Bundan yıllar önce, 13 yaşındayken başlayan macerası, onu Hollywood yapımlarının müziklerini bestelemeye kadar götürdü. Pek çok önemli filmin ve dizinin müziklerinin altında imzası olan Can Azbazdar ile hem kendi hikayesi, hem film müzisyenliği hem de Hollywood üzerine konuştuk…
Amerika ve Los Angeles sinema sektöründe olmak isteyenler için bir cennet. Senin Los Angeles hikayen nasıl başladı?
Los Angeles sinema sektöründe olmak isteyenlerin cenneti olduğu gibi, rock yıldızı olmak isteyenlerin de cenneti diyebiliriz. Ben de aslında ilk gelirken uzun saçlarımı savurarak elimde gitarımla bunun hayalleriyle gelmiştim. Müziğe her zaman ilgiliydim ama işin ciddiye binmesi kuzenimin bana 13. doğum günümde gitar hediye etmesi ve benim Metallica’ya olan aşkımla başladı. Zamanla bu tutkumu ilerlettim ve lisede ilk grubumla sahne aldıktan sonra dedim ki ben bunu yapmak istiyorum ve müzik okuyacağım! Yarı zamanlı konservatuarlarda daha ciddi hazırlıklarla geçen bir lise döneminin ardından Los Angeles maceram, Musicians Institute Guitar Performans bölümünü kazanmamla başlamış oldu…
Sahneden sahne arkasına geçmenin ne gibi etkileri oldu?
Hayat stilim öncelikle çok değişmiş oldu. Eskiden sürekli provalarda, yollarda, sahnelerde geçen zamanımın büyük çoğunluğu şu anda evimdeki stüdyomda geçiyor. Bir grupta olmaktansa kendi işimin patronu olmanın özgürlüğü de çok tatlı geliyor. Başkalarına bağımlı olmadan kendi programımı yapıp istediğim gibi ayarlayabiliyorum her şeyi.
Eskiden daha gitar odaklı baktığım müzik de film müziklerine geçmemle daha orkestral bir müziğe evrildi. Ara sıra özlüyorum sahnede olmayı ama sahnede olabilmek için gereken çalışma, emek ve disiplini sağlayacak vaktim ya da arzum olmuyor. Biraz da mükemmellik düşkünlüğümden dolayı ara sıra hobi olarak yapmak tatmin edici gelmiyor.
Canlı müzik dinlemek, sahnedeki diğerlerini izlemek ve desteklemek, hala hep yaptığım ve sevdiğim bir şey. Ancak kendim performans yapmayı tamamen bıraktığımı düşünüyorum ve bu kararımla çok mutluyum.
Film müziği yapmak ömür boyu yapmayı istediğin iş mi? Senin bu adımı atmanda seni motive eden ne oldu?
Aslında bunu film müzikleri ile kısıtlamak doğru olmaz bence… Müziğe ihtiyacı olabilecek her türlü dizi, film, reklam, bilgisayar oyunu, müzikal, ya da sadece müziğin olduğu konser müzikleri, her türlü proje ilgimi çekiyor!
Benim sahneden inip bu yola girmem de enteresan tesadüfler sonucu oldu. Üniversitede gitar bölümünde okurken yaşamak istediğim o rock yıldızı hayatının bir tadına bakmış oldum.
Güzel bir metal grubumuz vardı ve Los Angeles’ın en meşhur sahnelerinde -Johnny Depp’in barı Viper Room ya da Whiskey a Go Go gibi- defalarca çaldık birlikte. Fakat o yolda yürümek her ne kadar çok keyifli olsa da bu hayat stilinin bana uygun olmadığını ve ömür boyu bunu yapmak istemediğimi fark ettim ve bir arayış içine girdim.
O sıralar bir gün can sıkıntısından denemek ve merakımı gidermek için Amerika’daki hukuk sınavı LSAT’e girdim ve hiç çalışmadan aldığım puan ile neredeyse Harvard, Columbia gibi meşhur hukuk fakültelerine girebilecek bir puan aldım! Böyle olunca ciddi olarak düşünmeye başladım. Hem ‘entertainment law’ okuyup müziğin bir parçası olabilir hem de daha stabil bir hayat sürebilirdim… Ama sınav puanı tek başına yetmiyordu. Aynı zamanda üniversite mezuniyet notlarımın da oldukça yüksek olması gerekliydi ve kendi bölümümde kalan her dersten tam puan alsam da yetmeyecekti.
Ben de sırf hukuk okuyabilmek adına, okul uzasın ve notlarım yükselsin diye film müzikleri bölümüne geçtim. Bu bölümde her dersten 100 almaya çalışırken bir de baktım ki bu işe aşık olmuşum ve bu yoldan devam etmeyi tercih ettim. Yani gitardan vazgeçip ben hukuk okuyacağım demeseydim belki de hiç bulamayacaktım bu tutkumu… Gerçekten çok aşkla yaptığım bir iş ve bu yüzden ömür boyu da yapacağıma inanıyorum.
Müziklerini senin yaptığın birkaç projeden bahsedebilir misin?
En son çalıştığım proje, Çağan Irmak’ın yazıp yönettiği bir Netflix dizisinin müziklerini bestelemekti. Henüz bu konuda çok bilgi veremiyorum ama çok keyif alarak çalıştığım bir projeydi ve heyecanla bekliyoruz çıkışını.
Bunun öncesinde Nickelodeon’da yayınlanan FriendZSpace çizgi filminin birkaç bölümüne müzik yazdım. Filmin ya da projenin türüne ve izleyici kitlesine göre yazılan müzik de tabii çok fark ediyor. Kimi besteci çok seviyor animasyonlar için yazmayı. Benim sanatsal açıdan çok tercih ettiğim bir tür olmamakla birlikte müzikerini besteleyip bir anlık çocukluğa dönmek güzel bir histi. Çocukken izlediğim şeylerin büyüyünce müziklerini yapıyor olmak tatlı bir duygu.
Aynı zamanda Vooks adında daha küçük çocuklara hitap eden sanal hikaye kitaplarının birçok bölümünü de ben besteledim. Bunların yanı sıra “Sanat sanat içindir.” diyerek bağımsız olarak çıkarttığım bir solo caz piyano EP’si var ve bir gün canlı çalınması hayaliyle yazmakta olduğum modern bir senfonim var. Los Angeles’ta, besteci olarak olmasa da müziklerin canlı kaydedilmesinde ve orkestrasyonlarında rol oynadığım Destiny 2 Lightfall ve The Lost City gibi büyük prodüksiyonlu işler de mevcut. Hepsi ayrı bir macera ve etrafımda dünyanın en iyi müzisyenleriyle ortak projelerde yer alarak çalışmak çok onur verici!
Film müziğinde başarılı olmak için ne gibi içgörüler ve nasıl bir entelektüel bagaja sahip olmak lazım?
Güzel müzik yazabilmek tabii ki gerekli bir şart; fakat katiyen yeterli değil! Müzik yazmak belki bu işin sadece yarısı. Öncelikle sinemayı çok sevmeniz ve olabildiğince iyi anlamanız gerekiyor bence.
Müzik, bu gibi projelerde çok büyük önem ve ağırlık taşısa bile aslında daha büyük bir şeyin parçası olmak ve kolektif olarak bir projeyi aynı hedefe yönlendirmek, aynı hikayeyi anlatmak için yardımcı olan bir unsur. Bunun bilincinde olmak ve o müziğin sadece müzikal olarak değil aynı zamanda diğer sinematik elementlerle de ahenk içinde olduğundan emin olmak gerekiyor.
Bununla birlikte gelen bir de belki dikkat edilmesi gereken bir “ego” faktörü var. Neticede sanat yapıyoruz ve yarattığımız esere kalbimizi, duygularımızı koyuyoruz. O artık çocuğumuz gibi oluyor ama film bestecisi olarak nihai amacımız, yönetmenin ve yapımcının vizyonunu hayata geçirecek olan o müziği verebilmek. Dolayısıyla önce onların ne istediğini anlayabilmek çok kritik. Ancak sunulan müziklerin çoğunun ilk seferinde birebir istenenle uyuşmaması ya da bizim çok bayıldığımız bir parçanın istenene yakın bile çıkmamasına sıkça rastlanılıyor. Bu durumlarda da reddedilen bestelere duygusal olarak bağlanmayıp bunu kişisel algılamamak, yaratıcı süreç için çok önemli.
Müzisyenlik ve sinemacılık dışında bir de tabii ki yönetici olmanız bekleniyor. Siz, besteci olarak projedeki koca bir departmanın başına geçiyorsunuz. Bütçenizi ve zamanınızı yönetmekten takımınızı kurmaya kadar çeşitli planlamalardan ve günün sonunda o müziği en iyi kalitede verebilmekten sorumlusunuz. Oynayan bir sürü parça ve yanlış gidebilecek bir milyon şey...
Son olarak bir de işin diplomatik bir boyutu var. Projelerde çok fazla insan çalışıyor ve herkesle o ilişkileri iyi tutmak, birbirini anlayıp ortak çalışabilmek çok önemli. Herkes, birlikte çalışması rahat insanlarla iş yapmak ister, o yüzden o insan olabilmek de çok değerli bence.
Sinema tarihinde en beğendiğin müzikler hangileri?
Çok geniş bir okyanus aslında, çok fazla dahiyane iş ve besteci var. Fakat benim için hiç düşünmeden akla ilk gelen isim John Williams oluyor. Orkestrayı kullanış şeklinden, yarattığı temalara kadar gerçekten olağan üstü birisi. Onun filmlerini düşündüğünüzde, müzikle ilgili birisi olmasanız bile, aklınıza hemen gelir filmin ana melodileri.
Sokaktan birisine “Harry Potter’ın müziğini mırıldanabilir misin?” diye sorsak birçok kişi ezbere hemen mırıldanır bence. Müziklerinin filmle olan uyumu mükemmel olduğu kadar, müziklerin filmden bağımsız da var olabilmeleri bence o müziğin ne kadar muazzam olduğunun bir kanıtıdır. Benim kendi müzik tarzım çok John Williams’ın tarzına yakın olmasa da gerçekten çok ilham aldığım ve saygı duyduğum birisidir.
Oscarlar hakkında görüşlerin neler? Birgün ben de Oscar alırım diye düşünüyor musun?
Üniversiteden mezun olurken okul birincisi olduğum için ufak bir konuşma yapmamı istemişlerdi benden. Ben de en sonunda şaka olarak “Belki Oscar Ödülleri’nde görüşürüz.” diyerek bitirmiştim konuşmamı.
İyi müziğin daha da değer kazanması adına tabii ki güzel bir konsept bence Oscar ödülü de alabilmiş olmak. Ama bence müzik gerçekten çok öznel bir şey ve “Bir müzik öbüründen daha iyidir buna ödül verelim öbürüne vermeyelim” ya da “En iyisi bu!” demek bence çok zor.
Oscar almış film müzikleri alamamışlardan daha mı iyi? Bence her zaman değil. Yine de birilerinin alabiliyor olması, kimsenin alamamasından iyidir diye düşünüyorum ve destekliyorum o yüzden.
Bir gün ben de layık görülürsem bu ödüle, tabii ki büyük bir şeref duyarım ama daha yolum var oralara. Bunun dışında Emmy ya da Grammy de teknik olarak alabileceğim ödüller arasında. Hepsinde gözüm var!
Ailen yaptığın iş konusunda seni destekliyor mu?
Kesinlikle! Annem de babam da hep sonuna kadar bütün kararlarımda arkamda durdular. Gitarist olacağım dediğimde de, hukuk okuyacağım dediğimde de, film müziği yapacağım dediğimde de… Onların, akrabalarımın ve arkadaşlarımın destekleri olmasaydı gerçekten hiçbiri mümkün olmazdı ve muhtemelen bambaşka bir hayat yaşıyor olurdum. Gerçekten çok şanslı hissediyorum kendimi, beni seven ve destekleyen insanlarla çevrili olduğum için…
Yaptığın işin Türkiye pratiği hakkında görüşlerini rica edebilir miyim?
Ben hep daha çok yabancı yapımları izlemişimdir ve Türk dizi ve filmlerine daha az hakimim diyebilirim. Fakat metodoloji ve müziğin fonksiyonu olarak çok büyük farklar var! Özellikle televizyon dizilerine baktığımız zaman, bölümler hem relatif olarak çok daha uzun hem de haftalık hazırlandıkları için bestecinin daha çok müziği daha az zamanda hazırlaması bekleniyor. Bu yüzden de sürekli her sahneye özel yeni müzik yazılmasındansa -ki zaten verilen zaman içerisinde mümkün olamaz- daha çok önceden hazırlanmış olan müziklerin editlenerek sahnelerde kullanılması üzerinden çalışılıyor.
Bunlar dışında demografik olarak da Türk izleyicisine hitap etmesi açısından müziklerin içerikleri ve kullanılan enstrümanlar da çok farklılık gösteriyor tabii ki. Bence önemli olan günün sonunda nasıl yapıldığı değil ne yapıldığı. Her ne kadar farklı yollar izlenerek gidilse de çok değerli eserler çıkıyor bence. Özellikle Toygar Işıklı ve Cem Öget’in işleri de ilham kaynağı oluyorlar bana.