Şiddet, hiç şüphesiz insanlığın başına en çok bela olan kavramların başında geliyor. Peki, acaba şiddet kavramına iklim krizi perspektifinden bakmak mümkün mü? Psikolojik şiddet ve fiziksel şiddet gibi şiddetin farklı varyasyonlarını muhakkak işitmişizdir. Şimdi ise o varyasyonlara bir yenisini ekleyebiliriz… Gelin, yavaş şiddet nedir? Ne anlama gelir? Daha yakından bakalım…
Normal şartlarda şiddetin, faili ve mağduru belli bir şekilde belirli bir zaman içerisinde gerçekleştirilen bir eylem olmasını bekleriz. Yani çoğu şiddet vakasında maruz bırakan ve maruz bırakılan hızlıca seçilebilir şekilde belirgindir. Bunun yanı sıra psikolojik şiddetin süresi geniş bir ana yayılabiliyorken fiziksel şiddetin süresi ise çoğu zaman anlarla bile ölçülebilecek cinstendir. Peki, süresi neredeyse belirsiz kabul edilebilecek kadar geniş bir zamana yayılmış, mekansallığını ve mağdur öznesini yitirmiş bir şiddet türünden bahsedebilir miyiz?
Yavaş şiddet, Rob Nixon’un Slow Violence and the Environmentalism of the Poor (Yavaş Şiddet ve Yoksulların Çevreciliği) başlıklı kitabından ortaya atılan bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Bu kavram ile beraber Nixon, çevre felaketlerine ve dolayısıyla çevre felaketlerinin bir bütünü olarak düşünebileceğimiz iklim krizine bir şiddet biçimi olarak bakmayı öneriyor. Yavaş şiddet; geniş bir zaman ve mekana yayılmış, öznelerini yitirmiş, dolayısıyla bir anda oluvermediği ve tek bir sekansta gözlemlenemediği için sansasyonel olmayan bir şiddet türü olarak nitelendiriliyor. Yavaş şiddetin elemanlarındaki bu belirsizlik ve kamuoyu nezdinde sansasyonel olmayışı, yani kısacası tabiri caizse çarpıcı bir şekilde haber değeri taşımayışı bu kavramı oldukça sinsi bir şiddet türüne evriltiyor. Yine ayni şekilde yavaş şiddet; etkisini uzun vadede sergileyen, aşındırıcı ve yıpratıcı bir şiddet türü olarak tanımlanıyor.
Sistematik çevre tahribatının yol açtığı uzun soluklu çevre felaketleri ve dolayısıyla hemen hemen iklim krizi kavramının tamamı yavaş şiddet mefhumunun konusu olarak ele alınabilir. Haliyle yavaş şiddete örnek vermek istediğimizde Türkiye ve dünyadan pek çok vaka ile karşı karşıya kalıyoruz.
Endüstriyel faaliyetler sonucu ortaya çıkan zehirli kimyasalların deniz suyuna ve toprağın altına, dolayısıyla yeraltı sularına karıştırılıyor oluşu; canlılar üzerinde orta ve uzun vadede zehirlenme, böbrek hastalıkları ve çeşitli geri döndürülemez sakatlıklar olarak karşımıza çıkıyor. Tarımda kullanılan pek çok kimyasal madde ve böcek ilaçlarının insan sağlığını kanser riskine varacak neticelerle tehdit ettiğini biliyoruz.
Bazı araştırmalar, genetiği ile oynanmış besinler tüketmenin regl olan kadınlar üzerinde bu dönemlerinin fiziksel açıdan zorlu geçmesi yönünde olumsuz katkıda bulunduğunu ortaya koyuyor. İklim krizi neticesinde mevsim normalleri üzerinde seyreden sıcakların cilt kanseri riskini artırdığını söyleyebiliyoruz. İşin vahim kısmı bunlar gibi örnekleri sayfalarca uzatmamız mümkün; nükleer atıklar, sızıntılar, büyük devletlerin atık yönetimi politikaları ve daha nicesi…
Yavaş Şiddet ve İklim Adaleti
Daha önce pek çok yazıda iklim adaleti kavramından ve iklim krizinin olumsuz etkilerine farklı sosyal grupların farklı derecelerde maruz kaldığından bahsetmiştik. Yavaş şiddet kavramını açıklamak için atıfta bulunduğumuz Rob Nixon’un kitabının isminden de anlaşılacağı üzere, yavaş şiddetin en çok mağdur ettiği grubun yoksul bırakılmış insanlar olduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı iklim adaletsizliğinde de ortaya koyduğumuz gibi yavaş şiddet için de yoksul bırakılmış insanlar içinde aslan payını yine kadınların, çocukların ve LGBTQ+ bireyler gibi toplumsal olarak dezavantajlı hale getirilmiş insanların aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kapak Fotoğrafı: Pexels | Pixabay