Geçtiğimiz günlerde arkadaşlarımla insanlığın artık zaman dışında her şeyi değiştirebildiğini konuştuk. Yani günümüzde insan DNA’sıyla oynayabiliriz, yapay zeka teknolojileri yapabiliriz, istediğimiz her şeyi teknoloji ile sağlayabiliriz ama dokunamadığımız tek bir şey var; o da zamanın kendisi.
Bu düşünceler aklımda dolaşırken aldığım bir davet ile heyecanlandım. Kusursuz zaman ölçümü ve zamansız tasarımlar ve zamanın ruhuna uyumlu iki asırlık Longines’in Türkiye’de 28 Mayıs’ta gerçekleştireceği ilk ‘’Longines Heritage Conference’’ etkinliğini ajandama kaydettikten aşina olduğum markanın tarihinin sayfalarında gezinmeye başladım.
Çünkü bu konferans için Türkiye’ye gelecek olan Longines Marka Mirası Direktörü Daniel Hug ile bir röportaj yaparak ben de kişisel tarihime bu değerli etkinliği not düşecektim.
Longines’in iki asra yayılan köklü tarihini, Pera Palace Hotel’de gerçekleşen konferansın ardından, markanın Marka Mirası Direktörü Daniel Hug ile konuştuk.
Bu kadar derin ve katmanlı bir marka hikayesini bir saatlik bir röportaja sığdırmak zor olsa da temel bilgileri, markanın dönüm noktalarını ve tarihte bıraktığı izleri, insanlık tarihine olan katkılarını bir araya getirmiş olmaktan mutluluk duyuyorum.
Umarım siz de okurken ilham ve keyif alırsınız.
Longines’i neredeyse iki yüz yıllık tarihi olan ve kültürel miras konusunda oldukça söz sahibi bir marka olarak biliyoruz. Sizden Longines kültürel mirasının üç temel taşını saymanızı istesek bunlar neler olurdu?
Longines olarak zamanı kaydetme konusunda lider markalardan biri olduğumuzu ve bu konuda her zaman önemli bir role sahip olduğumuzu düşünüyorum. Yüz yıldan fazla bir süredir profesyonel bir şekilde zamanı tutuyoruz. Bu sayede İngiliz Milletler Topluluğu Oyunları, Formula 1 Yarışları, araba ve kayak yarışları gibi birçok önemli etkinliğin dünya şampiyonalarında bulunuyoruz. Bu yarışlarda zaman tutucu, futbol sahalarındaki hakemler gibi hep tarafsız olmalı ve zamanlama ile ilgili kesin sonuçları vermelidir. Dolayısıyla bu rolün Longines için çok önemli olduğunu düşünüyorum.
İkincisi ise Longines, havacılığın öncü isimleri için çok önemli bir cihaz tedarikçisiydi. Pilotların okyanus üzerinde, Atlas ve Pasifik üzerinden binlerce kilometre uçarken yollarını bulmalarına yardımcı oluyordu. Pilotlara, gündüz güneş ve gece yıldızların yardımıyla yönlerini bulmaya çalışmaları yerine kendilerini doğru bir şekilde yönlendirebilecekleri saatleri sağlıyordu. Yani eğer doğru bir saatiniz, yıldızların açısını ölçmek için onda birlik diliminiz ve yıldızların konumuyla ilgili net bir tablonuz varsa bulunduğunuz konumun boylamını tanımlayabilirsiniz. O dönem pilotların yollarını bulmaları ve kaybolmamaları için bu kesinlikle çok önemliydi.
1927’de Charles Lindbergh Atlas Okyanusu üzerinden ilk başarılı geçişi yaptığında yolunu bulamayıp okyanus üzerinde kaybolan, yakıtı biten, veya suya düşüp kaybolan 14 pilot biliniyordu. Bugün kimse bu pilotların isimlerini bilmiyor, sadece Charles Lindbergh’i hatırlıyoruz. Yolunu bulduğu için şanslıydı ama pek çok kişi okyanus üzerinde kayboldu. Navigasyona yardımcı bir cihaz üreten, pilotun konumunu belirleyip yolunu bulmasını sağlayan ve o dönemde astronavigasyon olarak adlandırılan bu sistemler uzun mesafe uçuşunun başarısında çok merkezi bir rol oynuyordu. Longines; gerçek zamanı düzenleyen kronometreleri, kronografları ve saatleri üreterek pilotların yıldızları gözlemlemek için ihtiyacı olan formatı sağlıyordu. Longines’i diğer markalardan ayıran şey, bu tarz pek çok özel düşünceyi uygulaması olabilir.
Kültürel mirastan bahsedecek olursak çift zaman dilimini gösteren saatlerin geliştirilmesinde de önemli bir rol oynadığımızı ve bunun Türkiye için de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nun zaman anlayışı, güneş battığı zaman saatleri saymaya başlamaktı. Güneşin batışı tüm mevsimlerde farklı saatte olduğu için zaman net bir şekilde belirlenemiyordu. Bu durum da Osmanlı’da tarifeye göre çalışan tren gibi araçlar için zorluk oluşturuyordu. Her gün değişen saatlerde yolcular, treni kaçırmak zorunda kalabilirdi. Longines bu noktadan yola çıkarak tek bir cihazda her iki zaman dilimini de gösteren çift bölümlü ve çift akrepli saatleri geliştirdi.
“İstanbul’da ilk saati 1879 yılında, çok erken bir tarihte satmıştık.”
Kendi ürettiği saatleri kıtalar arasında satan 192 yıllık bir marka olarak dünyanın hemen her noktasına ulaşan bir ağ oluşturdunuz. Hem bu ağı oluşturup hem de markanızın değerlerini korumak için öncelikleriniz nelerdir?
Evet, dünyanın her yerinde saat satıyoruz. Çünkü İsviçre gibi küçük bir ülkede bir saat fabrikası kurup böyle bir ülkenin kullanabileceğinden çok daha yüksek miktarlarda üretim yapıyoruz. Yani saatleri İsviçre’de üretiyor ama başka merkezlerde de satıyoruz.
Örnek verecek olursam; şu anda İstanbul’dayız ve İstanbul, markamız için çok önemli bir nokta. Longines’in Osmanlı İmparatorluğu’nda yaptıklarına bakacak olursak, kayıtlarımıza göre İstanbul’da ilk saati 1879 yılında, çok erken bir tarihte satmıştık. Osmanlı İmparatorluğu, Suriye, Irak, Lübnan, Yunanistan gibi pek çok ülke için köklü bir geçmişe sahibiz. Sadece Türkiye için değil, bu bölgenin tamamı için önemli bir figür olduk.
Longines’in ilk zamanlarında saatleri uluslararası alanda satma fikrimiz zaten vardı, bu yüzden de ‘kanatlı kum saati’ ile bir marka yarattık. Dünyanın neresinde olursanız olun hep aynı nitelikleri garanti eden, orijinal bir Longines saati bulabilirsiniz. Tüm saatlerimizin aynı yüksek kalite standardına sahip olmasına özen gösteriyoruz.
Bir diğer nokta ise müşteriler için oldukça yararlı olan müşteri hizmetlerine de önem veriyor olmamızdı. İnsanlara saatlerin nasıl hizmet vereceği konusunda bilgi vermemiz gerekiyor. Bu durum geçmişte olduğu kadar bugün de aynı şekilde önemli. Dünyanın neresinde olursanız olun; kalitenin ve satış sonrası hizmetin bir arada olduğu bir satın alma deneyimini yaşayabilmenizi istiyoruz.
“Kanatlı kum saati, zamanın uçup gittiği anlamına geliyor.”
Müşteri hizmetleri bazen satışlardan daha önemlidir. Peki, bize Longines logosunun hikâyesini anlatabilir misiniz?
Logomuz kanatlı bir kum saatidir. Bazen insanlar Longines’in kum saati şeklinde kanatları olduğu için havacılığa yönelik bir fikir oluşturup oluşturmadığını soruyor. 1867’nin başlarında uçaklar yoktu, 1903’te Wright Kardeşler ile havacılık sektörü başladı.
Kanatlı kum saatinin daha çok felsefi bir anlamı var. Zamanın uçup gittiği anlamına geliyor… Zaman bir sürekliliktir ve hiç kimse zamanı durduramaz. Hepimiz yaşlanıyoruz, bu süreci kimse durduramıyor. Kum saatinin son kum tanesi de yere düşüyorsa bir dönemin sonu diyebiliriz. Çünkü kum saatini çevirebilir ve yeni bir dönem başlatabilirsiniz. Döngünün yaşam için çok güzel bir simge olduğunu düşünüyorum. Zamanın uçup gitmesi fikri bize neden dünyada olduğumuzu anlatıyor. Hayatımızı iyi değerlendirmeliyiz ve sahip olduğumuz zamanı iyi kullanmalıyız. Çünkü sınırlı bir vaktimiz var ve hepimiz yaşlanıyoruz, zamandan kaçamıyoruz. Pek çok açıdan felsefi bir sembol olduğunu düşünüyorum.
Bu sene Longines’den yeni yıl hediyesi olarak çok güzel bir kum saati hediyesi aldık. Yatay olarak koyduğunuz zaman sonsuzluk işaretine benziyor.
Şahane bir fikir!
Aslında Longines saatleri nesilden nesle aktardığınızda da zamanı durdurmuş gibi oluyorsunuz. Varoluşun sonsuzluğu diyebiliriz…
Evet, nesiller içerisinde bir döngü yaratıyoruz.
Longines, tarih boyunca havacılık tarihinin önemli isimlerinin de tercihi oldu. Bize bu ilişkiden bahseder misiniz, anlattığınız bilgilere isterseniz birkaç nokta daha ekleyebilirsiniz.
Havacılık sektöründeki önemli kişilerle çok bağlantılı olduğumuz doğru. Bu ilişkinin büyük bir kısmı Longines’in ABD müdürü olan John Heinmüller aracılığıyla gerçekleşti. John Heinmüller bir mucit ve pilottu, Fédération Aéronautique Internationale’in (Uluslararası Havacılık Federasyonu) resmi zaman tutucusuydu. Yani Longines ve havacılık için önemli bir figürdü, sektörün önemli isimlerini tanıyordu.
O zamanlar İsviçre’deki merkezimize senede bir kere tekneyle gelirdi çünkü Atlas Okyanusu’nu uçmak 1920 ve 1930’lu yıllarda yaygın değildi. Merkeze geldiğinde saat mühendislerine pilotların gerçekten nelere ihtiyacı olduğunu anlatıyordu. Yani o aynı zamanda pilotların gereksinimlerinin bir nevi tercümanıydı ve onlar için nelerin üretileceğini açıklıyordu. Bu iş birliği çok faydalı oldu ve bence çok ileri görüşlü bir insandı.
Tarihe yansıyacak işler yapan insanlarla bu tür ilişkiler kurmak çok güzel. Bu tür hikayeleri çok seviyorum.
1878 yılında başlayan spor dünyasıyla ilişkinizin temelinde yatan kesin zaman ölçümünü ilişkilendiriyorum. Üretim disiplininiz, köklere saygınız, sürdürülebilir ve kontrollü ilerleme anlayışınız ile sporla olan ilişkinizi bize anlatır mısınız?
Her şey 1878’de ilk kronografımızı aldığımızda at yarışlarına katılmamızla başladı. Amerikalıların ve İngilizlerin yarış söz konusu olduğunda bir şeye bahse girmeyi sevmeleri o zamanlarda da çok yaygın bir davranıştı. Bahse girerseniz, bazen yüksek miktarlarda paralar ortaya çıkabilir.
İlk başta herhangi bir at için büyük bir bahis oynanmaz. Sadece atların bir turda ne kadar süre koştuğunu izlersiniz ve ardından yarış gününde atlar hakkında bir fikriniz olur. Bu nedenle zamanı ölçmek için doğru bir saate sahip olmak daha faydalıydı ve bu da kronograflarla yapılıyordu. Zamanlamasını belirlediğimiz ilk spor disiplini olan at yarışıyla olan bağlantı aslında bu noktadan çıktı.
Kısa bir süre sonra 1912’de atletizmde zamanı ölçmeye başladık. Kısa mesafe, genellikle yüz metre yarışlarda bulunduk. 1912 yılında İsviçre’nin Basel kentinde böyle bir yarışı ölçerken ilk kez tel kırma sistemini kullandık. Yani sporcular bitiş çizgisine gelip bir teli kırdığında ve tel koptuğunda kronografa bir ağırlık düşüyordu. Bu aynı zamanda ölçümlerdeki insan hatasını da ortadan kaldırıyordu. Çünkü hepimiz gözlerimizle bakıyoruz, bu yüzden asla tam anı doğru bir şekilde anlayamıyoruz. Ancak kopuk tel sistemi ile tüm sporcuları aynı şekilde gözlemleme imkanı elde ettik.
Kısa bir süre sonra araba yarışlarını ölçmek için benzer yöntemi kullandık. Formula 1 ortaya çıkmadan önce bile 1910’larda araba yarışlarının zamanını ölçmeye başladık. Elbette her yarışta ekipmanımızı geliştirecek bir şeyler öğrendik. 1914 yılında saniyenin onda birini ölçen saatlerimiz vardı. 1916 yılında daha yüksek frekanslı saatlerle saniyenin yüzde birini mekanik olarak ölçebilen saatler geliştirmiştik. Resmi olarak 1945 ve sonrasında kullanılan; 1930’lu yılların sonunda sporcunun final çizgisine ne zaman vardığını ölçmek için fotosellerle çalışmaya başladık. Sporcuların daha iyi ölçüm yapabilmesi için her zaman bu ekipmanı geliştirmeye yönelik bir girişimde bulunduk. 1924’ten itibaren kayak sporunda da ölçüm yapmaya başladık ve yüz yıldır devam ediyoruz.
“Hayatın bir yerlerde sonunun geldiğini biliyoruz ve bu gerçek bile hayatımızdaki birçok şeyi anlamlı kılıyor.”
Harika! Geçtiğimiz günlerde arkadaşlarımla insanlığın artık zaman dışında her şeyi değiştirebildiğini konuştuk. Yani günümüzde insan DNA’sıyla oynayabiliriz, yapay zeka teknolojileri yapabiliriz, istediğimiz her şeyi teknoloji ile sağlayabiliriz ama dokunamadığımız tek bir şey var; o da zamanın kendisi.
Evet buna katılıyorum. Şekillendiremediğimiz, manipüle edemediğimiz son alanlardan biri belki de… Mesela hayatımızın bir döneminde, tıpta insanların ömrünü uzatmak için büyük çabalar verildi. Ama sorun çözülmedi, bundan çok uzağız. Daha uzun yaşamlar için mücadele etme isteğini görüyoruz.
Daha uzun bir yaşam istiyorsak sigara içmek veya çok içki içmek gibi erken ölümlere neden olabilecek bazı yanlışları tespit edebiliyoruz. Yakın zamanda bazı köpekbalığı ve balina türlerinin yüzlerce yıl yaşayabildiğine dair bir rapor okudum ve bu çok gerçekten çok etkileyici. Neden insanlardan çok daha uzun yaşayabildiklerini gerçekten bilmiyoruz. Benim için hala el değmemiş ya da çözülmemiş bir konu ama buna adanmış pek çok araştırma var.
Öte yandan, 800 yıl yaşayabileceğinizi bilseydiniz, ‘Ben yüzlerce yıl yaşayabilirim.‘ diye düşünürken her anınızda anlamlı hareketler yapabilir miydiniz? Sanırım kendi kendinize ‘Bunu tekrarlayabilirim.’ diyebilirsiniz. Belki yarın, belki gelecek yıl, belki beş yıl sonra yaptığım her şeyi yeniden yapabilirim ve bunun hiçbir önemi yok. 800 yaşına geleceğim.
Yaşam süremiz çok sınırlı, erkek olarak ortalama 75 yıl bu dünyadayız, kadınların daha uzun bir ömrü var, belki 90 yıl… Ancak zamanımızın sınırlı olduğunu, tekrarlayamadığımız için yaptığımız her eylemin daha fazla anlam taşıdığını, hayatın bir yerlerde sonunun geldiğini biliyoruz ve sırf bu gerçek bile hayatımızdaki birçok şeyi anlamlı kılıyor.
Tarihi olan bir marka, bir üründen çok daha fazla şey anlatır. Bu benim için iyi ve sevilen markaların büyüsü… Bana ilham veren markalarla ve tarihle bağlantılar kuruyorum ve gerçekten markanın paraleli olarak kendi hikayemi bir oyun gibi yaratabiliyorum.
Bir marka, geçmişte yapılan birçok şeyi bir tür hikaye olarak sunuyor. Bir ürün yelpazesinden bir şey seçebilir, kendinizi nasıl tanımlayabileceğinizi bulmaya çalışabilir veya kendinizle marka arasında bir bağlantı bulabilirsiniz. Saat markaları için kadın müşteriler her zaman çok önemliydi. Yüz yılı aşkın bir süredir kadın saatleri üretiyoruz.
Büyük cep saatlerinin olduğu dönemde pek çok saat markası çok küçük mekanizmaları üretme kabiliyetine sahip değildi. Kadın saatleri üretmek için mekanizmaları küçültmek gerekiyordu ve büyük saatler üretmekten çok daha zordu. Çok sayıda kadın pilotu destekliyorduk. Bu kadar çok kadın pilotla çalışan başka bir marka yok sanırım. Atlantik’i geçen ilk kadın pilot olan Amelia Earhart, Elinor Smith, Amy Johnson, Ruth Nichols gibi kadın pilotlarımız var… Kadınların pilotluk yapma yetkinliğine sahip olmalarına yardımcı olmanın bir parçasıydık.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ü bilirsiniz. Sabiha Gökçen de ilk kadın pilotumuz. İstanbul’daki ilk havalimanının ismi Atatürk ve ikincisi Türkiye’nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen.
Hangi yıldan bahsediyoruz?
1920’li yıllar gibiydi.
Bu, pek çok kadının uçma fikrini seçtiği dönemdi. Uçaklarda pilotluk yapan tüm bu kadınlar gerçekten çok cesurlar.
Evet iki savaş arası dönem; kadınların sporda, modada, hayatın her alanında en güçlü olduğu dönemlerden biriydi.
Ayrıca o dönemde oy kullanma hakları da var.
Her alanda kendilerini gösteriyorlar.
“Yüz yıldan daha eski olan her mekanik Longines saat için bile onarım hizmeti verebilmekteyiz. Benim için sürdürülebilirliğin gerçek anlamı budur.”
İlk defa, Cenevre’deki butiğinizde ‘Collectors Corner’ isimli koleksiyonerler köşesini; küçük ve özenle oluşturulmuş vintage Longines saatlerinden oluşan bir seçkiyi sunmak için kurdunuz. Koleksiyoner Köşesi, kendine ait bir Longines sertifikası programı. Bu değerli projenin detaylarını ve motivasyonunu bize anlatabilir misiniz?
Öncelikle yanlış anlaşılmaları ortadan kaldıralım… CPO saatleri veya sertifikalı ikinci el saatler hakkında konuşursak bugün genellikle üç ila on yıllık olan ve yeni bir saat almak istediğinizde takas edilen saatlerden bahsediyoruz. Ama Koleksiyoner Köşesi biraz farklı…
Ekim 2021’de Cenevre’deki butiğimizde bir yenilik yaptık ve yeni bir görünüm kazandırdık. İşte o an, bu Koleksiyoner Köşesi’ne gerçekten özenle seçilmiş vintage Longines saatlerinden oluşan bir seçkiyi dahil ettiğimiz an oldu. Çoğu 1930’lardan 1970’lere kadar üretilmiş saatler… Tüm bu saatlerin ortak özelliği, içlerinde gerçek Longines mekanizmasının bulunması.
Saatler öncelikle uzman saatçinin tüm saati sökeceği vintage mağazamıza gidiyor ve böylece mekanizmanın her parçasını dışarı çıkarıyorlar. Saati yeniden monte edip temizliyoruz bu yüzden Cenevre’deki butikten satın alınan bu saatlere iki yıl garanti verebiliyoruz. Saatle birlikte orijinallik sertifikası da alıyorsunuz çünkü aynı zamanda orijinalliğini de hep kontrol ediyoruz.
Bu uygulamaya çok güzel tepkiler aldık ve bizim önerdiğimizden daha yüksek bir talep var. Atölyedeki kapasitemiz bizi sınırlıyor. Yılın 12 ayı boyunca bu saatleri yenilemek için sadece uzmanlarla çalışıyoruz ve yüzlerce saati yetiştirmemiz mümkün değil. Çok az sayıda saatle ilgilenebiliyoruz. İşin iyi tarafı yedek parçalarımız var. Bazen yüz yıldan daha eski olan her mekanik Longines saat için bile onarım hizmeti verebilmekteyiz. Benim için sürdürülebilirliğin gerçek anlamı budur.
Yeni bir saat üretmek için demir eritmek veya benzer şeyler kullanmamıza gerek yok. Var olan saati alıyoruz ve saati mükemmel bir şekilde çalışır hale getiriyoruz, bunu garanti ediyoruz. Bu saatlerin her biri bireysel tarihi anlatıyor. Asla aynı şekilde yaşlanmayan benzer modeller… Biri güneşe maruz kalırsa muhtemelen biraz farklı bir renge bürünüyor, bir diğeri başka bir renkte oluyor. Tamamen farklı bir anlamları var. Koleksiyoncu Köşemizde 1940’lı yıllarda askeri pilotların taktığı saatlerimiz de var. Örneğin İngiltere’de İngilizlerle, Kraliyet Hava Kuvvetleri’yle, Avrupa’da özgürlük ve demokrasi için birlikte çalışan Çek pilotların saatleri… Cenevre’de sattığımız bu tür saatlerimiz var; konuşabilen ve inanılmaz hikayeler anlatan saatler…
Müzeniz, 1867’den bu yana tüm saat üreticilerinin ve markanın geçmişini gösteren 500’ün üzerinde modelin sunulduğu bir yer. Kültürel mirasınızın sergilendiği müzenizin işlevini ve müzenin markanızın tarihine destek olmadaki rolünü biraz anlatır mısınız?
Müzede ziyaretçilere Longines evreni hakkında bir fikir vermeye çalışıyoruz. Müzede 500’e yakın modelimizin sergilendiği doğrudur. Ancak Longines fabrikamızda 5000’in üzerinde saatten fazla rezervimiz var.
Tüm bu modelleri neden göremiyoruz?
Size en iyi modellerden bir seçki gösteriyoruz. Tarihte önemli kilometre taşları olan saatleri sergiliyoruz. Elbette müzede sahip olduğumuzdan daha fazla saate rezervimiz var. Bugün İstanbul’da böyle bir etkinliğimiz var ve bazı etkinliklerde doğrudan müzemizdeki saatleri de alabiliyoruz. Bu tür sergiler için rezervimizde saatlerimizin olması bizi mutlu ediyor. Bir modelin 3-4 örneğinin olması her zaman çok iyi oluyor çünkü dünyanın her yerinde aynı anda çok fazla etkinlik yapabilmemize imkan tanıyor.
Müzenin rolü, ziyaretçiyi Longines evreniyle tanıştırmanın bir yoludur. Zaman işleyişi ekipmanlarının tüm evrimini ve sürekli nasıl geliştiğini görebiliyorsunuz. Elektronik kuvars saatlerin yapımına 1948 gibi çok erken bir dönemde başladık. Bu, aynı zamanda Longines evrenini de açıklamanın bir yoludur. Bize yeni modeller yaratmak için ilham veriyor. Longines’in çok zaman kullandığı ve başarılı olduğu fikir ve kavramların kaynağıdır. Müzeye gidiyorsunuz ve sanki bir zaman kapsülü gibi zamanda yolculuk yapmış oluyorsunuz. 19. ve 20. yüzyılın başlarına akıyorsunuz. Antarktika gibi kıtaların keşfine ve bu kıtaları ilk kez birbirine bağlayan havacılığın ilk öncülerini görebiliyorsunuz.
“Longines’in çift zaman dilimini gösteren bir saat geliştirmesinin çıkış noktası İstanbul’du.”
Longines’in Osmanlı döneminden bu yana Türkiye ile çok iyi ilişkileri var. Osmanlı’daki ilk siparişlerden bu yana Türkiye pazarı sizin için ne ifade ediyor? Önemli tarihi olaylardan bahseder misiniz?
İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi ve Longines için önemli bir yerdi. Arşivlere baktım, Longines saatlerini ilk olarak 1879 yılında İstanbul’da Osmanlı İmparatorluğu’na satmıştık. Kısa bir süre sonra saatlerimizi satan bir aracıyla iş birliği yapmaya başladık ve İstanbul’un markamız için önemini gördük. Osmanlı İmparatorluğu’nun saatleri sayma konusunda farklı bir zaman anlayışına sahip olması çok karmaşıktı. Güneşin batışını esas alan bu saat sayma şekli, dört mevsimde farklı saatlerin yaşanmasına sebep oluyordu.
Batı saatini Türk saatine çevirmek için karmaşık tablolar kullanmak zorundaydınız ya da çift zaman dilimlerini okuyabileceğiniz bir saate sahip olabilirsiniz. Longines’in çift zaman dilimini gösteren bir saat geliştirmesinin çıkış noktası İstanbul’du. Ve bu fikir pek çok saatin ortaya çıkmasına neden oldu. Türk saatleriyle aynı konseptteki çift zamanı belirten kokpit göstergeleri, koşucular için saatler… Yani uzun süreli bir etkinin başlangıç noktasıydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun demiryollarına çok sayıda Longines cep saati teslim ettik.
Çok teşekkür ederim. Çok keyifli bir sohbetti.
Teşekkürler!