Güncelleme Tarihi: 12 Eylül 2022
O, alışık olduğumuz manada popülerliğe sahip bir oyuncu değil. Tek derdi bu da değil. O; çok önde, çok farkında ve fazlasıyla duyarlı… Asıl karizması entelektüel kişiliğinden ve aktivist yapısından ileri geliyor. Büyük kitleler, onu her ne kadar Medcezir dizisindeki “Kenan” rolü ile tanımış olsa da Ali Aksöz; hayatını, asıl mesleği olarak tarif ettiği yazarlıktan tutun da akademik kariyeri, organizatörlüğü ve toplumsal konuları kucaklayan sosyal sorumluluk projeleri ile dolduruyor. Bir rol model olup yön vermeye çalıştığı gençlerle de arası çok sıkı.
Yazar ve oyuncu Ali Aksöz ile pandemi psikolojisini, çıkardığı kitabı, akademik hedeflerini, hayatında iz bırakan bilim kurgu yapıtlarını ve gençlerle olan iletişimini konuştuk. Açıkcası dünyaya olan saygısı ve kaygısı da çok dikkatimizi çekti. Sürdürülebilir bir geleceğin ancak birlikte çalışarak elde edilebileceğini ifade eden Ali Aksöz’le yaptığımız röportajın en haklı bölümlerinden biri de şüphesiz şurası:
“Bir gölün kuruması dahi coğrafya için büyük felaketlere yol açarken gidişatın, Game of Thrones’un son sezonu kadar konuşulmaması büyük bir hayal kırıklığı.”
Ali Bey merhaba, doktoranızı tamamladınız. Hangi alanda tez yazdınız ve akademik hayatta kariyer hedefleriniz var mı, örneğin üniversitelerde ders vermeyi düşünür müsünüz?
Bildiğiniz gibi Sinema & Televizyon alanında doktoramı aldım. Tezim, gerilim sineması ve kara filmler ile travma sonrası stres bozukluğu üzerine yaptığım çalışmaları içeriyordu.
Evet, kesinlikle ders verme planım var. Üniversitede öğretmenlik yapmak liseden beri, her yaştan insana kültürel açıdan bir şeyler katma arzumun bir yansıması. Son iki senedir öğretmenlik planımı hayata geçirmek için hazırlıklar yapıyorum. Elbette aynı sınıfı dolduracağımız öğrencilere layık olabilmek ve onları donatabilmek için kendim de hazırlanıyorum. İçi boş bir iş yapmak yerine, yetişen nesillerde iyi bir iz bırakacak bir öğretmen olabilirsem, ne mutlu bana.
Köklü bir edebiyat geçmişi, akademik yolculuk, çıkarılan dergiler, yaratılan online organizasyonlar, seyyahlık, sosyal sorumluluk projeleri, sonra oyunculuğa geçiş ve son dönemde çıkardığınız ilk kitap derken dallanmış ve budaklanmış bir kariyer yolculuğu görüyorum. Daha çok hangisisiniz oyuncu mu yazar mı?
Fotoğraf: Aydan Çınar
“Öncelikle bir yazarım” diyebilirim ama “daha çok” kısmından emin değilim. Oyunculuk yaptıkça, tadını aldıkça ve kariyerim ilerledikçe, o da yazarlık kadar büyük bir alan kaplamaya başladı hayatımda. Yazmada şüphesiz daha fazla tecrübem var, lakin oyunculuk tecrübelerimi de hemen her alanda artırmak istiyorum.
“Sorumluluğumun farkındayım.”
Esasında, izleyiciler sizi özellikle Medcezir Dizisi’ndeki “Kenan” rolüyle fark etti. Buna çok takıldığınızı düşünmüyorum ama bu rol, sizin için bir dönüm noktası oldu sanırım. Yani o dönemde gelen tanınırlık ve popülariteniz, şimdi etkilediğiniz ve zaman zaman yön verdiğiniz genç kitleye ulaşmayı kolaylaştırdı ve bu ünü şimdi değişimin bir parçası olmak için kullanıyorsunuz diyebilir miyiz? Nasıl yorumlarsınız?
Fotoğraf: Aydan Çınar
Çok iyi bir tespit bu. Oyunculuğa başladığım tarihten çok önceleri bu teklifleri almaya başladım ama hayatım boyunca kitleler tarafından tanınır olmak fikri bana sevimsiz geldiği için teklifleri de uzun zaman reddettim. O vakitler yazarlık yapmaktan başka bir kariyer düşünmüyordum ve kalabalıklara girdiğimde – 1.96 boyumla yapabildiğim kadar 🙂 – kaybolmak, gözlemleyebilmem için elzemdi. Madem bunu feda edecektim, öyleyse karşılığında bir değişim getirmeliydim ki zaten adım attığım her alanda kendi kurallarını koymuş, doğru bellediği yolda iyi değişimler getirmiş biriyim. Oyunculukta da farklı olması mümkün değildi.
Kitlelere neredeyse filtresiz ulaşabilmek büyük bir güç ve hepimizin bildiği gibi “Büyük güç, büyük sorumluluk getirir.” Özel hayatımda nasıl biri olursam olayım, öğütlediğim ve özendirdiğim şeyleri iyi seçmeliyim. Yapay olmamak adına bu taraflarımı daha çok ön plana çıkarıyorum. Sorumluluğumun farkındayım.
“İnsanları, onları daha çok sevebileceğim kıvama doğru dürtmeye çalışıyorum, bireysel motivasyonum bu.”
Twitter’ı etkili ve faal kullanıyorsunuz. Bu mecrada daha çok sosyal sorumluluk bilinciyle hareket ediyorsunuz. Attığınız tweetler ya da paylaştığınız bilgiler Dünya, çevre, bilim, uzay, tarih gibi alanlarda farkındalık yaratmaya dönük. Yaptığınız paylaşımların özellikle gençleri etkilediğini görebiliyorum. Gençliğe ulaşmadaki amaçlarınız, motivasyonunuz nedir? Instagram hesabınızda da çok sık soru – cevap yapıyorsunuz.
Bu bağlamda aslında; hem sığ ve sevimsiz bireylerden oluşan, algısı körelmiş bir kitleye dönüşme gidişatına ve hem de konfor alanlarımızda rehavete sürüklenip, körelmemize karşı bir hareket aslında benimki. İnsanları, onları daha çok sevebileceğim kıvama doğru dürtmeye çalışıyorum, bireysel motivasyonum bu. Dünyaya, hayatlara zarar veren, “kötü” insan sayısı çok; e birileri de bunu dengelemeli. Bu tür bir insan olma kararını da ancak bilinçli verebiliriz, çünkü bu bitmek bilmeyen bir mücadeledir.
Genç veya yaşlı, bu kadar insanın içinde büyük potansiyeli olanlar saklı. Lost Library’i kurduğumuz yaşlardan beri insanların içindeki o yaratıcılığı, üretkenliği ve takımdaşlığı ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Ben insanları ahmaklaşmış, pes etmiş veya yıkıma alet edilmiş görmek istemiyorum. Doğru ve iyi bir geleceğin ancak birlikte çalışarak edinilebileceğini düşünüyorum. Daha doğrusu; hem büyük ölçekte takım ruhuna sahip olarak, hem de bireysel mücadeleler ve girişimlerle.
“Topluma bir şey kazandırma hedefim hep belli olmuştur”
Sosyal medya takipçilerinizle de aranızın gayet iyi olduğunu görüyorum. Hem mesafeli hem ulaşılabilir bir imaj çizdiğiniz kesin. Oradaki sınır nedir sizce?
Fotoğraf: Deniz Özgün
Böyle biriyim çünkü. Kendimi doğru ifade etmeye hep çok önem vermişimdir. İnsanlara dürüst davranınca ve özel hayatınızda bir çizginiz olduğunda, bu dengeyi kurmak daha kolaylaşıyor. Elbette ki takdir edilmek hoşuma gider; hatam varsa bunun söylenmesini isterim ama olduğum kişi için kimsenin onayına ihtiyacım yok. Dolayısıyla olduğum gibi görünmeyi tercih ediyorum. Benim insanlara, topluma bir şeyler kazandırma, geri verme niyetim hep belli olmuştur ama bunu laf olsun diye konuşamazsınız, arkalamanız gerekir. Yapmak için çaba sarf ettiğim şey de bu. Eleştiriye açık olduğum gibi eleştiri yapmaktan da çekinmem. Bunu iletişimin ve daha iyi bireylere evrimleşmenin çok önemli bir ögesi olarak görürüm. İnsanlıkla derdimi, onlara sunduklarımı ve karşılığında onlardan beklediklerimi açıkça söylemeyi tercih ettim hep. Çizdiğim çerçeve de insanlar tarafından benimsendi, kabul gördü. Bir süre sonra kendiliğinden oluşan bir ilişki bu. İnsanlar, onlara karşı dürüst olunmasını istiyor. Yapmacıklık, hinlik, yalan istemiyorlar.
– Fantastik kültür, bilim kurgu, korku literatürü gibi alanlardaki içerikleriyle bir zamanlar çok popüler olan internet sitesi Lost Library’nin kurucususunuz. O zamanları özlemle anıyorsunuz. Ekşi Sözlük’te de “Dönem dönem hüzün veren ve hiç unutulmayan, loş ormanın ardında ve tepenin üzerindeki o terk edilmiş kale.” olarak ifade etmişsiniz. Lost Library bir daha canlanır mı dersiniz?
O istek bende hep mevcut. Tabii çağın şartlarına uygun bir bedende tekrar hayat bulması gerekir. Sonuçta Lost Library’yi büyük bir kuvvet yapan şey, sakinleri, yani yazarları, editörleri, katkı sağlayıcıları ve okuyucularıydı. Şayet dirilecekse, en az bu kadar iyi bir takım etrafında şekillenmesi gerekir.
Hayata geldiğinde Lost Library, sınırları genişleten ve yenilikler sunan bir mecraydı. Aynı etkiyi yapabileceksek, neden olmasın?
– Bilim kurgu türündeki kitaplar veya filmler size ne ifade ediyor? Okurlarımız ve takipçileriniz için önerebileceğiniz ilk 5 bilim kurgu yapıtları nelerdir?
Fotoğraf: primevideo.com
Yapıt dediğiniz için hepsinden beşer tane yazıyorum:
Roman: Dune, The Hitchhiker’s Guide to the Galaxy, Watchers, Old Man’s War, Foundation
Film: The Man From Earth, Terminator 2, Akira, The Fly, Blade Runner… Hadi The Matrix de bonus olsun.
Çizgi roman: Transmetropolitan, V for Vendetta, Prophet, Judge Dredd, The Incal
Üretken birisiniz. Pandemi dönemi sizin için nasıl geçiyor?
İlk karantina dönemi çok verimliydi; konuşabildiğim dilleri unutmamak için pratik dersleri yaptım, kardiyovasküler ve pulmoner kursları aldım, pandeminin ilk günlerinde Çin’den gelen COVID el kitabının doktorların kullanabilmesi için Türkçeye çevirilerinde yardımcı oldum, hikayeler yazdım.
Şimdiki dengesiz kapanmalarda çoğunlukla Cyberpunk 2077 oynuyor, dizi ve film izliyor, yani sadece keyif yapabiliyorum ama neyse ki son hafta üretkenliğimi tekrar artırmaya başladım.
“Sebebi ister uzaylı olsun, ister yarasa; çözüm için birlikte hareket etmeliyiz.”
Üzerine çok fazla konuşuldu, çok fazla senaryo üretildi. COVID-19’un ortaya çıkışı hakkındaki düşünceniz nedir?
Fotoğraf: Deniz Özgün
Herkes gibi benim de komplolara kadar uzanan bir dolu teorim var ama burada bunları dillendirmek, insanlara bir fayda sağlamaz diye düşünüyorum. Bize gereken içinde yaşadığımız dönemi ve bu salgını doğru analiz edip, yaşam tarzlarımızı buna göre şekillendirmek ve hatalarımızdan ders almak. Sebebi ister “uzaylılar”, isterse de yarasa yemiş bir pisboğaz olsun, pandemi realitesiyle yüzleşmeli ve çözüm için birlikte hareket etmeliyiz.
“Dünyayı eskisi gibi gezemiyor olmak canımı sıkıyor.”
Dijital dünyaya ve sanal gerçekliğe, evlerde kaldığımız şu son bir sene içinde yoğun bir şekilde maruz kaldık. Gerçeklik algısı da hızla boyut değiştiriyor. Sanki her gün, aynı güne uyanmaya başladık. Geçmişte çekilen bazı filmler, hani o ütopik kitaplarda geçen bazı bölümler; adeta bugüne işaret ediyormuş dediğimiz, tıpkı bir bilim kurgu sahnesi içindeymişcesine hissettiğimiz bir dönem değil mi? Ne düşünüyorsunuz, nasıl hissediyorsunuz? Tüm dünyanın ortak yaşadığı bu musibet, sizde neleri değiştirdi, neleri fark ettirdi?
Eve iyi alıştık. 🙂
Şaka bir yana, herhalde en çok farkına varılan; bu tür senaryoların sadece bilim kurgu ve korku filmlerinde olmadığı, gerçekten yaşanabileceğini ve daha da kötüsü yaşanacağını anlamamız oldu. Salgınların bu boyuta gelebileceğine kimse inanmamıştı, bu bizi şaşırtan ve ikna eden tarafı oldu. Oysa göz ardı ettiğimiz şey sık sık benzer salgınların yaşanıyor olmasıydı. Son yüz yılda, başımızdan dört (İspanyol, Asya, Hong Kong ve Domuz gripleri) büyük Influenza ve iki büyük koronavirüs salgını (SARS ve MERS) geçti ama konfor alanlarımızda sahte bir güven hissiyle yaşamaya devam ettik. Sonra COVID-19 geldi ve bizi ülkelere, evlere, maskelerin içine hapsetmeyi başardı.
Hayat ne kadar zor olursa olsun, her zaman, değerini bilmemiz gereken bir şeylere sahip olduğumuzu gördük. İstediğin yere istediğin zaman gidebilmek, sevdiklerinle kucaklaşabilmek, hatta bir yerde dip dibe oturabilmek gibi. Sağlıklı olmanın önemini bir kez daha hatırlattı bu salgın bize. İyi yetişmiş sağlık çalışanlarımızın ne kadar paha biçilmez değerler olduklarını anladık. Mecbur kaldığımızda hepimizin saç kesmeyi öğrenebileceğini, evde de verimli olabileceğimizi, çalışmak için illa ofislere taşınmamızın gerekmediğini. Bilimin ve böyle ani felaketler için hazırlık yapan yerel yönetimlerin ve devletlerin önemini.
Bir yandan evde oturmaktan sıkıldıysak da diğer yandan hepimiz biraz daha evcimen olduk bence. Hatta partileri, galaları, arkadaşlarla yapılan uzun yürüyüşleri özlesek de geceleri herkesin evde olduğunu bilmenin rahatlatıcı bir tarafı var. Kaçırdığımız bir şey yok en azından. 🙂
Hayatım boyunca kendimle iyi geçindiğim ve yalnızlığımı sevdiğim için adaptasyon süreci yaşamadım ama canımı gerçekten sıkan bir şey var; eskisi gibi dünyayı gezemiyor olmak. Sırf tekrar yollara düşebilmek için pandeminin daha fazla can almadan, bir an evvel bitmesini istiyorum.
“Tünelin öteki ucundan çıkmaya gayret etmeliyiz.”
Fotoğraf: Deniz Özgün
– Tabii tüm bu dünyanın kabuk değiştirme süreci, insanlığı düşündürüyor. Kimileri çok endişeli kimileri optimist. Siz ruh hali olarak dengede misiniz?
Öyleyim ama zaten benim dengem kolay kaymaz. Bunu söylemek işin kolay kısmı, biliyorum ama kendini kaybetmenin kimseye bir faydası yok. Aksine, dayanmalı ve bu tünelin öteki ucundan çıkmaya gayret etmeliyiz.
Bunda küçük keyiflerin, basit hobilerin önemi çok fazla. Kafalarımız dolar ama bedenlerimiz hareketsizleşirken, aradaki tezadın zihnimize hasar vermemesi için her gün, az da olsa kendimize kafa tatili süresi ayırmamız gerek. Belki birkaç dakika iyi bir kitabın üç sayfası, birkaç fırça darbesi, ikinci bir bardak kahve veya bira, balkonda alınan üç-beş derin nefes, iki yoga asanası, vesaire…
“Yıkıcı tavırlardan uzaklaşırsak parlak bir gelecek inşa etmemiz mümkün.”
Açıkcası ben her zaman umutluyum. Özellikle bilinçli ve dünyanın kendini iyileştirmesi sorumluluğu ile hareket eden duyarlı zihinlerin kurtarıcı olabileceğine inanmak istiyorum. Peki sizce gelecek olan, distopik bir gelecek mi?
Bence insanlar cahilliğe, saldırganlığa ve açgözlülüğe hayranlık duydukları sürece bu bir noktada mutlaka başımıza gelecek bir senaryo. İster periyodik olarak yıkım hayranlığımızın sonucunda yaşayacağımız yeni bir dünya savaşı olsun, isterse artık kontrolden çıkışımızın Matrix-vari son durağı; acı, korku ve kayıp bizi bekliyor olacak.
Umut güzel şeydir ama iyi hedeflere yöneltilmiş bir çalışkanlıkla desteklenmesi gerekir. Eğer birbirimizi anlamaya çalışır, arkaik hatalardan ve yıkıcı tavırlardan uzaklaşabilirsek, herkes için parlak ve yüksek bir gelecek inşa etmemiz mümkün.
“Bize önce gereken şey akıl.”
Sürdürülebilir bir Dünya için öncelikle neler olmalı, nelerin değişmesi gerektiğine inanıyorsunuz?
Fotoğraf: techbox.dennikn.sk
Sürdürülebilir bir hayat, dünyanın kısıtlı kaynaklarını daha az kullanarak insanlığın bu kaynaklar üzerindeki tüketim yükünü azaltmak anlamına geliyor. Giderek daha çok kaynak kullanıyor ve daha fazla atık üretiyoruz, bu şekilde devam etmemiz mümkün değil.
Öncelikle açgözlülüğümüze ve vahşi tüketim arzumuza gem vurmamız gerek. Aynı malın bir yüksek modeline, sadece şekli farklı olduğu için bir ayakkabı veya pantalona, hatta sağlıksız besinlere, hatta mantık sınırlarının ötesinde zenginleşen firmaların tekellerine para dökme huyumuzdan vazgeçmemiz gerekiyor. Enerji tüketimimizi (böylelikle karbon salınımımızı) azaltmamız, geri dönüşümlü ürünlere öncelik vermemiz, fosil yakıtlardan uzaklaşmamız ve Güneş ışığı, dalga, med-cezir, jeotermal ve rüzgâr gibi temiz enerji kaynaklarına yönelmemiz gerekiyor.
“Aral Gölü, eski yüz ölçümünün %90’ını kaybetti.”
Fotoğraf: Wikipedia.org
Dünya’nın ısınıyor olmasının yanı sıra, aç gözlü üretim anlayışı ve artan nüfus akarsuları, gölleri ve sulak arazileri kirletme hatta kurutma riski doğuruyor. Yeraltı su kaynaklarını başka amaçlar için kullanarak göllerin beslenmesine engel oluyoruz. Özellikle karadaki, denizlerle bağlantısı bulunmayan “kapalı havza” göller, her geçen gün biraz daha kayboluyor. Aral Gölü yanı başımızdaki bir örnek. 1960 yılında dünyanın dördüncü en büyük gölü olan Aral, eski yüz ölçümünün %90’ını kaybetti. Göl önce içilebilir su özelliğini, sonra içindeki balık türlerini yitirdi, endüstriyel balıkçılık bitti, bu civar köylerin boşalmasına sebep oldu. Gölün kuruması, bölge iklimini çöl iklimine dönüştürdü.
Gördüğümüz gibi bir gölün kuruması dahi coğrafya için büyük felaketlere yol açarken gidişatın, Game of Thrones’un son sezonu kadar konuşulmaması büyük bir hayal kırıklığı. Üstelik kuruyan göller içinde bizimkiler de var.
“300 civarındaki gölümüzün %60’ı kurudu.”
Türkiye göllerinin neredeyse tamamı kirlilik yüzünden doğal dokusunu kaybetmiş durumda, 300 civarındaki gölümüzün %60’ı kurudu. Vahşi sulama, kaçak kuyu açılmasına karşı bir mücadelemiz yok. Akşehir Gölü kurudu, Burdur Gölü, Ereğli Sazlıkları kuruyor ki Burdur sınırları içinde bir zamanlar 20 göl vardı, şimdi bu sayı yalnızca 5!
“Belediyeler sokakları Cif’le yıkıyor.”
Ormanlarımızı kaybediyoruz, nehirler zehirli akıyor. Ergene sanayi atığı kimyasallarla dolu. Temizlik ürünlerimizde bile çevreyi daha çok koruyan, daha doğal ürünleri tercih etmiyoruz. Belediyeler sokakları Cif’le yıkıyor. Barajlar kuruyor ama insanlar sokaklarda arabalarını yıkıyorlar.
Bize önce gereken şey akıl…
Halihazırda devam eden edebiyat ağırlıklı bir blogunuz da var sanırım. Nasıl gidiyor?
Aslında tam olarak bir edebiyat blogu değil. “Kara Mahalle” daha çok, kitap olarak basılana kadar yazılarımı göz önünde bir yerde saklama isteğimin bir sonucu olarak doğdu. Şimdilerde biraz atıl gibi görünse de, en azından içinde, “Liste” adında, arada güncellediğim ve favori kitaplarımdan oluşan bir okuma listesi mevcut. Okuyacak kitap tavsiyesi isteyenlere her daim hizmet edecektir.
“Gölgedeki Adam aslında benim hayatım.”
Evet, gelelim kitabınıza. Gölgedeki Adam nasıl doğdu? Kitabınızdan bahseder misiniz?
Fotoğraf: picuki.com
Gölgedeki Adam, Lost Library’deki baş yazılarımı paylaştığım köşenin adı. Köşe; fantastik kurgu ve bilim kurgu edebiyatının tarihi ile yolculuklarıma dair yazdığım yazılardan oluşan tuhaf bir kombinasyondu. Bu yol hikâyelerini 1997’den beri yayımlanan dergilerdeki editör köşelerimde veya kendi çıkardığım dergilerde farklı isimler altında yazmaya devam ettim. Yaşadığım ülkelerde ve şehirlerde de bu bir alışkanlık olarak devam etti. Bir ara hiçbirini paylaşmadım, biriktirdim. Yaşadığım şehirler ve karşılaştığım karakterler, başımdan geçen maceralar, ilginç ve tuhaf olaylar, sevdiğim kadınlar, garip/harika/özel insanlar, farklı fikirler var Gölgedeki Adam’da. Her şey bittikten sonra evimde bir bira açıp veya terk edilmiş bir okulun ortak mutfağında, ormana karşı bir gecede ya da bir uçağın sessizliğinde yazdığım yol hikâyeleri var… Aralarında da kimi aleni, kimi derinde yatan bağlantılar.
Bir de sadece en dikkatli, beni en iyi gözlemlemiş okuyucuların keşfedebileceği küçük gizler.
“Süper güçlerim olsaydı, dünyayı değiştirmek için işim kolaylaşırdı.”
Sohbetimizin sonuna yaklaşmışken tam da size göre fantastik bir soru sormak istiyorum. Bir süper kahraman olsaydınız, bu hangisi olurdu ve dünya için neyi değiştirirdiniz?
Fotoğraf: Starwarsevreni.com
Çocukluktan beri Örümcek Adam ve Conan (gerçi Conan’ın süper güçleri yok) gibi kahramanları okuyarak büyüdüm. Bunların yanı sıra Paul “Muad’dib” Atreides ve Luke Skywalker gibi süper güçleri olan ama süper kahraman kategorisine girmeyen protagonistleri de sayabilirim. Karakter olarak zıt olsalar da, onları birer kahraman yapan unsur ortak; kötüye karşı savaşıyor olmaları. Sanırım Örümcek Adam’ın veya Luke’un Jedi güçlerine sahip olmak, değişim konusunda işimi çok kolaylaştırırdı. Bütün söyleşide bahsettiğim gibi, asıl amaç insanların önceliklerini ve düşünce yapılarını değiştirmek olurdu. E süper güçlerimiz varsa sahaya inip, mücadele etmek de şart. 🙂
Bugün, dünya bu haldeyken bir süper-kahraman olma arzusu eminim çok insanda var. Özellikle Marvel filmleri alt-kültür ögelerini popülarize etmişken. Pek çok insan dünyayı kurtarmak istiyor, baktıkları pencereden “kötü” ve “düşman” kim görünüyorsa onu alaşağı etmek istiyor belki ama çizgi romanlarda, kadim fantastik romanlardaki süper güçlere sahip bireylerin bir avantajı var; bu hikâyelerde daima iyiler kazanıyor.
“Uçuruma bakarken uçurum da bize bakıyor.”
Fotoğraf: aslibu.com
Oysa dünyamıza dönüyoruz ve yok olan doğayı, açlıktan kırılan ülkeleri, bunca hırsızlığı, cehaleti, kadın cinayetlerini, çocuk istismarını, savaşa veya göçe sürüklenen insanları, düşmanlaştırılan ulusları, anlamsızca katledilen hayvanları görüyoruz. Çoğu kez çabalarımız sonuç vermiyor, sonuç aldığımızdaysa sistemi değiştirmekten aciz kalıyoruz. Temizlenen bir dağa karşılık, on tanesinde zehir çukurları açılıyor, kurtarılan üç hayvana karşılık on bin tanesi deneylerde işkence görüyor, yardım edebildiğimiz bir kadına karşılık elli tanesi göz göre göre katlediliyor ve çaresizlik hissi, insan türüne olan öfken büyüyor. Ve bir bir gün uyanıp anlıyoruz ki süper düşmanlar böyle doğuyor. Hayal kırıklıklarıyla. Süper kahraman olmak isteyerek büyüyüp, olamadığını anlayarak. Belki de biz “Uçuruma bakarken, uçurumun da bize bakmasıyla.”
Ve belki bütün hayal kırıklıklarına rağmen, az sayıdaki galibiyet uğruna uçurumdan gözünü kaçırabilenler olarak kahraman kalmayı başarıyoruz. Bir seferde tek zafer kazanarak.
Yeni hedefleriniz, projeleriniz var mı?
İyi işlerle özlediğim televizyona ve sinemaya dönmek, ilk romanımı ikinci kitabım olarak basmak, dergilerde yazmaya dönmek ve öğretmenlik yapmak profesyonel hedeflerim. Şahsi hedeflerim arasında ise hayat normale döner dönmez yollara koyulup seyahatlerime devam etmek var.
Keyifli sohbetimiz için teşekkür ediyorum.