Art Niyetli Sohbetler serisinin sezon finali ile karşınızdayız. 15 bölümlük bu seri, PlumeMag’in en değerli projelerinden bir tanesi. Bu projenin doğmasında bize inanan ve proje boyunca bir sponsor gibi değil, bir paydaş gibi yanımızda olan MeyIDiageo kurumsal iletişim müdürü Altuğ Ünüvar başta olmak üzere, tüm ekibin varlığı çok değerli.
PlumeMag olarak sürdürülebilirliğin kültür ve sanattan bağımsız ele alınamayacağını her fırsatta dile getiriyoruz. Tüm adımlarımızı bu doğrultuda atıyoruz. Sürdürülebilirlik alanında söz sahibi olan şirketlerin, bu konuda sadece kendi projelerini ön plana çıkarmak yerine ekosistem yaratabilmeleri ve ekosistemin sürdürülebilir kalkınmasına olan desteklerini çok anlamlı buluyoruz.
MeyIDiageo’nun ekosistem paydaşı olarak projenin her aşamasında çok iyi hissettik ve kendimizi, üretim gücümüzü işin yaratıcı tarafına yöneltebildik. Bu yol arkadaşlığı için kendilerine teşekkür ediyor ve yeni sezonda görüşmek üzere, sizi harika bir sezon finali bölümüyle selamlıyoruz.
Bu bölümde Katalist’in kurucuları Jülide Erdoğan ve Emre Gür ile beraberiz. Avrupa Miras Günleri kapsamında Beyoğlu Belediyesi için kürasyonunu yaptıkları Beyoğlu Kültürel Miras projesinin çıktılarını konuşacağız.
Bu bölümde bize ev sahipliği yapan Minoa Pera’ya da teşekkür ediyoruz.
Bugün Katalist’in kurucuları Jülide Erdoğan ve Emre Gür ile beraberiz. Çok değerli bir projenin çıktılarını konuşacağız. Katalist, PlumeMag olarak önceden de değerli projeler yaptığımız ve severek takip ettiğimiz oluşumlardan birisi…
PlumeMag’i takip edenler Katalist’i aşağı yukarı tanıyorlardır. Fakat projeye geçmeden önce bilmeyenler için Katalist nedir? Ne yapar? Nasıl kuruldu? Bunların hikayesini dinleyebilir miyiz?
“Katalist: İsmiyle Müsemma…”
Emre Gür: Aslında Katalist* için biz bazen ismiyle müsemma diye başlıyoruz cümleye. Jülide ve benim yirmi yıllık sivil toplum, özel sektör ve farklı kuruluşlarla çok farklı deneyimlerimiz vardı. Katalist’i kurma kararını aldığımızda aklımızdan geçen hep şuydu ki pek çok insan pek çok alanda çok güzel projeler yapıyor. Bazen hiç duyulmuyor ve bazen de yeterli etkiyi uyandırmıyor. Etki, bizim her zaman gündemimizde olan bir şey…
*Katalist: Kimyasal bir reaksiyonu hızlandıran madde, katalizör.
Aslında bu etkiyi bir katalizör gibi hızlandırabileceğimiz, doğru paydaşları etrafında toplayabileceğimiz, işleri kurgulayabileceğimiz bir alan açmalıyız. Katalist markasını bunun etrafında kurduk. Biz burada bir soruna odaklandığımızda, etki yaratmak istediğimiz bir alan seçtiğimizde bunun üzerine doğru paydaşları bir araya getirebileceğimiz modeller kurguluyoruz. Bunu da Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları etrafında sorunlarla mücadele ederken yaptığımız kurgular ile tamamlıyoruz.
Zaten sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden on yedincisi olan “hedefler için ortaklık” kısmı, bizim iş modelimizin de temelini oluşturuyor. Burada kurumlarla stratejiden etki izlemeye kadar çok geniş bir perspektifte çalışıyoruz ve bahsettiğim modeli de kurumlarla uygulamaya çalışıyoruz. Aslında Katalist’in modeli ve işi birbirlerini tanımlayan ve tamamlayan şeyler…
Bu ihtiyaç duyduğumuz bir şey. Ben de on beş sene kurumsal tarafta çalışmış bir insan olarak “Ne yapalım? Kime seslenelim? Yaptığımız işi nasıl duyuralım? Kimi etkilemek istiyoruz?” kısmının genelde flu kalan bir kısım olduğunu biliyorum.
Projenin adını söylemedim. Söyleyeyim… Avrupa Miras Günleri: Beyoğlu.
Bu aslında Avrupa konsey ve komitesinin kırk yıldır yürüttüğü bir proje. Siz de bu sene “Rotalar, Ağlar ve Bağlantılar” başlığı altında Beyoğlu Belediyesi ile beraber 9-16 Eylül tarihleri arasında, bence muhteşem bir organizasyon ve uygulama ile hayata geçirdiniz. Bu sizin mi belediyeye götürdüğünüz bir projeydi, yoksa onlardan mı size bunun organizasyonu ve operasyonu için ulaştılar?
“Beyoğlu’nu Konuşmadan Mümkün Değil.”
Emre Gür: Beyoğlu Belediyesinde tekrar bir yönetim değişikliği olduktan sonra yeniden bir kültür-sanat stratejisinin oluşması ve Beyoğlu’nda tekrar kültür-sanatın parladığı günlere geri dönmek gibi bir niyet beyanı ile beraber bir araya geldik. Beyoğlu Belediyesinin böyle bir vizyon koyması ile beraber biz de oradaki çözümlerde farklı kurumları nasıl bir araya getirebileceğimiz üzerine kafa yormaya başladık. Zira bu alanda da tek yönlü işler, katılımcı olmayan işler malumunuz oldukça meşhur… Rotalar vs. yapılıyor…
Bunun gerçekten nasıl yapılabileceği üzerine, aslında stratejiyi baştan nasıl kurabileceğimiz üzerine, Beyoğlu’ndaki bütün aktörleri nasıl kapsayıcı bir şekilde dönüştürebileceğimiz üzerine çokça tartıştık ve konuştuk. Bunun üzerine bir stratejik danışma toplantısı da yaptık.
Biliyorsunuz ki Türkiye’de kültür-sanat deyince, kültürel miras deyince “Beyoğlu” konuşmadan çok da mümkün değil. Bunun için de Kültür Mirası Günleri’ni gündeme nasıl alabileceğimizi konuştuk. Bir taraftan yönetim çok yeni, bir taraftan zaman kısıtlı… Belediyedeki arkadaşlarla beraber bir deli cesareti ile bu işe girelim dedik. Çünkü çok da paydaşı olan bir iş. Yaklaşık olarak kırkın üzerinde kurumla seksenin üzerinde etkinlik gerçekleşti bu bir hafta içerisinde. Dolayısıyla orada çok yoğun bir mesai var.
Jülide Erdoğan: Emre’nin söyledikleri üzerine bir şey eklemek istiyorum. Biz aslında kültür-sanat tarafında belediye ile çalışmaya başladığımızda, o paydaş toplantısının çıktılarından bir tanesi kültür mirası ile ilgili çalışmak oldu. Orada zaten bir konu var… Sorunları nasıl çözeceğimiz üzerine paydaşlarla düşünmeye başlamıştık. Avrupa Miras Günleri’nin teması belirlendiği anda “Evet, zamanı geldi.” dedik ve belediye ile konuştuğumuzda çok kısa zamanda bir karar aldık. Dolayısıyla fikri, bu sefer analiz ettikten sonra belediyeye götürmüş olduk.
Biz şu anda Minoa Pera’nın içerisindeyiz. Burası daha önce (Union Française) Fransız Birliği’nin binasıymış. Buraya daha önce açıldığından beri birçok kez gelmiş olmama rağmen -Zaten Minoa, İstanbul’da en sevdiğimiz kaçış alanlarından biri- buranın Union Française’nin binası olduğunu bu etkinlikler kapsamında öğrendim. Çünkü gittiğimiz her binanın tarihçesini tek başımıza araştırabilecek bir vaktimiz yok. Yaptığınız bu iş biraz da insanların günlük hayatın temposunda araştırmaya, düşünmeye vakit ayıramayacakları şeylere durup zaman ayırmalarını sağlamak işlevi görüyor. Bu anlamda nasıl çıktıları oldu?
Jülide Erdoğan: Biz programı uygulamaya karar verdiğimiz ilk günlerden beri bir tema etrafında birleşiyorduk. Ama aslında Avrupa Miras Günleri’nin temelde o kentte yaşayan insanlara sunduğu bir şey var; ulaşamadığı alanlara, mekanlara, binalara ulaşabilmelerini sağlamak… Beyoğlu’nda birçok bina var. Bazen önünden geçtiğimiz bir binanın tarihi ya da mirasının farkında olmuyoruz. Bazı insanlar da çok farkında ve bunun üzerine çalışıyorlar. Zaten yürürken etrafımızda birçok şey oluyor. Farklı bir tarih ve bir taraftan da insanlarla ilgili bir kültür var.
Dolayısıyla kurumlarla bir araya geldiğimizde sivil toplum kuruluşlarının olmasına çok dikkat ettik. Ama Minoa Pera gibi bir tarihin olduğu ve dönüşen bir alanı çok önemsedik. Minoa’da konuştuğumuz ilk kurumlardan birisidir… Çünkü burası, vakti zamanında Beyoğlu ve Pera çevresinde yaşayan insanların dayanışma için geldikleri bir yer. Bir yandan böyle özel bir tarafı da var. Paydaşlarımızı bir araya getirirken onların tarihçelerine, yaptıkları işlere, DNA’sına baktık. Ama yaptığımız en önemli şey, katılımcı bir mekanizma ile çağrımızı herkese yapmamız oldu.
“Herkes Beyoğlu’nda Bir Şeyler Görmek İstiyor.”
Ben de bu tarz işler yapan birisi olarak katılımcıları ikna etmenin ne kadar zor bir operasyon ve onları buna inandırmanın ne kadar müthiş bir şey olduğunu biliyorum. Belki reklam olacak ama… Sizin projeye ne kadar inanmış olmanızın çok önemi var herhalde…
Jülide Erdoğan: İkna ile ilgili hiç zorlanmadık. Öyle değil mi Emre?
Emre Gür: Ben de bundan bahsedecektim. Tabii ki kurumların çok yoğun bir ajandaları var. Ama “Beyoğlu ve kültürel miras” dediğiniz zaman Beyoğlu’ndaki kurumların hepsi motive oluyorlar. Çok yoğun olsalar bile bir şeyler yapmak istediler. “Hiç değilse binamızı yirmi beş dakikalık bir tura açacağız.” dediler. Bence herkes Beyoğlu’nda bir şeyler olduğunu görmek istiyor. Kültürel miras da herkesin çok sempati duyduğu bir konu. O yüzden hayır cevabını aldığımızı hatırlamıyorum.
Jülide Erdoğan: İçerik konusunda da kurumlara destek verdik. Tema etrafında neler yapabileceğimizin beyin fırtınasını rahatlıkla yaptık.
İnanılmaz bir kürasyon yapmışsınız… Dikkatimi çeken bazı örnekler verebilirim; Tokatlıyan Han, Vikimaraton, Kurşunlu Han, Hemingway’in izleri için Çok Çok Pera’da bir miksoloji atölyesi, kültür mirasının dijitalleşmesi, Postane’de kitap lansmanı, müzesinde Orhan Kemal’in yüz onuncu yaşının kutlanması, yine İstanbul Modern ve İKSV binaları… Biraz içeriklere değinelim mi?
Jülide Erdoğan: Ben Kurşunlu Han’dan başlayayım. Çünkü ben yıllarca hanın önünden çok geçtim. Ama Kurşunlu Han’ı bilmiyordum. Oralar karışık ve kaosun olduğu bir yer olduğu için hızlıca geçmeye çalışıyordum. İlk kez Emre ile Kurşunlu Han’a gittiğimde hanın ortasında durdum ve etrafında döndüm. “Burası neresi ve ben burayı neden bilmiyorum?” diye düşündüm ve muhtemelen Kurşunlu Han insanlar tarafından da pek bilinmiyordu. Çok eski bir han ve orada sanatçılar, zanaatkarlar var. İşleyen bir sistem var…
Burası bizim rotamızda kesinlikle olmalı diye düşündük. Nasıl olacağı konusunda da Çini Project ile hareket ettik. O çalışmaya katılan herkes, çok küçük bir ekip de olsalar, ilk defa o hanın içerisine girdiler ve oradan çok etkilenildi. Benim için de öyleydi. Artık oradan geçerken hana uğruyor ve o taraflara daha çok bakıyorum.
İnsanların bütün amacı ana rahmine geri dönmek, sanki hep orayı arıyor gibiler ya… İstanbul’un kültürel mirası ve tarihi ile ilgili dönülecek bir ana rahmi olsaydı Kurşunlu Han da onlardan biri olurdu gibi geliyor. Çünkü Perşembe Pazarı insanların ihtiyaç duyduğu yedek malzemeleri almaya gittiği bir yer gibi…
Emre Gür: Tornavida almaya gidersiniz…
Gibi… Testere almaya gittiğiniz bir yer… Ama irili ufaklı şeyleri ortaya çıkarıyorsunuz. Bir yönüyle arkeolojik bir çalışma gibi bir şey…
Emre Gür: Beyoğlu’nun öyle bir dinamiği de var. Bunu hep söylüyoruz. Bir taraftan herkes Beyoğlu’ndaki bozulmadan çok bahsediyor. Ama bu ifadeyi seviyorum; anka kuşu gibi yeniden doğmak… Beyoğlu, senelerce düşüşler yaşasa da yeniden küllerinden doğmayı başarabilmiş bir yer. Tokatlıyan Han örneğine de buradan gireceğim ki kılcal damarlarda bu dönüşümü görmek bence çok önemli.
Tokatlıyan Han çok ilginç bir kültürel miras binası. Aslında bir otel olarak inşa ediliyor. Pera Palas ile beraber içerisinde ilk asansörlerden birinin bulunduğu önemli de bir miras binası. Sonra bir hana dönüşüyor ve tabii ki de bozulmalardan etkileniyor. Şimdi ise içerisinde pek çok sanatçı inisiyatifi var. Bir kısmı genç ve dezavantajlı olan pek çok sanatçının toplaştığı bir alan oldu. Dolayısıyla odağı biraz buraya çekmek, sanatın sadece tüketildiği değil; üretildiği bir merkez olarak Beyoğlu’nu konuşlandırmak… Bunlar çok önemli geliyor bize. Oradaki atölyeler ile insanlar gidip sanatçılarla çalışma fırsatı buldu.
Turda atölyelere girildi öyle değil mi? Günlük yaşam içerisinde binanın nasıl yaşadığını görebildiler mi?
Emre Gür: Açık kapı bir atölye günü organize edildi. Bir gün başka bir eskiz çalışması yapıldı. Handakiler ile beraber birkaç güne yayılan etkinlikler yapıldı.
Bunları özel sektörden biliyoruz. Özel gruplara ücret karşılığı vs. Fakat bunu halka açmak çok değerli bir şey.
Jülide Erdoğan: İnsanlara açılması kısmında İKSV’nin binası da iyi bir örnek. İKSV ile görüştüğümüzde “Biz binayı açalım ve burada bir tur düzenleyelim.” dediler. Biz İKSV’yi her zaman salon olarak görüyoruz. Konserlere ve toplantılara gidiyoruz. Ama insanlar için o bina başka bir şey. Çünkü Beyoğlu’na çıkarken gördüğün ilk binalardan birisi. Köşede durur ve bir taraftan da inanılmaz bir güzelliktedir… İKSV çağrıyı açtıktan dakikalar sonra kontenjan doldu. Demek ki ihtiyaç var ve insanlar bunu talep ediyorlar. Bütün katılımcılara bir etki değerlendirmesi yaptığımız için biliyorum. Çok etkilendiklerini söylediler. Bu etkinliklerin sadece Avrupa Miras Günleri’nde değil, ara ara yeniden yapılmasını istediler. Çünkü insanlar oraya girebileceklerinin farkına vardılar.
“Mirasın Dönüşümü Beyoğlu’nu Dönüştürüyor.”
Ben de aynı görüşteyim. Oralara girebilmek, bilebilmek ve tanımak da kültürel mirasın korunmasında çok önemli. Çünkü insanlar sevdiklerini, bildiklerini, yakınlarını korurlar. Binalar için de böyle… Onun için hiçbir şey ifade etmeyen, tarihini bilmediği bir binanın yıkılıp yıkılmamış olması o insanı etkilemeyecekken artık o tarihin içerisine bir daha girdikten sonra onun mecburen koruyucusu olma hissiyatı geliyor belki de…
Eray Çaylı’nın İklimin Estetiği kitabı benim başucu kitabımdır. Orada mimarinin çok şey anlattığını ve toplumları yönlendirici bir yanının olduğunu söylüyor. Nasıl ki 0-3 yaş arası bir çocuğun belli sınırlara ihtiyacı var, insanların da toplumların da mimari olarak böyle sınırlara ihtiyacı var. Hep “bellek” deniyor ve artık tiye alıyoruz… Ama o belleğin sağlam tutulması, insanların da yaşamlarında bazı değerlere binalar gibi yıkılmayacaklarına dair inancını geliştiriyor. Dünyaya baktığımızda gelişmemiş veya gerileyen ülkelerde her şey mimari erozyon ile başlıyor.
Avrupa Miras Günleri’nin kapanış yemeğinde de beraberdik. Belediye Başkanımızın da söylediği gibi iki yönlü bir Beyoğlu var. Bir tarafında kültür-sanat çok hızlı bir şekilde yol alıyor. Bir tarafında ise güvensiz sokaklar ve fakirlik var. Daha önce kültür-sanat alanının çoğalmasının güvensiz sokakları da aydınlatacağını konuşmuştuk. Belki bunu bu proje üzerinden de konuşabiliriz.
Emre Gür: Bence mevzunun iki tarafı da çok önemli. Kültürel Miras Günleri dediğimiz şey çok demokratik bir şey. Az önce söylediğimiz örneklerden yola çıkacak olursak; normalde özel mülkiyette olan ve rahatlıkla gezemeyeceğiniz binaları açıyor olması, halka o erişimi yapıyor olmak miras bilinci ile ilgili olarak çok önemli. Belediye içerisinde Beyoğlu Miras diye bir ekip de kuruldu. Onların tespitlerine göre üç binin üzerinde miras binası var.
Senin de bahsettiğin mirasın dönüşümü Beyoğlu’nu da dönüştürüyor hikayesinde dönüşümün nasıl olduğu da çok önemli. Geçmişte çok kötü örnekleri de yapıldı. Tarlabaşı’nda olduğu gibi… Beyoğlu gibi kendi içerisinde büyük tezatlar barındıran, sosyal statü, alanlar vs. gibi unsurlar üzerinden bakıldığında bölgeleri olan bir yerde bu dönüşümü yapabilmek, düzgün bir şekilde ilerletmek çok mühim. Kültürel miras bunun için iyi bir geçiş noktası.
Tarlabaşı’ndan konuşuyoruz. Aslında burası Beyoğlu’nun yanıbaşı. Bir taraftan da binaları ve mirası ile mimari açıdan baktığımızda çok güzel bir yer. Ama kesinlikle oraya sağlıklı bir miras dokunuşu gerekiyor. Belki önümüzdeki dönemde buna da bir katkı sağlarsa çok güzel olur.
“Sorunlar Var Ama Çözümlerimiz de Var.”
Sizin Katalist olarak buradaki göreviniz çok değerli bence… Miras Günleri’nde yapıldı ve dediğinize göre hiç kimse hayır demedi. Paydaşların hepsi de bu duyguları savunuyorlar. Zaten Beyoğlu’nda kültür-sanat alanında bir şey yönetmenin ticari olduğu kadar manevi bir sorumluluğu da var. Sizin geleceğe dair öngörüleriniz var mı? En azından Beyoğlu’nda yapılaşmış, Beyoğlu’nda ofisleri, dükkanları, Minoa gibi çok kullanımlı alanları olan özel sektördeki insanların bunu devam ettirmesi için yollar var mı? Kimlerin kulağında olsun dersiniz?
Jülide Erdoğan: Tabii burada pek çok yol var. Bizim Beyoğlu özelinde Avrupa Miras Günleri’ni tasarlarken odağımızda çok paydaşlı, katılımcı ve kapsayıcı bir iş olması vardı. Katalist olarak diğer işlerimizde de böyle bakıyoruz. Modelimizde paydaş var. Yaptığımız her işte, işin uzmanları ile birlikte ilerliyoruz. Bu kişi de olabilir, kurum da olabilir. Bir taraftan da bir sorunu çözerken sistematik bir dönüşüm sağlayabilmek için her sektörden kurumun dahil olmasını da tercih ediyoruz. Çünkü her birimizin dokunacağı alanların, değişime etkisinin çok farklı olacağına inanıyoruz.
Evet; dediğimiz gibi Avrupa Miras Günleri, kırk paydaşın bir arada olduğu, bir arada hareket ettiği ve bir hafta içerisinde etkinliklerin tamamlandığı bir yana sahip. Özellikle Beyoğlu kısmında proje ve programları yaparken sürdürülebilir olmalarına dikkat edeceğiz. Bu bizim önceliklerimizden bir tanesi. Avrupa Miras Günleri önümüzdeki sene ölçeğini daha da büyüterek yapılacak. Biz bunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Tema seçimleri konusunda da konseyle iletişime geçerek sürece dahil olmayı planlıyoruz.
Bunların dışında Beyoğlu’nda yapılacak işlerde yerel yönetim, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının birlikte hareket etmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Beyoğlu sadece İstiklal Caddesi ve Pera’dan ibaret değil. Bu bölgede yapılacak çok iş var. Nitelikli eğitim, kapsayıcı eğitim, kültür-sanatın farklı mahallelerde erişime açılması gibi bir sürü taraf var. Bizim de bunlarla ilgili program ve projelerimiz var. Bir yandan da özel sektör, şirketler ve sivil toplum tarafıyla konuşuyoruz.
Biz aslında burada bir katalizörüz. Aslında oyuncuları bir araya getiriyoruz. Bunu yaparken de koordinasyonu sağlıyoruz. Başkanımızın da söylediği gibi farklı farklı alanlarda sorunlar var. Ama bizim bu farklı alanlarda çözümlerimiz de var ve aksiyon planı içerisinde devamı da gelecek.
Benim için çok umut verici. Çünkü ben de burada doğup büyüdüm diyebilirim. Liseyi Karaköy’de okudum. Okul çıkışlarımızda ve kızım duymasın ama okulu kırdığımız zamanlarda hep Beyoğlu’ndaydık. Benim büyüdüğüm, beni oluşturan Beyoğlu ile şu anki Beyoğlu maalesef aynı değil. Ama o Beyoğlu’na doğru gidişi de görüyorum. Biraz zaman alacak ama hepimizin sahiplenmesi gereken bir durum. Çünkü Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan değerlere geri dönmek gerekiyor.
Bu her şeyden önce bir kültür… İnsanlar hep kültürü sanatla bir arada ele alıyor. Ama onu ayırarak bir yaşam tarzı ve yaşam kalitesi meselesi olduğunu, onun mihenk taşlarının bozulamaz olduğunu fark etmek gerekiyor. Dışarıdan gelen turist akışına göre şekillenen değil, kendi değerleri üzerinden turistlere yön veren bir Beyoğlu var hayalimde. Tabii ki de her şeyden önce güven geliyor. Senin de sahnesinde bulunduğun Sokak Kadınların da Karaköy’den çıkmış bir meselenin zirvesiydi. İsmi çok sert bulanlar da olmuştu. Ama sokak gerçekten kadınların ve sokakta olan bir kadına “sokak kadını” denilen bir dünyaya geldik. Oysa bu sokak hepimizin diyorduk. Şu an o sokaklarda yerimiz çok da rahat değil.
O yüzden bu çalışmanın çok katmanlı bir şekilde herkes tarafından sahiplenilerek ileri gitmesini istiyorum ve demek ki yapılabiliyormuş. Siz çok büyük bir yapı değilsiniz. Katalist kendi mikro bünyesinde olan bir oluşum. Bunu siz yapabiliyorsanız, güç sahibi olan kişiler neler yapabilirler… Yani Beyoğlu için veya başka bir yer için bir şeyler yapılmak isteniyorsa doğru adres olarak Katalist’i gösteriyorum.
Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
“Başka Bir Beyoğlu Mümkün.”
Emre Gür: Sürdürülebilirlikten bahsettik. Miras Günleri’ni çok da bir haftalık bir etkinlik gibi görmemek lazım. Senin Sokak Kadınların etkinliğin gibi ortaya bir fikir attığınızda, o bir tartışmayı da doğuruyor. O tartışma da başka şeyleri besliyor. Bunu gerçekten bir politika oluşturacak kadar devamlılık arz edecek biçimde tasarlamak çok önemli. Daha önce Green Up’daki bir fikrin başka bir Green Up’ı doğurduğundan bahsetmiştik. Bunu da ilişkilendirebiliriz. Son olarak bu devamlılığa da işaret etmek istedim.
Benim hissettiğime göre sizin paydaş dediğiniz bu insanların her biri elini taşın altına koymaya hazır. Aksiyon alabilen ve bunun karşılığında bir sosyal sonuç bekleyen insanlar. Bu ekosistemi çok önemsiyorum. Green Up’da Katalist bizim yanımızda oluyor, Katalist bir şey yaptığında destekçimiz Mey|Diageo bana tekrar sizi gösteriyor. Demek ki bu ağ yavaş yavaş oluşuyor. Bence Türkiye’de genel anlamda bir şeylerin sürdürülememesi problemi var. Buna “örgütlenme” diyebilirim. Her ne kadar bu kelime kötü şeylerle ilişkilendirilse de… Bir şeylerin ele ele tutuşarak büyüyebileceği bir ağ maalesef ki yoktu. Ama ben son zamanlarda bu ağın oluştuğunu görüyorum. Çünkü aktörlerin her biri kendi konusunda çok uzman ve bir arada projeleri güzelce büyütebiliyoruz.
Jülide Erdoğan: Zaten bizim Katalist olarak kuruluş amacımız kolektif etkiyi çoğaltmaktı. Tek başımıza proje yapabilir miyiz? Evet, yapabiliriz… Peki, tek başımıza proje yapmamıza gerek var mı? Hayır, gerek yok… Soruna dair bir çözüm üretirken birlikte hareket edelim. Birbirimizin uzmanlıklarından bir şeyler öğrenelim. Dolayısıyla etkiyi nasıl çoğaltırız kısmını önemsiyoruz. Günün sonunda ortak noktamız Beyoğlu… Peki, Beyoğlu eski günlerine döner mi? Orada ben birazcık duruyorum. Çünkü arkama bakmaya çalışmıyorum. “Başka ne olabilir?” diyorum. Başka bir Beyoğlu mümkün. Dönüşümü yaratmak için biz de, hepimiz de buranın bir aktörü, oyuncusuyuz.