ATEŞ ALPAR
Mardin, Nusaybin doğumlu Ateş Alpar, Mardin ve İstanbul’da yaşayan ve üreten kavramsal bir sanatçıdır. Mimar Sinan Üniversitesi’nde misafir öğrenci olarak, sanat, sanat felsefesi, görsel sosyoloji ve politika derslerine katıldı. Göç, sınır, kimlik, doğa, toplumsal hareketler, cinsiyet, ayrımcılık, politika, underground müzik, LGBTİ+/queer gibi konuları merkeze alarak video, performans, basılı medya ve fotoğraf olmak üzere geniş bir üretim yelpazesiyle çalışıyor.
Aramızda, 2021 Performans
Ateş Alpar, 4 yıldır hukuksuz biçimde tutuklu bulunmasına dikkat çekmek amacıyla gerçekleştirdiği performansta Osman Kavala’nın bir portresini İstanbul sokaklarında gezintiye çıkarıyor. Performansta Kavala’nın elinden alınan hareket özgürlüğüne ve dört duvar arasına hapsedilişine atıfta bulunulurken adalet ve özgürlük vurgusu ve bunların ancak ortak bir yaşam dahilinde mümkün olduğu da öne çıkarılıyor.
Osman Kavala aramızda dolaşıyor. İnşaatların, soyluluştırma çabalarının, kültürel mirasın yağmalanmasının baştacı edildiği sokaklarda, evrensel değerleri taşıyor.
Tebüssümü, onu sokaklarda özgürce yürümekten alıkoyan hukuksuzluğun altını oyuyor. Kalabalıkların, çocukların, bazen kimsesiz evlerin bazen kuruyan çamaşırların arasından geçerken İstabul’u İstanbul yapan çokkültürlü ve zengin coğrayanın kaldırım taşlarını kat ediyor. Kokluyor havayı, egzoz gazlarıyla, simit ve çay kokularıyla, evlerde pişen yemeklerin buharıyla hemhal oluyor. Dört yıldır alıkonulduğu hücresinden, şehrin ritmine, hüzünlerine ve kahkalarına karışıyor.
Arzularımdan Koru Beni
Bilinçli bellek kaybına şehvetli çözümler.
Gece, 9-5 vardiyasında çalışan totaliter kurumların kepenklerini indirdiği, vidasını gevşettiği bir aralıktır. “Queer gece hayatı” ise, ta başta, bu aralığın olanaklılık yüzeyi olarak kurar kendisini. Titreşimleriyle karanlığın, gevşemiş vidalarıyla gecenin arasına sızar ve hatları bulanıklaşmış, sınırları müphem bir yüzeye yerleşir.
Öyle ki, “queer gece hayatı, pervasızca” ayrımcılığa, dışlanmaya, tahakküme maruz kılan bir topluluğun sistem-karşıtı mücadelesinin zamansal istasyonudur. Geceyi ışıldatan, renklendiren, kimi zamansa onu yeğinleştiren yaratıcı bir dinamo olarak çalışır. Bu dinamo, salt tüketime ve eğlenceye koşullanmış kitle kültürünün ötesine geçen bir aralığı mesken tutar aynı zamanda. Türlü karşılaşmaların, yatay yakınlıkların, çapraz desenlerin, dayanışmacı ilişkilerin ve daha “ciddi” politik mücadelelerin zeminini yakaladığı sağaltıcı bir mayalanma anı parıldar. Parıltının aniliği ve gelip geçiciliği kırılganlığın estetik kıvılcımlarını da ateşler. Bu duy(g)u karnavalı bazen sersemleticidir, bazen kışkırtıcı, bazense sadece hevesli; ama içli veya şapşaldır da, keza hınzır ve de oynak da. Bazen limbik, bazense lirik… Tüm bunlarla birlikte tüm yapısal şiddet ve reddiye süreçlerine müdahil olmanın da bir ifade biçimidir.
Hayatlardan bir hayat; ama “yaşam”a belki de en çok yaraşandır o: “Queer gece hayatı”.
Devam Eden Çalışma
Ilık Temas, 2021
Deri, etkilerin mübadelesini mümkün kılan bir arayüzdür. Ama kimler veya neyler arasında? Bir bakış açısından insan ile dünya, bir başka bakış açısından bütün hayvanlar ile dünya arasında.
Fakat ikisinin ötesine uzanan bir başka bakış açısı daha yok mu? Bizzat dünya, bir deri-yüzeyler çokluğu değil mi? Yeryüzündeki her şey temas yüzeyleriyle kuşatılmıştır. Yalnızca insanın ve diğer hayvanların derileri değil, ağaçların kabukları, toprağın üzerindeki çimler, taşlar, kayalar, binaların duvarları… Var olan her cisim/beden, geri kalan her şeye işte bu derileriyle temas eder ve deri her teması kaydeder.
Yıkıntılara bakmak: Taş, kabuk ve sessiz
lısu Barajı, sular altında bıraktığı devasa tarih yanında, 80 bin kadar insanı yerinden etti, yoksulluğa sürükledi ve halen çok önemli bir biyoçeşitliliğe sahip Dicle Vadisi’nin yok olmasını beraberinde getirdi. Vadide bulunan 300 höyükle birlikte 196 köy sular altında kaldı. Dicle’ye yapılan barajın etkisi sadece çevresel değil, sosyo-kültürel olarak da hissedildi. Ilısu Barajı’nın inşası coğrafyada biyopolitik bakımdan önemli kırılmalara sebep oldu. Durumu, bin yıllardır tarımın ve verimliliğin sembolü olmuş Mezopotamya topraklarında çokça dillendirilen ve gelecekte çıkacağı varsayılan “su savaşları” ile ilişkilendirmemek mümkün değil.
Bunun ilk işaretlerine gezdiğimiz kimi köylerde rastladık. Sular altında kalan köylerin halkı eşyalarını toplarken aynı zamanda mezarlarını kazıp atalarının kemiklerini çıkararak yerleşebilecekleri başka yerlere göç ettiler.
Tüm Sular Çatlağını Bulana Kadar, 2022 Performans
Ateş Alpar, bu performansında, suyu ve bakışı odağına alarak çifte bir arayışın peşinde hem suyun hem de bakışın önüne çekilmiş bentlerin ötesine nasıl geçilebileceğini soruyor. Çatlağını arayan suyun ve aynada kendi imgesiyle karşılaşan bakışın kesişiminde, insanın sadece kendisine bakarak değil, tam da kendisinden öteye bakarak, aynada sadece kendini değil, çerçevenin kenarlarınan sızanları da görerek yüzleşmesinin imkânını sorguluyor. Her 19 Ocak’ta biraz daha çoraklaşan ve çatırdayan topraklarda, seyircileri kendi sorularına, suyun çatlağı, bakışın hakikati arayışına ortak olmaya; bakmaya, görmeye ve hissetmeye davet ediyor
(Taş, toprak ve çerceve yerleştirme)