Güncelleme Tarihi: 30 Temmuz 2023
Böylesi bir sloganı başlık olarak atarken çok büyük keyif duyduğumu itiraf etmeliyim. Bilhassa doğanın insan eliyle katledilmesi manasına gelen ‘’ecocide’’ kelimesi, ‘’suicide’’ kelimesini andırmasıyla her şeyi daha da dramatikleştiriyor. Meseleleri hırsla kavramayı her zaman motive edici bulmuşumdur. Bazılarımız böyledir işte; ‘’Ya yaşam ya ölüm’’ dualitesi inşa etmek, hızlıca kendine bir antagonist (düşman) seçip ona karşı safları tutmak, siyaha karşı beyaz ve beyaza karşı siyah…
Bilirsiniz…
Peki, çoğu zaman çevre bilincini yaymak değil de kendimizi gerçekleştirmek için takındığımız bu üslup, savunduğumuz temanın yani çevreciliğin işine ne kadar yarıyor? Beyazı savunurken siyah ilan ettiklerimiz birgün gelecek ve ‘’bizden’’ mi olacaklar, yoksa onlara biçtiğimiz düşman rolünü mü kabullenecekler? Çoğunluk olan çevre duyarsızlığı bir köşeye sıkıştırılmak istenildiğinde halihazırda azınlık olan çevrecilik kendini marjinalize etmiş olmayacak mı?
Batı ve tüm dünyada emsallerini görebileceğimiz gibi Türkiye’de de çevreci fikirlerin marjinalize edildiğini rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Çevreci bilincin, tıpkı fizyolojik bir ihtiyaç gibi tüm insanlık için sınıf ve ideolojiler üstü ortak bir istenç olması hayalleri süslerken gelinen bu noktayı sorgulamakta fayda var. Durumu daha iyi anlayabilmek için çevreciliğe içeriden ve dışarıdan giydirilen tanımlara bir bakış atalım.
Çevrecilikte Tanım Sıkıntısı
Önce çevreci olmayan ve çevrecilere karşı mesafeli olan, yani çevreciler tarafından ‘’düşman’’ addedilen insanların çevrecilik bahsi üzerindeki fikirlerine bakalım. Bu çizgideki insanların ekserisinin zihninde karikatürize edilmiş kabaca dört tip çevreci olduğunu görebiliriz.
Birinci tip çevreciler; çoğunluğu üniversite öğrencisi olan, Batı siyasetinin güncel ekseni ışığında çevreci hareketlerin ‘’yeni progresif solculuk’’ tarafından benimsenmesi hasebiyle ‘’solcu’’ olan ve çoğunluğu geleneklerden kopuk gençler. İkinci tip çevreciler; diğer insanların gerçekçi sıkıntılarından bihaber, alışılagelmiş ‘’Beyaz Türk’’ tavırlarını sergileyen, kendileri işsiz ve fakat eşleri zengin olan, sanattan da anlamadığı için kafayı çevreciliğe takmış orta yaşlı elit kadınlar. Üçüncü tip çevreciler; aslında çevreci bile olmayan, gelişim düşmanı anarşistler. Dördüncü tip çevreciler ise oluşan bu çevrecilik piyasasının kaymağını yemeye çalışan dolandırıcılar.
Öyle sanıyorum ki böylesi bir genellemeye başvurmanın ne denli korkunç bir fikir olduğu kadar bu tiplemelerin hiç var olmadıklarını söylemek de naiflik olacaktır. Biz en iyisi çevreciliği, müthiş bir aidiyet ihtiyacı ile çevreciliği içeriden marjinalize etmeye çalışan çevrecilerin ve menfaatleriyle örtüşmediği yahut sadece bilgisiz oldukları için çevreciliği dışarıdan marjinalize etmeye çalışan insanların tanımlarına sıkıştırmayalım. İnsanları bu tip tanımsal sıkıntılara ve genellemelere iten sebeplere yakından bakalım.
İlk olarak, artık hepimiz biliyoruz ki tarihsel süreçte ve güncel olarak devam eden yıkımlarla iklim krizinin başat müsebbibi kapitalizm… Schumpeter’in Yaratıcı Yıkım kavramını duymuşsunuzdur. Bu kavrama göre kabaca krizler, sistemin kendini yeniden ve daha güçlü bir şekilde var etmesini sağlayan elemanlardır. Yani krizler, sistemin sürdürülebilirliği için doğal bir unsurdur. Fakat yaşanan krizler tarihsel süreçte yalnızca sistemin zayıf unsurlarını değil, tabiatın sömürülerek geri döndürülemez hale getirilmiş aksamlarını da ayıklamıştır. Bu argüman da pek çok zaman neoliberal ekonomilerin sürdürülemez olduğunu ortaya koymak için kullanılır. Tablo böyleyken size iki seçenek sunulmuş gözükür. Ya çevreyi umursamayacaksınız ya da ‘’solcu’’ olacaksınız.
Lakin durum hiç de böyle değil… Sözgelimi İslamcıyken yahut liberalken de çevreci tezler öne sürebilirsiniz. Şahsen serbest piyasa çevreciliğinin tezlerini makul bulmasam da hiç değilse bu şekilde herkesçe çevrenin konu olduğu tartışmalar yürütebiliriz. Hiç yoktan iyidir diye düşünüyorum… Bunun için de yapabileceğimiz en önemli şey kesinlikle iklim okur yazarlığını yaygınlaştırmak olacaktır.
Çevreciliğin bir tür dolandırıcılık olduğu sanısının temelinde de sermaye sahiplerinin, hükümetlerin ve kanaat önderlerinin ikiyüzlü tutumlarının olduğu söyleyebiliriz. Bir şirketin Sürdürülebilirlik Müdürü tarafından bir üniversitede öğrencilere ambalajlarda geri dönüştürülmüş materyal kullanımının artışından bahsedilirken, aynı şirketin aynı anda işçilerinin özlük haklarını çiğniyor veya tonlarca su israf ediyor oluşu… Çin’in Amerikan hükümetince fonlanan dernek ve vakıflar tarafından tam da ilk defa enerji talebinin Amerika’yı geçtiği tarihlerde iklim krizine yönelik olumsuz kararlar alması yönünden eleştirilmeye başlanması… Normal şartlarda biraz bile çevre bilincine sahip olmayan bir influencer’ın bir işbirliği kapsamında çevre duyarlılığı pozları kesmesi ve daha nicesi…
En önemlisi de çevreciliğin bir tür zengin meşgalesi olarak görülmesi… Halbuki çevrecilik; çiftçinin, işçinin, gecekondu mahallelerinin, varoşların, yoksulların meselesidir. Çünkü iklim adaleti kapsamından yapılan çalışmaların ışığında biliyoruz ki iklim krizi en çok bu insanların hayatlarını tehdit ediyor. Fakat insanları ‘’zengin meşgalesi’’ genellemesine iten sebebin çevreciliğin basitçe halka indirilemeyişi olduğunu söyleyebiliriz. Sürdürülebilirlik, çevrecilik ve ekoloji gibi başlıkların çevresinde gerçekleştirilen etkinliklerde, konferanslarda, söyleşilerde bu havayı gözlemleyebilirsiniz. Pek çok etkinlikte örneğin sürdürülebilir tarım uygulamalarını, bir çiftçi değil de o çiftçiyi destekleyen firmanın Halkla İlişkiler Müdürü hayatlarında bir tarlaya en fazla tatile giderken fotoğraf çekinmek için yaklaşmış dinleyicilere anlatır.
Eğer iklim krizini önemsiyor ve insanlık dahil tüm canlılığın sürdürülebilirliğini dert ediniyorsak sömürü düzeni kadar çevreciliğe giydirilen olumsuz tanımlarla da mücadele etmek zorundayız. Çevreciliği; bir grup insanın tekeli veya bir grup insanın cemiyet hayatı olarak değil de tüm insanlığı ilgilendiren ciddi bir mesele olarak görüyorsak, bu meseleyi tüm insanların ilgilenebileceği demokratik bir şey haline getirmek zorundayız.
Kapak Fotoğrafı: Pixabay | Aquilasol