Bir fincan kahvenin içinde sadece koku ve tat yok; yolculuk, emek ve geleceğe dair sorular da var. Topraktan fincana uzanan bu yolculukta iklim krizi, su kıtlığı ve adil üretim gibi meseleler artık kahve kültürünün ayrılmaz bir parçası. Meet Lab Coffee, kahveyi yalnızca içilen bir içecek olarak değil, keşfedilen ve paylaşılan bir kültür olarak görüyor. Bilimi ve sürdürülebilirliği işin merkezine alıyor; kahve posalarını dönüştürmekten üreticiyle şeffaf ilişkiler kurmaya kadar pek çok adımı bu bakış açısıyla atıyor. Madrid’de açıklanan World’s 100 Best Coffee Shops listesine giren ilk Türk marka olmaları da bu yaklaşımın doğal bir sonucu.
Duygu Kurtuluş ile kahvenin geleceğini, sürdürülebilir bir kahve kültürünün nasıl mümkün olabileceğini ve bir fincanın kahvenin hepimizi birbirimize bağlayan hikâyesini konuştuk.
Meet Lab Coffee nasıl doğdu? Kuruluş hikâyeniz nedir?
Kahveye olan ilgimiz sadece bir içecek tüketme alışkanlığından çok daha fazlasıydı. Bilimsel olarak derinlemesine incelenebilen, kültürel olarak zengin bir geçmişe sahip olan ve insanları bir araya getiren bir ürün olması bizi her zaman cezbetti. Bu yüzden, bir Nitelikli Kahve Dükkanı açmak fikri yalnızca bir işletme kurmak değil, kahveyle ilgili öğrendiklerimizi ve akademik çalışmalarımızı paylaşmak, deneyimlemek ve bu alandaki yenilikleri keşfetmek adına bir laboratuvar oluşturmak anlamına geldi.
World’s 100 Best Coffeshops sıralamasına giren ilk Türk kahve markası sizsiniz. Bu başarıyı bize biraz anlatır mısınız…
Elbette, bizim için de gerçekten heyecan verici bir gelişmeydi. 2025’te Madrid’de açıklanan World’s 100 Best Coffee Shops listesine giren ilk ve şu ana kadar tek Türk kahve markası olduk. Üstelik dünya çapında yüzlerce aday arasından 35. sırada yer almak bizim için büyük bir onur.
Bu liste sadece kahve kalitesiyle değil; müşteri deneyimi, inovasyon, atmosfer, sürdürülebilirlik ve barista yetkinliği gibi çok yönlü kriterlerle hazırlanıyor. Oylama sistemi iki ana bölümden oluşuyor: %70’i dünya genelindeki profesyonel jüri tarafından veriliyor — yani barista şampiyonları, kavurucular ve duyusal analiz uzmanları gibi alanında tanınmış isimler. %30’u ise halk oylamasıyla belirleniyor. Yani sadece sektörel başarı değil, misafir deneyimi ve topluluk etkisi de oldukça önemli.
Meet Lab Coffee olarak biz bu değerlendirme sürecine kendi kimliğimizle katkı sağladık: suyun kimyasını merkeze alan bilimsel yaklaşımımız, sürdürülebilirlik için kurduğumuz atölyemiz ve kahveyi bir deneyim olarak ele alan anlatım tarzımız jüri tarafından da özellikle vurgulandı. Bu ödül bizim için sadece bir başarı değil, Türkiye’de nitelikli kahve kültürünün ne kadar derinleşebileceğinin uluslararası bir kanıtı oldu diyebilirim.
Kahveyle ilişkinizi sadece bir içecek olarak değil, bir kültür olarak nasıl tanımlarsınız?
Kahveyi sadece bir içecek olarak görmek, onun değerini yarı yarıya anlamak olur. Meet Lab olarak kahve bizim için bir kültür, bir deneyim ve bir bağ kurma aracıdır.
Kahveyi merkez alan insanların buluştuğu bir laboratuvar alanı yarattık. Her çekirdek, tarladan fincana uzanan uzun bir yolculuğun hikayesini taşır; her kavurma ve demleme, bu hikayeyi tüketiciye ulaştırmanın bir yoludur.
Üretim süreçlerindeki özen, sürdürülebilirlik anlayışımız ve bilimsel yaklaşımımızla da kahveye dair bir kültür oluşturuyoruz. Bu kültür, kahveyi bilen ve bilmeyen herkesin deneyimleyebileceği, öğrenebileceği ve keyif alabileceği bir dünya sunar.
Kültürü deneyim yaratır, o nedenle Meet Lab’e bir kahve deneyim laboratuvarı da dersek tam olarak kendimizi anlatmış olabiliriz. Kahveyle ilişkimiz, her fincanda hem lezzeti hem de emeği kutlamaktır.
Kahve çekirdeklerinizi hangi bölgelerden ve üreticilerden temin ediyorsunuz? Bu üreticilerle çalışırken nelere dikkat ediyorsunuz?
Bizim için bölgeden ziyade tarla, tarlanın o dönemki hasadı çok önemli. Manipülasyona uğramadan toprağın vermiş olduğu bir tarım ürününden bahsediyoruz. Haliyle her zaman aynı topraktan aynı ürün çıkmıyor. O nedenle dünyanın farklı ülkelerinde bulunan birbirinden farklı çiftliklerden gelen numuneler ile sürekli kör tadımlar yapıyoruz. Kör tadım bizim yanlı bakmamızı engellediği için objektif bir karar alabiliyoruz.
Çiftçinin üretiminin her aşamasını izleyip sorgulayabilmek, akabinde ise istediğimiz belgeleri çiftçiden temin edebilmek bizim için ilk kriter. Tarla kısmında asla ticari kaygı gütmüyor, oldukça hassas ve özenli davranıyoruz; çünkü SCA’dan sertifikası olan kahvelerde sürdürülebilirlik uzmanlığımızın yanı sıra, fabrika, liman ve büyük üretim alanlarına karbon ayak izi ve sürdürülebilirlikle ilgili danışmanlık verdiğimiz başka bir iş kolumuz da bulunuyor.
Üreticilerle çalışırken önceliğimiz her zaman şeffaflık, sürdürülebilirlik ve etik üretim. Sadece kaliteli kahve almak değil, aynı zamanda çiftçilerin emeğinin karşılığını almasını sağlamak, tarım yöntemlerinin çevreye zarar vermemesini garanti etmek ve uzun vadeli güvene dayalı ilişkiler kurmak bizim için kritik. Karşılıklı oluşan güven sayesinde, birlikte çalıştığımız çiftlik sahiplerini her yıl kavurmahanemizde ağırlamak bizim için bir rutin haline geldi.
İklim krizi gibi küresel sorunların kahve endüstrisini nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz? Gelecekte kahveye erişimimiz nasıl olacak?
Küresel iklim krizi, kahve endüstrisi için artık uzak bir tehdit değil; doğrudan üretim, kalite ve tedarik zincirini etkileyen bir gerçek. Kahve, dünyada sudan sonra en fazla tüketilen içecek. Nasıl ki su kaynaklarının tükenmesi artık geleceğe dair bir endişe değil, bizzat yaşadığımız bir gerçeklik haline geldiyse, kahve endüstrisi için de aynı durum söz konusu.
Yoğun tüketim gören bu emtiada, iklim krizi ve üretim kısıtları artık uzak bir tehdit olmaktan çıktı. Bu farkındalık henüz son tüketiciye tam olarak ulaşmasa da, sektörde herkesin uzun süredir farkında olduğu temel bir sorun haline geldi. Yükselen sıcaklıklar, düzensiz yağışlar ve aşırı hava koşulları, özellikle hassas türlerde verim kaybına ve kalite düşüşüne yol açıyor.
Önümüzdeki yıllarda bazı bölgelerde kahve üretiminin zorlaşması ve kaliteli kahveye erişimin daha sınırlı hâle gelmesi bekleniyor. Kahveye bizlerin bireysel olarak erişimden öte, asıl sorun, tek geçim kaynağı kahve üretimi olan çiftçilerin iklim krizi ve üretim kısıtları karşısında sürdürülebilir bir şekilde hayatlarını devam ettirememesi olacak.
Dünya genelinde su kıtlığı ve tarımsal zorluklar arttıkça, kahve lüks bir ürün haline mi gelecek? Sizce bu, sektörün demokratikleşmesine engel olur mu?
Bu konuyla ilgili yapılan araştırmalar maalesef pek iç açıcı değil. Küresel ısınmanın 2050’ye kadar mevcut kahve yetiştirme alanlarının %50’sinin kullanılamaz hâle gelmesine yol açabileceğini gösteriliyor.
Kahve üretim bölgelerinde artan kuraklıklar, düzensiz yağış ve aşırı hava olayları, özellikle Brezilya ve Vietnam gibi büyük üreticilerde verim kayıplarına ve haliyle fiyat artışlarına neden oluyor. Sadece Brezilya ve Vietnam değil her bölgede iklim kaynaklı hasatlar ve üretim maliyetleri artarken fiyatlar da yükseliyor.
Net bir veri ile canlandıracak olursak, 2025 başında Arabica fiyatı kilo başına 4 ABD dolarının üzerine çıktı, 2024 sonlarında Arabica ve Robusta fiyatlarındaki artışlar sırasıyla %58 ve %70’i buldu. Sudan sonra en çok tüketimi olan bir içecek için bu artışları rekor olarak değerlendirsek abartmış olmayız. Küresel talep hızla artan bir trend gösterdiği için uzun vadede nitelikli kahvenin daha pahalı bir ürün hâline gelmesi muhtemel. Ancak lüksleşme sadece tüketici fiyatıyla ilgili değil, bizi en çok endişelendiren daha büyük bir tehdit, geçim kaynakları kahveye bağlı olan 25 milyon üreticinin su ve iklim krizi karşısında sürdürülebilir bir gelir elde edememesi.
Sürdürülebilirlik uzmanı olarak biz sektördeki demokratikleşmenin hâlihazırda tehdit altında olduğunu gözlemliyoruz. Yani hem üreticilerin adil gelir elde edebilmesi hem de tüketicilerin farklı kalite düzeylerine ulaşabilmesi zorlaşıyor.
Örneğin Brezilya’da sulama yatırımları oldukça sermaye yoğun olduğu için büyük çiftçiler ayakta kalabiliyor, ama küçük üreticiler çoğu zaman geri planda kalıyor. Bunun yanında, sürdürülebilir üretim için gerekli finansmanın hâlâ yetersiz olduğunu görüyoruz; FAO verileri de küçük ölçekli üreticilerin yarısından fazlasının yoksulluk sınırının altında yaşadığını gösteriyor.
Adil ticaret (Fair Trade) ve doğrudan ticaret (Direct Trade) konularında nasıl bir duruş sergiliyorsunuz?
Adil ticaret ve doğrudan ticaret konularında duruşumuz oldukça net ve uygulamada da somut. İlk önceliğimiz, üreticilerle şeffaf, uzun vadeli ve etik bir ilişki kurmak. Bu bizim için en önemlisi.
Fair Trade gibi sertifikalı sistemler, küçük üreticilerin adil gelir elde etmesini güvence altına alıyor; biz de bu hedefi destekliyoruz. Kahvelerimizi yukarıda da bahsettiğim üzere son kuşakların ziyaret ettiği bire bir iletişim yürütebilecek kadar küçük çiftçilerden temin ediyoruz. Onlar ürettikleri kahvelere tarım ürününden ziyade gözbebeği gibi bakıyor, biz de kendi gözbebeğimiz olan markamıza emek emek işlenmiş bu özel ürünleri almaktan onur duyuyoruz.
Ancak saha deneyimimiz gösteriyor ki tek başına sertifika, üreticinin potansiyelini ve sürdürülebilirlik çabalarını tam olarak yansıtamayabiliyor tahmin edersiniz ki manipülasyona açık bir alan. Yalnızca bize bağlı olduğu için sürecin bire bir içinde yer aldığımız Direct Trade elbette kullandığımız tek yöntem. Kahveyi doğrudan çiftçiden temin ediyor, üretim süreçlerini yakından takip ediyoruz. Her aşamada üreticilerle iş birliği yapıyor, kaliteyi ve sürdürülebilirliği birlikte yönetiyoruz.
Biz yalnızca Fair Trade ve Direct Trade ile sınırlı kalmıyoruz. Bird-Friendly Certification (Kuş Dostu Sertifikasyon), 4C Association (Common Code for the Coffee Community) gibi sürdürülebilir kahve tarımı standartlarını da takip ediyoruz. Ayrıca gölge ekim sertifikasyonu, cinsiyet eşitliği ve çocuk işçi çalıştırmama gibi etik kriterleri de hem sorguluyor hem de talep ediyoruz. Bu kapsamlı yaklaşım sayesinde hem üreticiler hak ettikleri değeri alıyor hem de tüketiciye kahvenin kalitesi, hikâyesi ve sürdürülebilirliği eksiksiz olarak ulaşıyor.
Topraktan fincana kadar olan uzun bir süreç mevcut. Bu süreçlerde enerji tasarrufu ya da karbon ayak izini azaltmaya yönelik önlemler alıyor musunuz?
Bir uzman olarak değerlendirdiğimizde bu konuyu 2 temel başlıkta topluyoruz. Tarımsal süreçler ve atık yönetimi. Sürdürülebilirlikle ilgili verdiğimiz eğitimlerde bu ana başlıkları birçok alt başlıkta detaylıca inceliyoruz. Fakat bu iki ana başlık kümülatif olarak hareket etmemiz gereken hayati alanlar.
Tarımsal süreçlerde uzun uzun bahsettiğim seçimlerimiz mevcut, bunun dışında en sürdürülebilir lojistik ağıyla ürünlerimizi temin ediyoruz ve kaliteyi korumayı göz önünde bulundurarak karbon ayak izine minimum katkıda bulanacak depolama yollarını seçmeye çalışıyoruz.
Eğer kahve konuşuyorsak yalnızca karbon ayak izinden değil su ayak izinden de bahsetmek gerekiyor. Çünkü yalnızca bir bardak kahvenin yetiştirilmesi, işlenmesi ve taşınması için yaklaşık neredeyse 140 litre su gerekmekte. Bu bizim çiftçilerle bire birde en çok konuştuğumuz konulardan biri. Çünkü bu gibi süreçlerde çözüme ulaşmak yalnızca çiftçinin omuzlarına atılacak bir yük değil. Hatta mümkünse artık kahve üreticilerinin omuzlarına herhangi bir yük atılmasın ve tüketimden sorumlu bizler konuyu her yönüyle sahiplenelim.
Diğer ana başlık olan atık konusunda ise çalışmalarımız oldukça detaylı. Hali hazırda harcanmış kahve atığı benim laboratuvar çalışmalarımdaki merkez konum. Tüm bilimsel çalışmalarımı kahve atığının değerlendirilmesi üzerine yapıyorum.
Çeşitli nanokompozit dayanımlarını kahve atığıyla artırdığım ve bunun gibi üzerine çalıştığım birçok konu var. Fakat bize oldukça heyecan veren, Emre ile benim ortak yaratımımız olan bir dönüşüm projemiz mevcut. Kahve posalarını kendi dükkanlarımızdan toplayıp, işleyip bardak, tabak gibi değerli materyallere dönüştürüyoruz ve dükkanlarımızda onları kullanıyoruz. Bununla ilgili bir proje yazdık, amacımız kahve posalarını yeşil lojistik ağı ile toplayıp sürdürülebilirliği esas alan bir üretimhanede dönüştürmek ve en büyük hedefimiz ise süreci önce İstanbul ve çevresi, sonra Türkiye sonra da tüm dünyada bu şekilde kurgulayıp, “hub”lar oluşturup, büyük bir atık dönüşüm ağı yaratabilmek.
Tabi bu çalışmaların yanı sıra her sene kendi markamızın karbon ve su ayak izini ölçerek kendimizi gözlemlemeye çalışıyoruz, amacımız işletme körlüğünü ortadan kaldırıp matematiksel veriler ile hareket etmek. Ölçümler muhakkak bir konuya dikkat kesilmemizi sağlıyor. Akabinde ise şirket olarak senelik azaltım hedefleri koyuyoruz o şekilde dikkatle hareket ediyoruz. Büyük bir Meet Lab ormanı ise en büyük hayallerimizden.
Paketleme ve sunumda sürdürülebilir malzemeler kullanıyor musunuz? Bu konuda karşılaştığınız zorluklar neler?
Meet Lab olarak paketleme ve sunumda sürdürülebilirliği temel bir değer olarak görüyoruz. Kahvemizi ambalajlarken geri dönüştürülebilir malzemeler ve minimum çevresel etkiye sahip tasarımlar kullanıyoruz. Son geliştirdiğimiz ambalajlamada Alüminyum tüpler kullandık. Bu geri dönüştürülebilir malzeme ile hem bu kahve tüplerini yeniden doldurma imkanız veriyoruz hem de elbette tazeliği koruma dengesini gözetiyoruz.
Elbette, bu süreçte bazı zorluklarla karşılaşıyoruz. Sürdürülebilir malzemelerin tedarik zincirindeki sınırlamaları, maliyetler ve kahvenin uzun raf ömrünü koruma gerekliliği, sürekli birçok parametre ile çözüm üretmemizi gerektiriyor. Ancak bizim için bu zorluklar, inovatif yaklaşımımızı ve sürdürülebilirlik taahhüdümüzü güçlendiren fırsatlar. Sürdürülebilir ve geri dönüştürmüş materyalden ambalaj konusu laboratuvarda üzerinde aktif çalıştığım konulardan.
Tüketiciyi ve baristalarınızı sürdürülebilir kahve tüketimi konusunda nasıl bilinçlendiriyorsunuz?
Meet Lab olarak sürdürülebilir kahve tüketimini sadece bir trend ya da pr çalışması olarak değil, bir sorumluluk olarak görüyoruz.
Sürdürülebilirlik eğitimlerimde sürekli kullandığım bir cümle var “sürdürülebilirlik bir zorunlu gönüllülüktür. Yalnızca üzerinizdeki zorunluluğu henüz fark etmemiş olabilirsiniz ama er geç fark edeceksiniz” Meet Lab kültürü başından beri bir akademi gibi ilerlemekte ve bunu çok önemsiyoruz.
Bizler aktif olarak her anımızı kahve, kahve bilimi, kahve sürdürülebilirliği ve dahası ile geçirdiğimiz için edindiğimiz ne kadar bilgi varsa cömertçe yılmadan paylaşıyoruz. Markamız için kemikleşen bu bilinçlendirmeyi hem baristalarımız hem de tüketicilerimiz için sistematik hâle getiriyoruz.
Baristalarımızı düzenli eğitimlerle donatıyoruz; kahvenin kaynağından fincana kadar olan sürecini, su ve enerji kullanımı, karbon ayak izi ve atık yönetimi gibi konuları detaylı şekilde anlatıyoruz. Onlara, sadece kaliteli kahve yapmak değil, aynı zamanda çevresel etkileri minimize etmek için hangi uygulamaları hayata geçirebileceklerini öğretiyoruz.
Tüketicilerimize de bu farkındalığı yaratacak adımlar atıyoruz. Kafe deneyiminde kahvenin hikâyesini ve sürdürülebilir üretim süreçlerini paylaşıyor, geri dönüştürülebilir ambalajlar, kahve posasından üretilmiş bardaklar ve çevre dostu ürünlerimizle somut örnekler sunuyoruz. Ayrıca sosyal medya ve workshop’lar aracılığıyla, evde kahve hazırlarken alınabilecek küçük ama etkili sürdürülebilir önlemleri de gösteriyoruz.
Ek olarak da kahveyle ilgili yayınlanmış kayda ve kanıta değer tüm bilimsel çalışmaları, makine-ekipman kullanımlarını, kahve demlenmesine dair gerekli olan tüm bilgileri uzun uzun analiz edip yorumladığımız epey geniş bir blog sayfamız var. Sürdürülebilirlik esas konularımızdan olduğu için içinde sürdürülebilirlikle ilgili birçok yazı bulunuyor. Mesela 2024’ün aralığında benim için oldukça önemli bir konuyu yazmışım. Kahve Tarlasında Kadın…
Kahve kültürünün geleceğinde üçüncü nesil kahvecilikten sonra nasıl bir evrim görüyorsunuz? Dördüncü nesil kahvecilik sizce neyi ifade edecek?
Şayet nesiller arası bir ayrım yapacaksak biz 5. Nesil olarak tabir edilen bir markayız. Bilim ve inovasyon marka ile bütünleşik ilerliyor. Bunu kenara bırakacak olursak, kahveye katkısı olan her kültür gelişimini ve inovatif gelişimi sonuna kadar destekliyoruz, kim ne yapıyorsa heyecan ve keyifle araştırmaya devam ediyoruz.
Günümüzde bir kahve sever, daha sürdürülebilir bir tüketici olmak için neler yapmalı?
Açıkçası her şeyde olduğu gibi neyi nerden aldığına dikkat etmeli. Şayet bir bardak kahve her gün rutininde olan bir kahve içicisi ise bu o kişiyi Türkiye’de yüksek hacimli tüketici yapar.
Bu konuyla ilgili yine her zaman verdiğim bir örnek var. Paraben konusu. Toplumsal bilinç seviyesi belli bir seviyeye ulaştıktan sonra, işin detayını bilen bilmeyen herkes “parabensiz değil mi?” diye sorgulamaya başladı. Ve sonuç? Neredeyse tüm üreticiler imtina etmeye başladı ve toplumsal bilinç kazandı. O nedenle bireysel bilincin artması sosyal medyanın hayatımızdaki varlığı ile hızla kümülatif bir harekete dönüşebiliyor. Sonra bahsettiğim gibi konuyu anlayan anlamayan herkes o rüzgâra kapılıyor. Bu rüzgârı en doğru yöne estirmek bizim elimizde.
Günümüzde kahve severler daha sürdürülebilir bir tüketici olmak istiyorsa, öncelikle kahvenin hikâyesine ve kaynağına dikkat etmeli. Hangi çiftlikten geldiğini, nasıl işlendiğini, üreticilerin nasıl çalıştığını bilmek, bilinçli tercih yapmanın ilk adımıdır. Tarımsal süreçlerin sertifikalarını takip etmek de tüketicinin fark yaratmasını sağlar.
Evde kahve hazırlarken de sürdürülebilirliği desteklemek mümkün. Tek kullanımlık filtreler yerine kalıcı filtreler kullanmak, kahve posasını kompostlamak veya bardak/kap gereksinimlerini geri dönüştürülebilir seçeneklerle karşılamak gibi basit adımlar bile fark yaratır. Ayrıca su ve enerji kullanımı da göz önünde bulundurulmalı; örneğin, kahveyi demleme sırasında gereksiz enerji harcamamak veya su israfını önlemek önemli.
Kahve dükkanlarında ise geri dönüştürülebilir bardakları tercih etmek, kendi termosunu kullanmak, gereksiz yere pipet harcamamak hem çevreyi korur hem de kahvenin hikâyesini destekler. Yaşam döngüsü olarak birbirimize direk bağlı olduğumuz bu evrende, nefes aldığımız sürece, biz aklını kullanabilen canlılar olarak her attığımız adımdan sorumluyuz.
