Şevket Çoruh, iki yıl inşaatını yaptırdığı Baba Sahne’yi 1 Nisan 2017’de, ustası Savaş Dinçel’in doğum gününde açıyor. O zaman açılış oyunu olarak gösterilen Bir Baba Hamlet ise geçen onca senenin ardından, her nerede gösterilse salonları hıncahınç doldurmaya devam ediyor. Üstelik sadece salonları değil…
Temmuz sonu ile ağustos başında gerçekleştirdiği ufak Türkiye turnesinin ardından oyun, 23 Ağustos’ta Mey|Diageo’nun sponsorluğu ile KüçükÇiftlik Park’ın bahçe kısmında seyircisi ile buluştu.
Bir Baba Hamlet; Sebastian Seidel’in kaleme aldığı, Yücel Erten’in çevirisi ile Türkçeye taşınan ve Emrah Eren’in yönetmenliği ile sahnelenen iki perdelik bir oyun olarak karşımıza çıkıyor. Shakespeare’in klasik eseri Hamlet’in modernize edilmiş bir evrene taşındığı temsilde iki usta sanatçıyı, Günay Karacaoğlu ve Şevket Çoruh’u seyrediyoruz.
Bugüne kadar Afife Jale, Haldun Dormen Özel Ödülü’nden Üstün Akmen Tiyatro Ödülleri’ne kadar pek çok prestijli ödüle layık görülen oyun, iki cüretkar tiyatro meraklısının Shakespeare’in meşhur Hamlet’ini heyecanla sahnelemeye çalışmalarını konu alıyor.
Bir tarafta gerçek bir tiyatro ve Shakespeare bilirkişi gibi davranan ve her ne pahasına olursa olsun bir şekilde aklındaki oyunu sahneye koymaya çalışan bir aktörü (Şevket Çoruh) bir diğer tarafta ise onun neredeyse şans eseri sahneye çıkarılmış gibi görünen, savruk ve inatçı arkadaşını (Günay Karacaoğlu) izliyoruz. İkili, bir yandan telaşlı bir koşuşturma ile derma çatma dekorları ve elbette seyirciyi sahneye uydurmaya çalışırken bir yandan da birbirleri arasında uzun süredir devam ettiğini anladığımız sürtüşmeyi tatlı tatlı devam ettiriyorlar. Bu koşuşturmanın içerisinde roller hızla değişiyor, bazı sahneler aradan çıkarılırken bazı yerlerin altı özenle çiziliyor. Oldukça klasik ve banal bir rol kesiş sarkastik bir biçimde sergilenirken bir anda sahne, göz alıcı bir müzikale ve hatta bir gölge oyununun yerine dönüşebiliyor.
Sebastian Seidel ve tabii metni Türkçeye kazandıran Yücel Erten’in başarısını tebrik etmek gerekiyor. Öyle ki güçlü klasik oyunların modernize edilerek bir güldürüye dönüştürülmesi sıkça denenen, fakat çoğu zaman bayağı ve en iyi ihtimalle oldukça basit bir eğlence olarak sonuçlanan bir deneme olarak kalabiliyor. Bu noktada sahnedeki oyunun Seidel’in kaleme aldığı metnin lokalize edilmiş bir uyarlaması olduğunu da söylemekte fayda var. Yani ufacık bir hatayla hemen bozguna uğrayabilecek olan oyun, pek çok aşamadan alnının akıyla geçerek karşımıza çıkıyor diyebiliriz.
Buna rağmen yine de kimi seyirciler için oyunun bazı kısımlarındaki göndermeler oldukça “kör göze parmak” bulunabilir. Bu hususta iki noktaya değinmek isterim. Öncelikle uzun süredir ve sık sahnelenen böyle bir oyunun bütün pratik unsurları göz önüne alındığında güncel meselelerin sürekli ve oyunun çatısını bozmadan dahil edilmesinin zorluğundan bahsetmek gerekir. İkinci olarak da çoğu zaman görece daha zekice bulunan “üstü kapalı değinmek”, yerine özellikle politik konularda “kör göze parmak” yolunun tercih edilmesinin sosyolojik bazı sebeplerle ne kadar cesurca olduğunun altını çizmek gerekiyor. Tabii bu cesaretin teorik olduğunu söylemekte fayda var. Çünkü ne de olsa oyunda anlatılan her şey Danimarka’da geçmektedir…