arzu demirel cagla gulses

Çağla Gülses ile Kaldığımız Yerden Devam…

Güncelleme Tarihi: 2 Ekim 2021

“Felsefe aslında bir hasrettir, kendini her yerde evinde hissetme isteğidir.’’

Evlerimize kapandığımız, hayatı duvarların arasında sürdürmeye çalıştığımız zorlu zamanlar devam ediyor. Birçoğumuz karantinadan sonra yapacaklarımızı planlıyor ve o günlerin gelmesini umutla bekliyoruz. Hepimiz göçe hasret kaldık. Biz göç yorgunları bile… İşte en çok da bu hasretle, sokağa çıkmakta özgür olduğumuz zamanlarda gideceğim ilk oyun ‘’Halı’’ olacak… ‘’Çünkü Halı’’ aynı zamanda göçün hikayesi… Hepimizin hikayesi…

‘’Kendisi bir Mekan’’da Çağla Gülses ile yaptığım röportajın devamı…

Nasıl başladın Tiyatro’ya?

Ben aslında 5 yaşından beri tiyatro yapıyorum. Yarı profesyonel bir şekilde, sahnelerde, bir şekilde televizyonda… Sonrasında lisedeyken annemlerin beni konservatuvara göndermeyeceklerini öğrenince tiyatrodan koptum. Beş yaşından beri sana ne olacaksın diye sorulduğunda tiyatrocu olacağım diyorsun. Başka bir ihtimalin yok. Ve ailen bunu istemiyor.

Sebep neydi peki?

Sebep bir mesleğimin olmasını istemeleri. Diplomanı getir ondan sonra ne olursan ol demişlerdi. İki yıl okula da küsmüştüm. Sonra tekrar bir arkadaşımın da desteğiyle lisede yeniden tiyatronun içine çekilince devam ettim. Bu defa okulda duramayıp sokak tiyatrosu ve pandomim yaptık. İskenderun’da neler yapabiliriz? diye sormaya başladık.
Ben de babam gibi felsefeyle çok ilgilenirdim.

Babam için dünyanın temeli felsefe ve matematiktir.

Babam herkesin bu ikisinden de anlaması gerektiğini düşünüyor. Daha çocukken, anlamadığım halde bana Sartre’dan bahsederdi. Bir şekilde felsefeyi bana bulaştırdığını düşünüyorum. Ailemdeki herkes başka mesleklere yönlendirirken sadece babam beni felsefe konusunda destekledi. Çünkü felsefenin bir karşılığı var onun için. Sonra meslek seçiminde Mimar Sinan sosyolojiyi yazmak istedim. Aileme göre puanım yüksek ama ben hukuk yerine sosyoloji gibi düşük puanlı bir yeri seçiyordum. Nereye yazarsam kazancağımı bildikleri için herkes panik haldeydi. Kimse Mimar Sinan yazmamı istemiyordu, çünkü oradan tiyatroya geçecektim. Babam burada devreye girdi. Benim aile büyüklerim göçmen; Bulgaristan, Gürcistan, Selanik epey karma bir geçmişimiz var. Çok uzun zorlu göç yolculukları olmuş. Ölümler görmüşler. İstabul’da büyük yangınlar yaşamışlar. Bir miktar tepkili olduklarını da düşünüyorum. Bilinç altında büyük, yüzeyinde küçük miktarda tepkililer. Dolayısı ile büyük şehirin onları boğduğunu düşünüyorlar. Babam Ankara’yı yazmam için ısrar etti.

Hacettepe’yi kazandım. Bölümümü çok sevdim. Tiyatro yapmaya da devam ettim. Sokak tiyatrosunun yanında Augusto Boal’ın tekniğiyle görünmeyen tiyatro yapmaya başladım. Kendi ekibimizi kurduk.

Ben yazdım, birlikte yönettik, sahnelerde, sokaklarda çok fazla iş yaptık. Ve bu beni çok besledi.

İçinde bulunduğum topluluğun sosyal sorumluluk kurumunda çocuklar için de bir şeyler yapmaya başladım. Ben aslında tiyatroyu bu noktada nasıl kendi mesleğimle birleştirebilirim dedim. Boal’in tekniği buna çok uygun. Ve daha da ileriye götürebileceğimiz bir yöntem… Mezun olduktan sonra bir iş teklifi geldi. Tiyatroyu çok istememe ve bir sürü planım olmasına rağmen en azından bir süre kendi mesleğimi yapayım dedim. Sosyolog olarak bir tatil beldesinde, huzur evinde çalışmaya başladım. Sonrasında Ankara’ya döndüm. Sağlık Bakanlığı’nda çalışmaya başladım. Bir süre sonra tiyatrodan uzaklaştığımı fark ettim. Sonra yeni bir süreç başladı. İstanbul’a geldim. Haldun Dormen’le bir yıl çalıştık. Müzikali de çok seviyorum.

‘’Halı’’ nasıl ortaya çıktı peki?

Özgün Akaçça

Haldun Dormen’in sınıfında çok başarılı bir arkadaşım vardı. Özgün Akaçça… Şehir Tiyatroları’nda oyuncu aynı zamanda. Bu arada ben daha önce göç temalı bir çocuk oyunu yazmıştım. Onu bir kaç yere sunmak istiyordum. Bir dans tiyatrosu olsun istiyordum. O da göç üzerine bir metin yazmak istiyorum deyince ben yazabilirim dedim. Daha önce çocuklar için yazmıştım. Şimdi de yetişkinler için yazarım dedim. Zaten göç üzerinde çok yoğunlaşmıştım. Daha ilk görüşmemizde üzerinde saatlerce konuştuk ve ortaya o kadar çok şey çıktı ki dedik tamam burdan hemen yazmaya başlıyoruz. Ben bir şeyi yapmaya başlayınca onunla ilgili o kadar derine inmeye başlıyorum ki bir süre konudan uzaklaşıyorum. Bir iki ay sadece okuma yaparak, okumalarımı güncelleyerek geçti… Sonra metin ortaya çıktı.

Göçü nasıl ele aldınız?

Göç sadece bugün maruz kaldığımız bir mesele değil. Şehirlerden başka yerlerden gelen insanlar, sınırların açılması kapanması meselesi değil. Hepimiz her gün göçler yaşıyoruz. Birisi bu dünyadan göçüyor. Bunu anlamaya algılamaya çalışıyoruz. Nereye gitti? Bir yere gitti mi? Bir yandan bu felsefi sorunlar başlıyor. Bir sevgiliden başka bir sevgiliye göçüyoruz. Bir yandan sürekli mekanlar değiştiriyoruz. İnsanların akıllarında, kalplerinde göçler yaşıyor. Uykuya göçüyoruz. Bu o kadar çok metaforla dolu bir kavram ki… Biz göçmenlik kavramını biraz da politikayla eşleştirmeye başladık ama aslında bunun çok insani ve felsefi başka boyutları da var. Metni bunun üzerine kurduk. Bu tek kişilik bir oyun oldu. Daha önce görme engelli öğrencilerin öğretmenliğini de yapmıştım. Karanlıkta projeler yapmak için de okulda projeler geliştirmiştik. Oradan kalan küçük bir hevesle oyunun bir bölümü karanlıkta oynanıyor. Sokak tiyatrosunun etkisiyle, seyircinin oyuna katılıyor olmasını seviyor oluşumuzdan; oyunun bir bölümü seyirciyle beraber oynanıyor

Tek kişilik bir oyun, bir anlamda performans tiyatrosu diyebilir miyiz?

Tabi… Performans tiyatrosu ve seyirciyle iç içe bir oyun…

Nerede oynayacaksınız? Bir sahne planınız var mı?

Moda Sahnesi, Boa Sahnesi, Koma sahnesiyle görüştük. Tiyatro Dell’arte var. Bizden sadece tarih bekliyorlar. Gezmek de istiyoruz. Özgün çok geziyor Şehir Tiyatroları’yla… Ama tabi şimdi dışarıda da bir şeyler yapmak istiyor. Bu arada Özgün Şehir Tiyatroları’nda Hamlet’e seçildi.

Özgün için mesleğinin zirvesinde diyebilir miyiz?

Evet mesleğinin zirvesinde… Çok genç olmasına rağmen çok güzel iş teklifleri alıyor, reklamlarda oynuyor.

Bu sırada hamile bir kedi yanımıza geliyor. Sohbetimizi bölüyor. Bir süre kediler üzerinde konuşuyoruz. Sarı sokak kedisi de sessiz sessiz bizi dinliyor. Sonra röportajımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Kimler için hazırladınız oyunu? Özel bir hedef kitleniz var mı?

Bu yetişkinler için hazırladığımız bir oyun. Hatta ben 12 yaş altına önermiyorum. Felsefi ve kaotik bir oyun.

+13 diyebilir miyiz?

Evet diyebiliriz. Felsefi boyutunun yanı sıra performans da var içinde. İzleyicinin gerçekten onunla bağ kurabilecek bir zihin yapısında olması gerekiyor. Dedenin ölümünden sonra yaşadığı bir travma üzerinden ortaya çıkan iç bunalımlar var. Sinek oluyor bir sahnede, kedi oluyor karanlıkta…

Bir sponsor arayışında olduğunuzu biliyorum. Sponsordan beklentiniz nedir?

Bizim bir sponsorluk dosyamız var. En başta teknik desteğe ihtiyacımız var. Bu oyunun müziklerini yapan arkadaşlarımız var, afişini çizen var, kostüm ve dekoru var. Bunlar şu anda yapılıyor. Bitmek üzere… Müzikler yapılıyor.

Bunların hepsi masraf tabi…

Mekanı tutacak paraya ihtiyacımız var. Sonuçta mekanlara bir ödeme yapmak zorundayız. Genelde mekanlar para alıyor ve biletleri size bırakıyor. Yarı yarıya çalışan sahneler de var ama bazı mekanlar kirasını istiyor, seyirciye karışmıyor. Çünkü sonuçta dışarıdan geliyorsun, o sahnenin prodüksiyonu değilsin. Aslında o sahne de sizden aldığıyla kendi prodüksiyonun teknik masrafını çıkarıyor. Dolayısı ile mekan kirası da sizin masrafınız oluyor. Bu dönemde konuştuğum birçok tiyatrocu arkadaşım, mekanı kendi cebinden ödediğini ve oyuncuların parasını beklettiğini söylüyor. Çünkü kendi ceplerinden ancak sahneyi ödeyebiliyorlar.

Ne zaman sahne almayı düşünüyorsunuz peki?

Galata Perform’da Yeşim Özsoy’dan ve diğer onun davetiyle gelen yönetmenlerden ders alıyorum aynı zamanda. Yönetmenlik atölyesine gidiyorum. Orada da bitirme oyunumuz ve projemiz olacak. İkinci oyunum da yolda. Onun için önce birinciyi derhal hayata geçirmek istiyorum. Biz Mart sonu gibi planlıyorduk ama ülke koşullarını göremiyoruz. Sahnenin kirasını öderiz sonra her yer karantinaya alınabilir. Ne olacak bilmiyoruz.

Umarım her şey yolunda gider ve perdeler kapanmaz. Çok etkileyici bir temanız var. Göç dediğiniz gibi başka bir pencereden baktığımızda bambaşka anlamlarda çıkıyor karşımıza…

Ve bizim onu nasıl kaldırdığımız, onunla nasıl bir bağ kurduğumuz da bir mesele…
Bir döngü var aslında ve biz bu döngüye çok inandığımız için ondan da faydalandık. Özgün tekerlemeleri çok seviyor. Sosyal medyada sürekli tekerlemeler paylaşıyor. Ben de metinleri Özgün’ün yapmayı sevdiği, iyi olduğu şeyleri hep göz önünde bulundurdum. Oyuncuya göre de yazdığım yerleri oldu yani metinin. Oyunun büyük bir kısmı bir meseleden çıktı… Yolda yürürken, metini yazmaya giderken hatta, Kadıköy’de çok sevdiğim bir sokaktayım, kafamı kaldırdım. Bir adam yukarıda pencerede oturuyor. Aşağıda bir kadın onu bekliyor. Yanında bir kedi var ve o anda kurdum her şeyi…

Kendisi bir mekan çağla gülses

(Tekerlemeyi ayakta adeta sahnede oynarcasına büyük bir keyifle okuyor)

Bu penceredeki adamın hikayesi, penceredeki adama bakan kadının hikayesi, penceredeki adama bakan kadının yanında duran kedinin hikayesi, penceredeki adama bakan kadının yanında duran kedinin içtiği sütün hikayesi, penceredeki adama bakan kadının yanında duran kedinin içtiği sütün içine düşen sineğin hikayesi, penceredeki adama bakan kadının yanında duran kedinin içtiği sütün içine düşen sineğin uçup giden hayallerinin hikayesi, penceredeki adama bakan kadının yanında duran kedinin içtiği sütün içine düşen sineğin uçup giden hayallerini yakalayan penceredeki adamın hikayesi…

Sütün içine düşen sinek, ölümün metaforu, süt kefenle eşleşiyor. Her zaman metaforları çok sevmişimdir. Küçücük şiirlerde bile zihnimin çok açıldığını hissediyorum. Bunun da etkisiyle metaforları kullandım.

Sahnede metaforları görmek çok keyifli olabiliyor.

İzleyiciyi neyle beslemek istediğinizle alakalı. Herkes bir yerinden bir şey alıp götürebilsin istiyoruz. Adamdan başlayan hikaye başka yerlere uzayıp gidiyor ama bazen adama dönüyor hatta çoğu zaman adam dönüyor.

Bu adam da Özgün oluyor değil mi?

Evet Özgün… Hatta Özgün şöyle diyor, bu benim hikayem değil ben bir halının içinde geldim buraya… Sonra bu koltukta geçirdiğim 39. Perşembe kendime geldiğimden beri başka bir yere gitmeme gerek kalmadı deyip hikayesine başlıyor.

Oyunumuz 7 bölümden oluşuyor. Biz karakterin 39. Yaşını görüyoruz. Asıl yaşı 39. Ama 18. yaşla bitiyor. Bu arada karakterimizin adı Tamir. İsmiyle ilgili de sıkıntı yaşıyor. Sıklıkla öğretmenim adım Tâmir değil, Tamir diye düzeltmek zorunda kalıyor. Sorunları tamir etmesiyle geçiyor zaten olaylar. Çocuklukta yaşadığı şeyler, anne baba arasında geçen gerilimler…

Yazarken özellikle etkilendiğin şeyler var mı?

Bir sürü hikaye var oyunda
Bir insanın içinde ne kadar hikaye varsa…
Benim içimde ne kadar varsa…

Özgün bazen soruyor; Çağla ne yaşadın sen! Ne olur anlat diyor. Biraz da onların yansıması oluyor tabi. İnsan ister istemez etkileniyor yaşadıklarından, baktıklarından… Bir yandan atölyelerin de faydaları olduğunu görüyorum. Gittiğim yönetmenlik atölyelerinin… Sonra iyi bir okur ve iyi bir izleyici olduğumu düşünüyorum. İyi mi yazıyorum bilmiyorum, iyi mi yapıyorum bilmiyorum. Ama en azından diğer taraftan fena olmadığımı düşünüyorum. Çok izledim ve her şeyi mutlaka değerlendirmeye çalışıyorum. Hiçbir şeyi havada bırakmamaya çalışıyorum.
Kimsenin artık bir başkasının fikrini duymak istediğini sanmıyorum. Hikaye duymak istiyor ama o da yetmiyor. Slogan atıyor gibi işliyor. O çağ bitmek üzere… Artık bizi sürükleyecek bir şeyler istiyoruz.

Tamirin nasıl bir hikayesi var?

Tamir’in anne ve babası, Tamir 12 yaşında iken boşanıyor. Tamirin annesi İran’dan gelen bir kadın. İlk göç onunla başlıyor aslında. Tamir ilk defa kendi kişisel göçünü 7 yaşında yaşıyor. Yoksa hep evin içinde. Okulla ve okul dışında başlayan bir süreç var. Dedesinden kalan tapu ile bu koltuk artık benim diyor. Savrulmuyorum ve bir yerim var diyor. Anne ve babası Tamir 18 yaşına geldiğinde doğum gününde yeniden evleniyorlar. Ve Tamir beni yeniden mi büyüteceksiniz diyor.

Yurtdışında oynamayı düşünüyor musunuz? Çünkü çok giden oldu biliyorsunuz. Çok göç verdik. Göç büyük bir sızı… Yeni dönem göç edenler çok şey bulacak gibi bu oyunda…

Aslında çok isteriz. Neden olmasın? Aynı zamanda İtalyanca öğreniyorum ve İtalya’da da tiyatro yapmak istiyorum. ‘’Halı’’nın da yurtdışında sahne almasını çok isterim.

Çağla Gülses’in yazıp yönettiği Özgün Akaçça’nın oynadığı bu oyunu sahnede görmek için sabırsızlanıyorum.