Bu yılın başlarında Simbart Projects’de gerçekleşen Dönüşümün Bilinci başlıklı seçkide Kıvılcım Harika Seydim ve Ahmet Hamdi Soydemir’in yanı sıra yer alan Ferhat Tunç’un Geleceğini Düşleyen Yok-Yerler: Yüzeyi Aşındırmak isimli işini gördüğümden beri Yok-Yerler kavramı üzerine düşünüyorum.
Fransız antropolog Marc Auge tarafından ortaya atılan bu kavram; ‘’orada olmanın’’ neredeyse imkansız olduğu, bir mekana dönüştürülmemiş, ilişki kurulamayan ve konuklarını anonimleştiren transit alanları tanımlamak için kullanılıyor. Bir bağlamda hızlı tüketim alanları olarak da bahsedebileceğimiz otoyollar, otoparklar, havalimanları ve alışveriş merkezleri yok-yerlere iyi birer örnek olarak gösterilebilir.
Geleceğini Düşleyen Yok-Yerler: Yüzeyi Aşındırmak’da ise Ferhat Tunç, bu kavrama kentsel dönüşüm çerçevesinde yaklaşıyor. Bir otoyola, alışveriş merkezine yahut havalimanına yakın olan pek çok yerin kentsel dönüşüm adı altında hızlı bir şekilde dönüşüme zorlanmasına ve kentsel dönüşüm bölgelerindeki sosyal ilişkilerin yapılan konut anlayışı ve rant kültürü ile yok edilmesine odaklanıyor. Sanatçı, bu bağlamı oldukça makul bir tespitin ortaya çıkardığı bir tür anahtar fikrin imkanı ile kurguluyor.
Öyle ki sanatçı, ilişkiler ağını ‘’homojenleştiren’’ Yok-Yerlerin kendilerine yakın olan yerleri belirsizleştirdiğini gözlemliyor. Yani sözümona bir alışveriş merkezi bir katlı otoparkı ve bir havalimanı bağlantı yollarını mecburen beraberinde getirmiş olacaktır. Günün sonunda Yok-Yerlerin kent planlaması üzerindeki ‘’Yok-Yerleştirici’’ etkisinden bahsedebilir hale geliyoruz. Ben de işte bu anahtar fikri alıp bambaşka bir bağlama oturtmak istiyorum.
Konuya girmeden önce bir durum tespiti yapmakta fayda var. Kamusal alanda sanatla karşılaşma ihtimalimizin hemen hemen birkaç başarılı sokak sanatçısı ile karşılaşma ihtimaline, metrodaki adamın kolunda gördüğümüz iyi bir dövme sanatçısının işine, belki enteresan bir t-shirt baskısına ve kafelerin duvarlarına asılmış illüstrasyonlara indirgendiğini söyleyebiliriz. Bunun için ekonomik, politik ve sosyolojik pek çok sebep sayılabilir. Fakat günün sonunda söyleyebiliriz ki şehrin insanı; bir sanat deneyimi için galerilere, yöneticilerin öngördüğü performans alanlarına ve sanatsever sermaye sahiplerinin iştiraklerine mecbur görünüyor.
Muhakkak ki sanatsal alanın dönüşümünde ‘’çağdaş’’ ihtiyaçların, ekonomi konjonktürünün ve ticari kaygıların payı küçümsenemez. Fakat Yok-Yerleşen yerlerin Yok-Yerleştirici etkisinin de bu meselede bir parmağının olduğundan bahsedebilir miyiz? Kentsel alanların giderek ‘’transit’’ alanlara dönüşüyor oluşu, sanat alanlarının mekansal kimlikleri üzerinde bir baskı mekanizması haline evriliyor olabilir mi? Galeriler ziyaretçilerini kendilerine içkin belirli bir tavır paketi ile tıpkı Yok-Yerler gibi anonimleştiriyor olabilir mi? Büyük sermayeler ile desteklenmediği için halihazırda ‘’arka sokağa’’ itilmiş olan galeriler bir yana sermaye sayesinde ‘’ana cadde’’ üzerinde bulunan galeriler, bir tür devasa açık hava alışveriş merkezindeki iki mağaza arasında rastlanan bir vitrine mi dönüşecekler? Hem zaten iki enstalasyon arasında birden karşınıza son model bir otomobilin çıktığı, ziyaretçilerinin ‘’Alacağımızdan değil de, bakıyoruz işte…’’ dedikleri bir çağdaş sanat fuarı ile bir alışveriş merkezi arasındaki fark nedir?
Tüm bunların yanı sıra bulundukları binanın kentin ve kent sakinlerinin hafızasında tuttuğu yer ve sunduğu estetik algıdan ödünç aldıkları dışında neredeyse ayrıştırılamaz hale gelen galeriler üzerine ayrıca düşünmek gerekebilir. Nitekim çağdaş sanat anlatısı içerisinde küratörlerin elinde oldukça önemli bir noktaya iliştirilen ‘’eser-seçki-mekan’’ bütünselliği, böyle bir durumda zorlama bir hikayeden ne kadar ileri gidebilir? Sözgelimi A noktasında sergilenen bir gösteri, bir gece B noktasına alınsa ne değişecektir? O zaman, sanat alanları tekil kimlikleri ile bağ kurmanın imkansızlaştığı Yok-Yerlere evrilirken kürasyonun sergileme pratiği içerisinde bir yerinin olduğundan bahsedebilir miyiz?
Tüm bu soruların ışığında belki de artık sanat yazarları için sanat alanı da küratöryel metinde inşa edilen bağlamla ilintisiz olarak kritiğin bir unsuru olarak ele alınmalıdır…
Ayrıca konu ile ilgili yüksek lisans tezini ve kıymetli sohbetini benimle paylaşan Ferhat Tunç’a teşekkür ederim.
Kapak Fotoğrafı: Bara Cross | Pexels