetmelikleri lokal senaryolara uygun bir şekilde düzenlenmeli ve denetim mekanizması sürekli olarak çalışır tutulmalıdır. Afet sonrası olası haberleşme problemleri de göz önünde bulundurularak idari birimler arasındaki iletişim kuvvetlendirilmelidir.
Deprem yönetmeliği düzleminde yapılar incelenmeli ve uygun görülmeyen binalar kentsel dönüşüm kapsamında depreme dayanıklı hale getirilmelidir. Bu alanda faaliyet gösteren firmalar sürekli olarak denetime tabi tutulmalıdırlar. Bilinçsiz arazi seçimi, mühendislik verilerinden yoksun imar planları ve tasarımsız, plansız çarpık kentleşme ile mücadele edilmelidir. Nitekim verilere göre Türkiye’de yaklaşık olarak 15 milyon bina ve konut var. Fakat ne yazık ki bu binaların %55’i kaçak, %60’ı yirmi yaşın üzerinde ve %40’ı depreme karşı güvenilir değil.
Sivil Toplum Örgütleri
Yaşanan bu son felaket, sivil toplum örgütlerinin afet sonrası çalışmalar için ne denli önemli bir role sahip olduğunu yeniden gözler önüne serdi. 1999 depreminde AKUT örneğinde gördüğümüz gibi Kahramanmaraş depremlerinde de Ahbap ve İhtiyaç Haritası benzeri kamuoyunun güvenini kazanmış örgütlerin toplumun desteğini deprem bölgesine taşıma noktasında ne kadar işlevli olduğunu deneyimlemiş olduk.
Genel ve bölgesel faaliyetler gösteren sivil toplum örgütlerinin kurulması ve halkın bu örgütlere bağış yapmasını, bu örgütlerde gönüllü olmasını cesaretlendirecek çalışmaların yapılması depremin olumsuz etkilerini minimuma indirmek için son derece önemli. Yine aynı şekilde güven ortamının devam edebilmesi için sivil toplum örgütleri devlet tarafından denetlenmeli ve bu örgütler toplum tarafından denetlenebilir şekilde şeffaflaştırılmalıdır.
Eğitim
Depremin olumsuz etkileri ile mücadele kapsamında en başat faktör, toplumun deprem hususunda bilinçlendirilmesidir. Nitekim insanların afet öncesi, sırası ve sonrası davranışları afetin boyutunu kökünden etkilemektedir. Toplum, en temel biriminden başlayarak afet yönetimi, ilkyardım uygulamaları ve arama kurtarma faaliyetleri gibi konularda bilgilendirilmelidir. Deprem risk analizleri ve değerlendirmeleri noktasında topluma karşı şeffaf olunmalıdır. Medya ve eğitim kuruluşları toplum duyarlılığı oluşturmak için etkin bir şekilde kullanılmalıdır. Planlama süreci vatandaş seviyesinde katılımcı bir şekilde yürütülmelidir.
Afetlerle mücadele kapsamında bu gibi alt başlıklar sayfalarca uzatılabilir. Fakat söylenebilecek en önemli şey, vatandaşların depreme karşı bilinçli ve sağlıklı aksiyonları içselleştirmesidir. Her birimizin devletten ve ideoloji ayırt etmeksizin iktidar olmaya aday siyasi partilerden deprem önlemleri konusunda talepkar olmamız gerekiyor. Toplumsal bir refleksle ihmallere ve rant uğruna yapılan hukuksuzluklara göz yummamamız gerekiyor. Depreme dayanıklı olmadan inşa edilmiş her binanın cinayete teşebbüs olduğu bilinciyle meseleye eğilmeli ve millet olarak topyekün yasaların uygulanırlığı ve denetimlerin takipçisi olmalıyız.
Yaşanan bu acı tecrübeyi kesinlikle unutmamalı ve unutturmamalıyız.
KAYNAKÇA:
- https://www.cumhuriyet.com.tr/
- Jeoloji Mühendisliği Dergisi 27 (2) 2003
- Gazi Üniversitesi Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi, Türkiye’nin Deprem Gerçeği Paneli Kitabı (2010)
- AFAD Van Depremi Raporu (2011)
- AFAD Türkiye’de Afet Yönetimi ve Doğa Kaynaklı Afet İstatistikleri (2018)
- Uluslararası Mühendislik Araştırma ve Geliştirme Dergisi cilt:9 sayı:2 (2017)
Kapak Fotoğrafı: Unsplash | Erik Mclean