seren topaloğlu

Art Niyetli Sohbetler: Seren Topaloğlu


Herkese merhaba… Mey|Diageo’nun katkılarıyla hayata geçirdiğimiz Art Niyetli Sohbetler’in yeni bölümü ile karşınızdayız. PlumeMag olarak kurulduğumuz günden bu yana sürdürülebilirliğin kültür, sanat, felsefe ve estetikten bağımsız konuşulamayacağını, düşünülemeyeceğini veya uygulanamayacağını savunuyoruz. İşte bu noktada, kültür ve sanatın önemini yeniden ele alacağımız bir bölüm ile bir aradayız.

Bugünkü konuğumuz Kaş Uluslararası Kısa Film Festivali’nin kurucusu Seren Topaloğlu…

Seren çok genç… İncelemelerimi yaparken onun için üç tane tanımım oldu; bir girişimci, bir yapıcı ve bir inatçı. Bu tanımlamalar üzerinden festivale başlamadan önce neler yaptığını öğrenmek istiyorum.

Önce davetin için çok teşekkür ederim. Daha sonra Altuğ Ünüvar başta olmak üzere tüm Mey|Diageo’ya teşekkür ederim. Hem festivalimize destek hem de bugün seninle tanışmama vesile oldular. Şu anda da festivale ilk senesinden beri ev sahibi olan Kadıköy Sineması’ndayız. Onlara da çok teşekkür ederim ve soruna dönüyorum…

Ne yaptım?

Kaş’da doğdum, Kaş’da büyüdüm. Ardından lise için ayrıldım. Bir senemi Arjantin’de geçirdim. Bu benim için değerli bir seneydi. O nedenle belirtmek istiyorum. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Sinema çift anadalı yaptım. Orada da bir sene Brüksel’de kaldım. O sıralarda çalışmaya başladım; hem sinema hem de müzik sektöründe.

Aslında benim kariyere başlangıcım su altı film prodüksiyonu ile olmuştu. Çok büyük setlerde de küçük işlerde de çalıştım. Böyle başladı ve sonra kendimi festival yaparken buldum açıkçası…

“Kendini Her Şeye Hazırla…”

kaş film festivali

Buradan baktığımızda, üç tane uluslararası kısa film festivalini hayata geçirmiş biri olarak karşımızdasın. Ama ben bunun başına dönmek istiyorum. Senin hakkında okuduğum röportajlarda da yolculuğumuzun biraz benzediğini gördüm. Sadece on beş yıl farkla… Bu da çok değerli bir şey. Çünkü ben otuz yaşındayken senin kadar büyük çaplı şeyleri düşünüp farkındalıklar yaratmak için yolculuğa çıkamamıştım. Bu anlamda seni çok cesur buluyorum.

Konumuz Kaş Uluslararası Kısa Film Festivali olmakla birlikte biraz da sensin… Ben insanı çok önemsiyorum; “Bunun arkasında kim var? Ne niyetle var?” Bunlar beni çok ilgilendiriyor. Diğer bir ortak noktamız da şu ki; senin bu yaptığın çok değerli ve ülkemize katkı sağlayacak olan işin içerisinde maddi bir beklentin yok. Bunun imece usulü ve ücretsiz bir festival olmasına da değinmek istiyorum.

Tekrar başa döndüğümüzde, sen bunlara karar verdiğinde henüz pandemi yoktu ve “Yola çıkıyorum.” dediğin anda pandemi duvarına vurdun. Orada bu hikayeyi devam ettirme motivasyonu ve gücünü nasıl buldun?

Belki Türkiye’de yaşamak olabilir… Çünkü pandemi olmasa bile bu ülkede her sene bir şey oluyor zaten. O yola çıkarken de “Kendini her şeye hazırla.” diyerek çıkmıştım. Pandemi beklediğim en son şeydi. Bunu itiraf ediyorum… Ama ben şanslı bir yerde, Kaş’daydım. Bu süreci en azından kendi içime dönerek olabildiğince verimli geçirdiğimi düşünüyorum. Belki festivale bu açıdan bir yararı olmuştur. Çünkü bu yola çıkmaya karar verdiğimde en büyük savaşım “Ben bunu gerçekten yapabilecek miyim?” oldu.

Çok büyük bir sorumluluk… Ne kadar gönüllü ve imece usulü olsa da çok ciddi rakamlara mal olan uluslararası bir festival. Eğer “Bu olmayacak, ben vazgeçiyorum.” dersem, sadece kendimi değil, onlarca kişiyi hayal kırıklığına uğratırım. O kadar emek vermiş insanları… Pandemi belki de bu açıdan bana iyi geldi. Çünkü “Tamam ya, yapacağım.” dedim. “Hata yapacağım belki bu yolda. Ama yapmadan başlayamayacağım. Daha nereye kadar bekleyeceğim?” Bunları söylediğimde 26 yaşındaydım.

Ve olaylar gelişmeye başladı… Pandemi sana bir ön hazırlık süresi yaratmış oldu. Bir röportajında hazırlığın bir buçuk yıl sürdüğünü söylemiştin. Sonra ilkiyle başladın. Peki; gerçekten böyle büyük çapta, yanına bakanlığı da belediyeyi de alıp yerel yönetimlerin de içinde olduğu ve uluslararası davetlerin yapıldığı bir şeyi yaparken ilk seferinde nelerle karşılaştın? Birisi “Ben de yapayım.” dediğinde ona söyleyebileceğin neler var?

“Yerel Halkı Dışlayan Etkinliklerin Var Olma Şansı Yok.”

kaş amfi tiyatro

Biletsiz, halka açık bir etkinlik olduğu için kaç kişinin gelebileceğini tahmin etmiyorduk. Sonuçta Kaş’ın çocuğuyum. Sadece eşimiz dostumuz açılışa gelir herhalde diye umutlarım vardı. İlk gün antik tiyatroya giderken stresliydim tabii. Kaç kişinin geleceğini bilmiyordum. 4000 kişilik kapasiteli tiyatronun yarısından fazlası doluydu. Bu inanılmaz bir şeydi…

Üçüncü senesini yeni tamamladık. Çok dolu geçti ve uluslararası katılım çok fazlaydı. Bunları görmek, bizlere inanılmaz onur ve gurur kaynağı oluyor. Bu yola çıkacak olanlara da bir şeyler söyleyebilirim…

Bence coğrafya çok önemli. Demografiyi tanımak çok önemli. Aynı zamanda Kaş da uygun bir yer olduğu için böyle bir yola çıktık. Tabii yerel halkla ilişkinin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kaş’da yapılan başka etkinliklere de şahit oluyorum ve halkı dışlayan etkinliklerin var olma şansı yok. Zaten niye dışlayasınız ki? Onların yerindeyiz, onlara müteşekkir olmamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Yerel yönetimlerle aramızın iyi olması gerekiyor. Bunun da bir renginin olmadığını düşünüyorum. Çünkü ortak paydada buluşmak, ortak amaç olmalı. Günün sonunda halka ve ülkenin kültür-turizmine hizmet ediyoruz yaptığımız bu etkinliklerle.

Tabii zorluklar ve senin büyük krizlerle yüz yüze geldiğin durumlar da olmuş. Ama benim buradan yaptığım çıkarım; bir insanın iyi amaçlarla ve idealist bir biçimde girdiği yolda akılcı olarak açmak istediği yolu, aydınlatmak istediği alanı çok rahat aydınlatabileceği oldu.

Senin ilk meselen başta bahsettiğimiz gibi su altı olmuş. Doğa ve insanları bir şekilde kültür-sanat ile daha empati kurabilecekleri bir platformda bir araya getiriyorsun. Bunu yapmak için de hem yapıcı hem izleyici hem de katılımcıların aklını ortak noktada sen temsil ediyorsun. Bence bu muhteşem bir şey ve ben böyle insanları gördüğüm zaman çok gurur duyuyorum.

Biraz su altına dönebilir miyiz?

“Küresel Düşün, Yerel Hareket Et.”

Zaten benim en tutkulu olduğum konu olduğu için yandın diyebilirim…

Kaş’da doğup büyümüş olmamın bunda çok önemli bir etkisi var. Evim deniz kenarında… Sabahları, akşamüstleri şnorkel yapar, balıklara selam veririm. Ahtapotlarım var… “Neler yapıyorsunuz?” diye takılırım onlara. Çok seviyorum su altını ve son yirmi senede geçirdiği değişimin çok farkındayım. Bu sadece Kaş ile alakalı değil, tüm dünyada böyle.

İklim krizinin en büyük etkisini suların altında görüyoruz. Hava ısınıyor diyoruz ve su daha fazla ısınıyor. Bu çok ciddi kayıplara yol açması demek. Aynı zamanda eko-çeşitlilik de değişiyor. Mesela bizim Akdeniz için en büyük tehlikelerden biri, artık Kızıldeniz’de su çok sıcak olduğu için buraya gelen su altı canlıları. Bizim Akdenizli canlılar onlarla tanışık değil… Şu an aslan balığı, balon balığı gibi canlılar ekosistemi mahvediyor.

Buraya gelmeden iki gün önce Patnos’da bir film festivalindeydim. Onlar da su altına çok önem veriyorlar. Orada panellere katıldım ve ben de konuşma yaptım. Her bölgenin yaşadığı kriz, yaşadığı problem başka.

Aslında şunu konuştuk; “Think globally, act locally.”

Aslında tüm olay bu… Ben Patnos’un dertlerine çözüm sunamam ve onlar da bize sunamazlar. O yüzden önce kendi bahçemizden başlamalıyız diye düşünüyorum. Mesela biz festivalin başından beri her sene aslan balıklarını konuşuyoruz; “Neden tehlikeliler? Nasıl başa çıkabiliriz?”

Bunlardan bir tanesi de aslan balığını yemek… Şu an yemeklerini yapan işletmeler çıkmaya başladı. Bu kulağa biraz yanlış geliyor olabilir. Ama günün sonunda felsefedeki tren problematiğinde olduğu gibi “Bir kişi mi yoksa beş kişi mi ölsün?” sorunusuna geliyor mesele.

Biz ilk seneden beri bunları yapıyoruz. Çok değerli akademisyenler geliyor. Zaten Kaş’ın kitlesine baktığımızda yarısından fazlasının bir şekilde dalgıç olduğunu görüyoruz. Ben de 13 yaşından beri dalıyorum. O yüzden aktif ve proaktif geçiyor. Sadece konuştuk, oldu bittiye gelmiyor. Bundan sonra ne yapabileceğimizi konuşuyoruz. Benim burada amacım, özellikle dışarıdan gelen insanlara suyun altını ne kadar fazla gösterebilirsek, onu o kadar koruyabileceğimiz yönünde. Çünkü insan görmediği şeyin değerini bilmiyor olabilir. Yüzmek ve su altına bakmak başka şeyler…

Bir de tanımak çok önemli. Benim her zaman söylediğim bir şey vardır; biz, “Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam.” diye sözler yazmış bir toplumuz. Böyle sanatçılar çıkmış bu toplumdan. Ona kıyamamak için onu sevmek, o güzelliği anlamak, bahsettiğim kültür, sanat, felsefe, estetik gibi açılardan da doğaya ve dünyaya bakabiliyor olmak çok önemli.

Bizim deniz sevgimiz düşünüldüğünde, senin gibi denizle doğan ve büyüyen insanlar için değil de genel olarak konuşuyorum, deniz tatillerde girilen veya tekneyle üzerinde gezilen bir yer olarak görülüyor. Evimiz olarak görünmüyor. Altında neler olduğunu görürsek, onunla nasıl başa çıkabileceğimizi ve neleri yapmamamız gerektiğini öğrenebiliriz.

Deniz beni de çok ilgilendiren bir konu. Fransa’da okurken Fransa’nın güneyinde çalıştığım için yazları hep oradaydım. Çok az para kazanmama rağmen hayat benim için çok güzeldi. Çünkü her gün denize giriyordum. Kum senin deniz senin… Sınırsız bir özgürlük. Geçen yaz benim gençken okuduğum ve yaşadığım yerleri görsün diye kızımızı götürdük. Côte d’Azur (Fransız Rivierası) sahilinde denize girilebilen çok az alan kalmış.

Gerçekten mi…

Çok pahalı oteller deniz kıyılarını kapatmışlar. Bunlar bence alarm veren şeyler. Ama hala Göcek’e gidip baktığınızda, denizde dünyanın kendi fiziksel ve biyolojik sebeplerinin dışında insanların kendi attığı çöpleri görüyorsunuz. Bu insanlar üst gelir grubunda olan ve eğitim seviyesi yüksek insanlar. “Denizi sevdiği için” denizde olan insanlar… Burada denizin altını, o halının altını açıp göstermek farkındalık için önemli.

Ben bu sebepten dolayı Kaş Uluslararası Film Festivali’ni çok önemsiyorum. Çünkü altında sinemanın çok ötesinde başka bir şey var. Hatta sen de bir yerde “Farkındalık yaratmak haddime değil, en azından göstermeye çalışıyorum.” diyorsun. Üç festival yaptınız. Bu “gösterme çalışmalarının” karşılığını ne zaman alabileceksin? Nasıl tepkiler ile karşılaşıyorsun?

“Kaş’ın Su Altı, Kaş’ın En Önemli Varlığı.”

kaşta film festivali

Çok güzel bir soru oldu… Çünkü bence bu hemen olmayacak. Gerçekten suyun altını koruyabilecek kurum ve kuruluşların ilgisini çekmek uzun bir bir yoldan geçiyor. Biz kültür alanı ile bunu başlattık. Su altı çok niş bir konu. Filmlerin çoğu da yabancı ağırlıklı kişiler tarafından yapılmış oluyor ve hepsi geliyorlar. Gerçekten hepsi atlayıp Kaş’a geliyorlar… Geldiklerinde de konuşuyorlar. Kaymakam orada, Belediye Başkanı orada… Onlar da bunları duyuyorlar. Umuyorum ki “Gerçekten bunlar önemli galiba.” diyorlardır.

Haziranın ilk haftasında yaptığımız bu festivalin katkısını turizm ile beraber görmeye başlayacaklar. İnsanlar konuşmaya, katılım artmaya başladıkça, “Gerçekten bu bir şey fark ettiriyor.” dediklerinde ve onlara fayda sağlamaya başladığında anca olacak.

Bir şeyin farkında olunmalı; Kaş’ın su altı, Kaş’ın en önemli aseti. Su altını kaybedersek, onlar da turizmi kaybetmiş olacaklar. Aslında hepsi bir zincirin halkaları. Ben naçizane bir film festivali ile umarım buna ön ayak olabiliyorumdur. Çünkü kime dokunursak daha büyük bir etki olacağını düşünüyorum. Bakalım, göreceğiz…

Turizme katı kısmına bakarsak, sen Kaşlısın ve sezonun henüz başlamadığı bir dönemde festivali yapıyorsun. Bunu değerli buluyorum. Sizin Bilgi Üniversitesi’nden Ethem Hoca’nın Bozcaada’da yaptığı bir film festivali var. O da sezonun sonunda yapıyor.

BIFED…

Evet, BIFED… Bu çok önemli. Çünkü sezonun içerisinde yapılan festivallerin faydadan çok yük getirdiğini ve oradaki turizm ekosistemini bozduğunu düşünüyorum. Senin de sezonun en başında yapmanın bununla bir alakası var mı?

Kesinlikle var. Zaten bizim bu tarihe karar vermemiz çok uzun sürdü. Hatta mayıs sonu olsun dedik. Ama bu sefer Cannes Film Festivali ile çakışıyoruz. Tabii, “Ne haddine kendini Cannes ile karşılaştırıyorsun.” denilebilir ama… Yemin ederim ki ilk seneden beri Cannes’den çıkıp bize gelen çok fazla oluyor. O yüzden çakışamayız… Çok üzgünüm…

Aslında gidip esnafla konuştum. “Böyle bir etkinlik yapacağız. Sizin için durgun olan zamanlar ne zamanlar?” diye sordum. Bana belli aralıklar verdiler. Otelciler Birliği Başkanı ile konuştum. Yani en başta bilgileri topladım. Bir yandan da önemli film festivallerinin tarihlerini listeledik. Onlarla da çakışamayız. En iyisi haziranın ilk haftasıydı. Üçüncüsünü yaptık ve gerçekten en iyi zaman bu zaman. Hava harika oluyor. Okullar hala açık oldukları için çok turist kalabalığı olmuyor.

Üç seneden beri festival bittikten sonra ben yeniden esnafla konuşuyorum. Taksiciler ile konuşuyorum… “Nasıldı sizin için? Bir fark var mıydı?” diye soruyorum. Belki ilk sene bir fark yoktu. Ama şimdi bir bilinç oluşmaya başladı. Onlar mutluysa ben de mutluyum. Çünkü onların yerindeyiz, bize yerlerini açıyorlar. Biz sadece su altı etkinliklerine yer vermiyoruz. Her sene mutlaka keşif turumuz var. Likya Dönemi’nden Osmanlıya ve günümüze…

Kaş’da önünden her gün geçmemize rağmen ne olduğunun farkına varmadığımız yerler var. Bunu bir yerli olarak söylüyorum ve ben de çok fazla şey öğrendim. Dışarıdan ilk defa gelenle yirminci kez gelen kişinin de Kaş’ı daha iyi tanımasını istiyorum. Böylece bir sahiplenme doğuyor. Dışarıdan da gelse, yerlisi de olsa korumak istiyor. Önünden her gün geçtiği o taş daha anlamlı geliyor.

“Doğru Zamanda Doğduğumu Düşünüyorum.”

Çok güzel… Çünkü Kaş’a katkı sağlamak için yola çıkıldığında “Kaş’ın bundan haberi var mı?” diye sormak gerekiyor. O yüzden yerel düşünerek, yerele yapılan bu katlı çok önemli bir şey. Daha sonra onlar da senin paydaşların olmuş oluyorlar. Bunu sahipleniyorlar.

Şu anda dünyanın pek çok yanında yerliler turistlere “saldırıyorlar.” Gelmelerini istemiyorlar. Kaş da şu an çok stratejik bir konumda. Yollar yapılsın mı? Yapılırsa iyi mi yoksa kötü mü olur? Bakir mi kalsın? gibi sorular var. Sen de böyle bir zamanda en azından kendi doğduğun ve büyüdüğün yer için bu çalışmaları yapıyorsun. Peki senin tüm bu işler içinde sorulan bu sorulara, yapılan bu tartışmalara karşı görüşün nedir?

Konuşalım…

Önce şuna değinmek istiyorum; izlemek isteyen olursa önerebilirim, Mission Blue diye bir belgesel var. Sylvia Earle’yi konu alıyor. Kendisi şu anda 85-90 yaşına gelmesine karşın hala mercanları korumaya gayret eden bir insan ve ilk kadın dalgıçlardan bir tanesi. Belgeselin sonunda ona bir soru soruyorlar; “Doğduğunuz zamandan pişman mısınız? Daha önce mi yoksa daha sonra mı doğmayı dilerdiniz?”

Onun verdiği cevaba çok değer veriyorum; “Ben çok doğru bir zamanda doğdum. Daha önce doğmuş olsaydım mercanlar zaten korunmaya muhtaç olmayacaktı. Ama daha geç doğsaydım korunacak bir şey kalmamış olacaktı. Benim zamanım bu zaman.” diyor.

Naçizane ben de yaptığım etkinlik için böyle düşünüyorum. Yaşadığımız iklimden kaynaklı olarak bunu söylüyorum. Siz de hatırlarsınız, eskiden çok değerli film festivallerimiz vardı. Geçen sene Antalya Festivali bile olmadı. Böyle bir iklimde bunları yapmak hem maddi hem de manevi anlamda zaten çok zorken, bunu başarabiliyor olmak, insanları davet edebiliyor olmak, hem filmcileri hem de izleyicileri buluşturabiliyor olmak çok anlamlı. Bütün zorluklara rağmen çok motive edici bir şey. Belki bu günler geçer ve ileride eskisi gibi daha kolay olur. Ben de doğru zamanda doğduğumu düşünüyorum.

Kaş gündemine dönebiliriz… Tabii ki de asla otobanlar ve havalimanları yapılmasın. Kaş, endemik bitki örtüsü açısından zengin bir yer. Aynı zamanda Likya gözetildiğinde bildiğimiz kadarıyla demokrasinin ortaya çıktığı ilk yerler. İnanılmaz bir tarihe kucak açan bir yer. Her şeyden önce birinci dereceden sit alanı. Kaş’ın altını kazsalar neler çıkar herhalde diye tahmin ediyorum. Yani asla böyle şeyler yapılmamalı. Zaten yapılmasın diye Kaş’taki aktif dernekler ve çevre platformlarıyla, ben de bir gönüllü olarak tüm varımız yoğumuz ile çalışıyoruz.

Olmayacak. Olmasın…

Erişim ve ulaşım kolaylaştıkça işler değişiyor. Bu insanlar için de böyle. Eskiden telefon yokken insanlar birbiriyle görüşebiliyordu. Şimdi elimizde bu kadar imkan varken yapamıyoruz. Çünkü o insana istediğin kadar ve istediğin zaman görüntülü ve sesli bir şekilde ulaşabiliyorsun. Bence insanların gitmek istediklere yere biraz emek vermeleri gerekiyor. Emeği unuttuğumuz bir dönemde, her şeyin çok hızlı sunulduğu bir yerde çok rahat sıkılabiliyoruz. Bence bir yere ulaşmak ne kadar zorsa, oranın keyfi o kadar çıkıyor. Kaş’da bu anlamda erişilmesi zor ama ulaşıldığı zaman çok keyifli bir yer olarak kalmalı diye düşünüyorum.

“Kaş’ın Havasını Kadıköy’e Taşıyoruz.”

kadıköy sineması

Senin çabanla festivalin bir güzel özelliği de jürinin önden duyurulması ve böylece katılımcıların çok güvenli bir şekilde yer alması. Biraz da prosedürlerin oluşumundan bahsedebilir misin?

Ben transparanlığa çok inanıyorum. Neyi ne yaptığımızı herkes görmeli. Zaten her sene rapor çıkarıyorum ve bunu bütün paydaşlar ile paylaşıyorum. Ön jüri kısmı da aynı şekilde… Olabildiğince sektörün farklı kollarından gelen kişileri bir araya almaya çalışıyoruz ki, birbirimizin görmediği yerleri görelim. Bu nedenle bence her sene seçkimiz gerçekten çok iyi oluyor. Benim yada bir başkasının görmediği şeyleri ön jürideki farklı kollardan gelen arkadaşlar görebiliyorlar. Tartışma ortamları çok güzel geçiyor gerçekten…

Jüriyi duyurmaya çok önem veriyorum. Çünkü kendim de bir sinemacı olarak kimin izlediğini çok merak ediyorum. Bu filmimin alınıp alınmaması ile de alakalı bir şey değil. Sadece kimler tarafından izlenmiş olduğunu bilmek benim için değerli oluyor. Açıklamayan çok fazla festival var ülkede. Yetkin insanlar izliyor mu? Aslında merak ettiğim daha çok böyle bir şey.

Festival sadece Kaş’da kalmıyor. Bunun Kaş dışarısında da paydaşları var. Bir tanesi de 67’den beri sinemaseverleri ağırlayan Kadıköy Sineması. Burada da etkiyi biraz çoğaltmak için geziyorsun.

Aslında biraz önceki soruya geldi. Kaş gerçekten ulaşması kolay bir yer değil… İlk seneden beri Kadıköy Sineması’nda da yapıyoruz gösterimlerimizi. Çoğu sinemacı zaten İstanbul’da yaşıyor. Biz de Kaş için film başına bir kişinin her şeyini karşılayabiliyoruz. Bütçemiz buna yetiyor şimdilik… Ama Kadıköy Sineması olduğu zaman senaristi, oyuncuları, görüntü yönetmeni, ışıkçısı, yani herkes gelebiliyor. Biz burada da söyleşiler yapıyoruz. Bir nevi Kaş’ın havasını buraya taşıyoruz. Çok da keyifli geçiyor. Ardından da takılmaya gidiyoruz…

Ben birbirimizi desteklemenin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Bir kitapta okumuştum. John Lennon’un bir lafı var; “İyiliğin de PR’ı yapılır.” diye… Benim de kendi çapımda yapmaya çalıştığım işler için bir gün kamudan üst düzey yönetici birisi bana “Sizin bu yaptıklarının PR.” dedi. Çünkü kendi meselelerimi anlattığımda bazen karşı tarafa çok iyi geçmiyor olabilir. “Evet.” dedim. “İyiliğin de PR’ı yapılabilir.”

Bazen dışarıdan bu işler sadece bir festival, sadece bir zirve, sadece bir program gibi görünüyor olabilir. Çünkü kapitalist düzen içerisinde o kadar fazla benzeri şeyler var ki… Ben de yaptığım bir işte ticari gelirden çok onun çıktısıyla ilgilenen birisiyim. Senin yaptığın işin etkisi sadece izleyici nezdinde değil; karar vericilerin, sistemde gücü olan kişilerin de kulağına su kaçırabiliyor. Denizden aldığın su… O yüzden iyi ki varsın.

Çok teşekkür ediyorum. Çok ince ve nazik sözler bunlar. Küçük Seren’e zamanında dokunan insanlar oldu, Kaş’taki o antik tiyatrodaki performanslar ile. Umuyorum ki bizim festivalimiz de birilerine dokunuyordur. Kaş daha fazla kültür-sanata müsait bir yer ve zaten neden bunu imece usulü yapmayalım? Neden sevdiğimiz bir yeri korumaya çalışmayalım?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir