Sena Başöz / Bir Teselli / 10 Soru

Güncelleme Tarihi: 23 Ağustos 2023

Sena Başöz’ün “Bir Teselli” isimli kişisel sergisi kurumsal alanın dışında kalan bireysel arşivleri sorguluyor. Londra’da Delfina Foundation misafir sanatçı programı bünyesinde kurumsal bir arşivi canlandırmanın koşullarını ve yöntemlerini araştıran sanatçı, bu çalışmanın paralelinde kişisel arşivleri anlatıya dökmenin yollarını arıyor.

Adını Cicero’nun kızının ölümü sonrasında acısını dindirmek için yazdığı kayıp eseri Consolatio’dan alan sergi; kişisel arşivleri geçmişle geleceği dengeleyen bir iyileşme süreci olarak görüyor. Fotoğraflar, yazılı ve görsel materyallerden oluşan arşivimiz hafızamızda yer edenlerle her zaman örtüşmüyor. Kurgulanan anlatılarla arşivi canlandırmak her şeyin dönüşerek var olduğunu gösteriyor. 31 Ekim’e kadar Krank Art Gallery’de görebileceğiniz sergiye dair sanatçıyla geçmiş, gelecek, hatırlamak ve kaydetmek üzerine sohbet ettik.  

Kaydedilmeyen Her Şey Kaybolur Mu?

Roy Scranton, “Ölmeyi Öğrenmek” adlı kitabında Antroposen’de insanlığı kurtarabilecek tek şeyin hafızamız olduğunu öne sürüyor. İnsanlığın kurtarılabilmesi senin için ne ifade ediyor?

Bu kitapta insanlığın gerçek bir sonla karşı karşıya olduğu anlatılıyor. Hatta kitap boyunca bu kanıtlanıyor bilimsel verilerle. Scranton, son bölümde hafızanın önemini ortaya koyarken, biraz ucu açık davranmış. Belki bizden geriye hiçbir şey kalmayacak, belki az sayıda olarak insan ırkı devam edecek demiş. Hafızanın potansiyel bir kurtuluşta nasıl bir rol oynayacağını detaylı bir şekilde ortaya koymamış. Öyle ya da böyle, insanlığı bugüne taşıyan aslında hikayeler, efsaneler, buluşlar, yani bizden öncekilerin hafızası diyebileceğimiz kültürel mirasımız olduğu için Scranton bundan sonrasında da buna yoğunlaşmamızı salık veriyor. Benim için de insanlığın kurtarılabilmesi reel anlamda ne şekilde olur gizemini korusa da bunun ötesinde bir kurtuluş; hikayelerin ve hikayelerin taşıdığı bilgilerin aktarılabilmesi demek. Bizi birbirimize ve geçmiş nesillere bağlayan da bu zaten.

Geçmişe ait arşivi düzenlemek geçmişi temize çekmek diyebilir miyiz? Buna bağlı olarak da geleceğin garantisini sunar mı?

Geçmişe ait arşivleri düzenlemek, geçmişi temize çekmek olarak da değerlendirilebilir. Aslında temize çekmek gerekli olan bilgiyi yeni bir deftere aktarıp gelecekte işimize yaramayacağını öngördüğümüz kısımları geride bıraktığımız bir eylem. Bir arşivi düzenlemekle veya bir arşivden bir seçkiyle bir anlatı kurgulamakla çok benzeşiyor. Çünkü neyi geride bırakıp neyle devam edeceğimize karar veriyoruz. Bu bağlamda gelecek öngörümüzle yakından ilgili. Geleceği direkt etkileyecek seçimler yapmış oluyoruz.

Nintendo’nun sonunda “Kaydedilmeyen her şey kaybolacaktır.” uyarısı çıkıyor. Bu uyarıyı “Bir Teselli” kapsamında değerlendirmeni rica edebilir miyiz?

Bence aslında her şey kayboluyor. Kaydedilenler de kaydedilmeyenler de. Kaydedilenleri de bir süreliğine korumuş oluyoruz. Bu gerçekle barışmak gerektiğini hissediyorum. 

Bir yandan da ilk bakışta çelişkili gibi gelebilir ama hiçbir şeyin kaybolmadığına inanıyorum. Hayatta her şey başka bir şeyin devamı neticede. Kaydedilmeyenler de biçim değiştirerek var olmaya devam edecekler. Yani “kaydetmek” “olduğu gibi korumak” demek. Bu uzun vadede imkansız. Her şey dönüşerek var olmaya devam ediyor diye düşünüyorum. Bir Teselli’de de bu fikirden hareketli çalışmalar var. Özellikle yerdeki, Bir Teselli adlı sergiye de adını veren yerleştirme için analog arşivimin bir bölümünü kağıt öğütücüden geçirdim. Bu arşivin bir kaydını almadım. Ama yanına yerleştirdiğim yosun videosu parçalı olanın bir bütün dahilinde bir anlamı olduğunu, bir döngü içerisinde bir devamlılığı olduğunu hatırlatıyor.

Hafızanın geçmişteki yaraları yamayarak bugüne geldiğini hepimiz deneyimlemişizdir. Arşivlemek ve arşivlerken geriye dönmek aslında kendimizle yüzleşmek diyebilir miyiz?

Evet, geçmişi iyi hatırlamak diye bir şey var, haklısınız. Yamalarla devam edebiliyoruz. Arşivin varlığı tek başına yüzleşmeyi gerçekleştiremiyor maalesef. O arşivi kim nasıl oluşturdu? Hangi şartlarda oluştu? Biz açıp bakınca neyi seçip neyle ilişkiye geçiyoruz? Tüm bu süreçler önem taşıyor. Çünkü eğer yüzleşmeye hazır değilsek veya yüzleşmek istemiyorsak, arşiv yanıltıcı bile olabiliyor.

Yüzleşmek demişken kendi fotoğraflarını kullanarak oluşturduğun eserlerin hiçbirinde fotoğrafın ön kısmı yok. Yüzleri göremiyoruz. Bunun ardında yatan sebep nedir?

Şu sıralar Basel’de buradaki sergime hazırlanıyorum. Geçen hafta burada gezdiğim bir fotoğraf sergisinde Kodak’ın 1926 yılından bir reklam metni ile karşılaştım. Şöyle diyor: “Hatırlıyor musunuz? Geçen yaz nereye gittiniz? Tatiliniz neredeydi? Tam olarak hatırlayamıyorsunuz çünkü en iyi hafıza bile hata yapar. Oysaki bir KODAK kalıcı hatıralar yaratır. Tek başına güvenilir bir kaynaktır ve sizin en mutlu tüm anlarınızın imajlarını saklar.”

Bu metin bana çok naif geldiği için not aldım. Ben fotoğrafın saklayıcı gücüne güvenmiyorum. Geçmişi tutamıyoruz, saklayamıyoruz. Fotoğraf, evet hatırlamaya aracılık edebiliyor ama gün sonunda insan zihninin o fotoğraflara bakarak hatırlaması gerekli. İnsanoğlu hep akıp gideni tutma odaklı. Hatta tüm hayatımız bunun etrafında kurgulanmış gibi adeta. Fotoğrafları hem ters kullandım hem de onlarla 3 boyutlu bir kutu illüzyonu yaratmayı denedim. Anın zenginliğini 2 boyutlu bir imaj ne kadar tutabiliyor sorusundan yola çıktım. 

Geçmişle Şefkatli Bir Şekilde Barışmak Mı Gerek?

Aslında arşivin bir uzantısı da ölümsüzlük, insanların biyografilerini yazmaları ya da yazdırmaları, tarih kitapları. Bir yandan da tarih büyük ölçekte Photoshop’lu yazılıyor ve geriye dönük araştırmalar ile bazı gerçekler yüzeye çıkıyor. Senin serginin bu perspektife bir göndermesi var mı?

Az önce yamamak da demiştiniz. Bireysel bazda yamamak olarak yaşanan, daha toplumsal ölçekte tarih yazımını da etkiliyor tabii ki. Sergim direkt bu konuda bir söz söylemese de ölümü hatırlatması, yokoluşu, dağılmayı ve yeniden doğumu hatırlatması; yani hayatın döngüsünü hatırlatması belki bu anlatıları bir son yokmuşçasına yapılandırmanın beyhudeliğine işaret ediyor olarak değerlendirilebilir.

Sergiyi tarif ederken bakım kelimesi dikkatimi çekti… Karmakarışık saçların içinden çıkan minik serçenin şefkatle ele alındığı video bu bakımı ve geçmişimizi ve geçmişte olduğumuz kişiyi yargılamadan şefkatle kabullenmeyi mi temsil ediyor?

Bu videoda bakım ve şefkat vurgulanıyor. Farklı okumalara açık bir video. Kişinin kendiyle ilişkisi olarak okunabileceği gibi başkalarıyla ilişkisi çerçevesinde de okunabilir ki aslında zaten başkalarıyla ilişkimiz kendimizle ilişkimizden bağımsız değil. Sizin okumanız da bence çok anlamlı. Geçmişle barışmadan şimdide var olamıyoruz. Bu barış da ancak şefkatli bir şekilde olabilir. 

Modern dünyada “kutunun dışında düşünmek” marifet. Ama senin sergindeki düşünce, kutuları ve anıları kutulamayı idealize ediyor. Değil mi?

Sergide kutular insan zihninin işleyişini temsil ediyor. İnsan zihni hep kutulamaya, kategorize edip ayırmaya yatkın. Oysaki dünyayı anlamlandırmada bu haliyle yetersiz kalıyor. Bu nedenle kutu biçimiyle çalışarak bir çıkış yolu arıyorum. Anıları da kutuluyoruz, düşüncelerimizi de kutuluyoruz, doğayı da kutuluyoruz. İsimlendiriyoruz, gruplara ayırıyoruz. Sergi aslında kutunun dışında düşünmeye, düşündürmeye çalışıyor.

Suda dalgaya kendini bırakan yosunlar gibi olma konusunda ne düşünüyorsun? Ben sergiyi gezerken çok iyi hissettim. Sergiyi diğer gezenlerin görüşlerini öğrenme şansın oldu mu?

Böyle hissettiğinize çok sevindim. Sergi ağır konularla uğraşsa da hafif bir hissi olmasını istedim. Kaybolanları böyle değerlendirmek, yani suda dağılıp kompost olan, içinden tekrar hayat başlayan yosunların döngüsüne benzer bir döngü içinde değerlendirebilmek bana iyi geliyor ve umut veriyor. Evet, kaydedilmeyen kayboluyor ama sonra başka biçimlerde geri dönüyor. Uzun vadede kaydedilen de kayboluyor ve bu döngünün içine dahil oluyor. Bunu kabul etme dışında bir seçeneğimiz var mı? 

Sergiyi gezenlerden benzer geri bildirimler aldım. Bazıları kişisel arşivimin bir kısmını parçalamış olmamı ilk başta depresif veya tepkisel bir jest olarak algılıyor. Sonra eserle iletişime geçince bu fikirleri dönüşüyor. Depresif veya öfkeli bir yerden ürettiğim bir eser değil kesinlikle. Bir çözüm önerisi sunan, bana iyi gelen bir eser.

Bu eserlerin tek bir kurum tarafından alınıp, bu şekliyle mi muhafaza edilmesini isterdin? Yoksa parça parça birbirinden bağımsız insanların hayatlarına ve anılarına dahil olmasını mı?

Öyle ya da böyle sizin gibi insanlarla derin bir iletişime geçebilmeme imkan tanıdıkları için bu eserleri ortaya koymak çok iyi geliyor bana. Bu zor zamanda buna mekanlarını açtıkları için Krank Galeri’ye teşekkür etmek istiyorum. Bu eserleri bir kurum alırsa yine insanlarla buluşacağı için, böyle karşılaşmalar yaratacağı için güzel olur ancak bireylerin hayatlarına dahil olması da güzel olur. Sanat üretimi insanı sürekli başka insanlarla buluşturan bir yol. En güzel tarafı da bu. Yani bir tercihim yok.