Yeryüzü Etiği Nedir?

Yeryüzü Etiği Nedir?

Dünya hayatının sürdürülebilirliği için çevre etiği sohbetlerine devam ediyoruz. Aslında şu zamana kadar Bookchin, Næss, Heidegger gibi pek çok isme başvurduk. Fakat bugün yolculuğun en başına geri dönüyoruz; Aldo Leopold…

Aldo Leopold, 1887-1948 yılları arasında yaşamış Amerikalı bir yazar. Aslında yalnızca yazar diye anmak noksan kalacak. Çünkü kendisi aynı zamanda filozof, öğretmen, bilim insanı ve bir çevreciydi. Doğa yazınındaki ateşli diliyle kuşkusuz pek çok insanı ekoloji üzerine düşünmeye sevk etti. En önemli eseri olarak kabul edilen A Sand County Almanac (Bir Kum Yöresi Almanağı) isimli kitabı, ilk yayınlandığı 1949’dan bu yana ‘’çevrecilerin incili’’ olarak anılıyor.

Aldo Leopold’un fikirlerine değinmeden önce bazı şeylerin altını çizmekte fayda görüyorum. Bugün fikirlerine pek çok eleştiri getirmenin mümkün olduğu Leopold’un doğa üzerine akıl yürütmeyi ekoloji ve etik kavramlarını bir araya getirerek yapan ilk insan olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Hele ki bunu iki dünya savaşı görmüş biri olarak tasavvur etmesi hayli takdire şayan. 

Örneğin bugün sokaktan çevirebileceğiniz herhangi bir insan, gayet tabii tıp hakkında Hipokrat’tan daha bilgilidir. Fakat Hipokrat bugün hala tıbbın babası olarak anılır. Bu pek çok açıdan kültürel bir meseledir. Yani sizlere birazdan bahsedeceğim fikirler alışılagelmiş şeyler olarak gelebilir. Lakin Aldo Leopold’u da çevre etiğinin babası olarak ansak abartmış olmayız.

Ne Diyor Leopold?

Yeryüzü Etiği Nedir?
Yeryüzü etiği: Leopold’cu çevre yaklaşımı

Fotoğraf: David Selbert

Aslında bugün çevre etiği diye bahsettiğimiz her şey, bir kurdun ölürken gözlerinde sönen ferde başlıyor. Leopold, ormancılık yaptığı yıllarda geyiklerin çoğalmalarını kolaylaştırmak adına öldürdükleri bir kurdun gözlerindeki ışığın sönüşüne şahit oluyor. Bu olaydan çok etkilenen düşünür, ekosisteme zarar veren çevre politikalarını eleştirerek başladığı entelektüel bir yolculuğa çıkıyor. Bu olaydan daha sonra ‘’Bir Dağ Gibi Düşünmek’’ başlıklı yazısında bahseden Leopold, kurtların ölümünün geyik popülasyonunu arttıracağına ve bu sebeple bölgedeki floranın dolayısıyla da ekolojik dengenin bozulacağına işaret ediyor. 

Leopold’a göre doğa topyekün bir süreç olarak görülmeli ve bir kurdun ulumasını gerçekten dinleyebilmek ancak bir dağ gibi uzun süre orada olmak ile mümkün.

Leopold hemen etik üzerine düşünmeye koyuluyor ve şöyle bir çıkarımda bulunuyor; etik de evrim geçirir.

Yazar, etiğin üç aşamalı bir tarihsel sürece tabi olduğunu öne sürer. Etik önce bireysel ilişkilere dair dar bir alanı düzenliyordu. Daha sonra toplumsal meseleler konusu haline geldi. Etik sahasının genişlediği tarihle sabitti ve ona göre atılması gereken üçüncü adım, toprağı etiğin bir konusu haline getirmekti. İşte yeryüzü etiği fikri de tam olarak bu noktada hayat buluyor.

Leopold, moral topluluğun sınırlarının yeryüzünü içerecek şekilde adeta şişmesi gerektiğini düşünüyor. Böyle bir durumda insan, doğanın sahibi değil tıpkı doğanın içerdiği diğer bütün unsurlar gibi yeryüzünün bir üyesi gibi konumlandırılıyor. Bu da ortaya atılan ilk çevremerkezci fikir olarak karşımızda duruyor. Ona göre insan ekolojik bir yurttaştır ve yaptığı bütün hareketler; içinde yaşadığı biyotik topluluğun dengesini koruduğu sürece iyi, tahrip ettiği sürece kötüdür. Haliyle bir yeryüzü elemanı olarak ekolojik yurttaşlık, doğa ile bütüncül bir sorumluluk bilincini gerektiriyor. 

Leopoldcü bakış, holistik bir şekilde bütünün onu oluşturan unsurların toplamından daha fazlası olduğuna inanır. Leopold bu şekilde ondan önce yaygın olan “insan için” faydacılığını bir kenara iterek doğanın bir ekonomik sermaye olduğu fikrini reddeder. Bunu yaparken de pek çok zaman insana doğrudan fayda sağlamayan yabanıl hayat üzerine odaklanır.

“Toprağı tahrip ediyoruz. Çünkü onu bize ait bir mülk olarak görüyoruz. Toprağı bizim de ait olduğumuz bir topluluk olarak görmeye başladığımızda onu sevgi ve saygıyla kullanmaya başlayabiliriz.”

-Aldo Leopold

Yeryüzü Etiğinin Eleştirisi

Başta da söylediğim gibi yeryüzü etiği pek çok açıdan tenkit edilebilir. Fakat bu, biraz bir bebeğin ilk adımlarına burun kıvırmak gibi olur. Hele ki Leopold’un bu fikirleri ortaya attığı tarihlerde her şeyi öldürmenin çok kolay olduğu göz önünde bulundurulursa… Fakat yine de bazı noktalara dokunmadan geçemeyeceğim.

Yeryüzü etiği, ilk çevremerkezci felsefi tez olarak kabul edilebilir. Ama belki Leopold’un kendisi olmasa da ondan hareketle fikir yürüten pek çok düşünür bir tür dil probleminin ağına takılmış gözüküyor. İnsanmerkezci diskurlar üzerine inşa edilen bir etik, doğayı kapsayacak şekilde genişletildiğinde doğaya yönelik ‘’insanlaştırıcı’’ bir dil gelişiyor. Doğal olarak örtülü bir insanmerkezci bakışı içinde barındırmaya devam ediyor. Bunu, kadına yönelik şiddet olaylarında kadını bir birey olarak değil de bir birey olan erkeğin ‘’bacısı’’ olarak savunmak gibi düşünebilirsiniz.

Bir de çevre etiğini, uygulamalı etiğin bir alt disiplini olarak düşünmek yanılgısı var. Bu kategorizasyonun çevre etiğini, örneğin deontoloji gibi sığ bir seviyeye çektiğini düşünüyorum. Doğaya karşı davranışlarımızın, bir plaza çalışanının iş yeri ritüellerinden daha fazlasını ifade etmesi gerektiğini düşünüyorum. Çevre duyarlılığımız, bir seyirciye ihtiyaç duymadan adete bir refleks gibi sergilediğimiz içselleşmiş doğa dostu hareketler bütünü olarak vuku bulmalı.

Belki var olana değil, varoluşa saygı duymak…

Hatta belki ‘’bir dağ gibi’’ olmak…

Kapak Fotoğrafı: Baurzhan Kadylzhanov