Sürdürülebilirliğe Giriş: Evrende Yanlış mıyız?

Güncelleme Tarihi: 12 Eylül 2022

Sür-dü-rü-le-bi-lir-lik. Öyle basit bir şey olsaydı bu kadar zor bir adı olmazdı, öyle değil mi? 

Türk Dil Kurumu, “Sürdürülebilirlik” kavramına sözlüğünde yer vermese de “sürdürülebilir” kelimesini “Sürdürme ihtimali veya imkanı bulunmak, sürdürmeye gücü yetmek.” olarak açıklamış. 

Sürdürülebilirlik genel anlamıyla “Herhangi bir dış destek olmaksızın kendi kendine yenileyebilme, varlığını devam ettirebilme ve daimi olabilme.” olarak ifade edilebilir. 

Kısa bir an düşünmenizi istiyorum, sorumuz şu: 

Dünya bugünlere nasıl geldi? 

Süreniz doldu. 

Cevabınız var mı? 

Hepinizin pek çok cevabı var elbette ama bana sorsalar tek kelimeyle “sürdürülebilirlikle” derdim. Zaten uzun olan bu kelimeye, bir hece de ben ekledim.

Birçok kişinin düşündüğünün aksine sürdürülebilirlik öyle yeni bir kavram değil, hatta insanoğlunun var oluşundan bile eski. O kadar ki evrimin kendisi de sürdürülebilirlik ile süregeldi, gezegenimiz sürdürülebilirlik ile var oldu ve devamlılığını da yine sürdürülebilirlik ile sağlıyor. Sürdürülebilirlik hep vardı, hep var olacak. 

Sürdürülebilirlik bir kitap olsaydı, yazarı evrimin kendisi olurdu. Bunu görmek için, içinde bulunduğumuz Güneş sistemine bakmamız yeterli. Sonsuz bir sürdürülebilirlik içinde hayranlık uyandıran bir uyum ve dengeyle var olmaya devam ediyor. Ancak zavallı gezegenimiz Dünya için bu durum değişmek üzere çünkü insanlar her yerde! Ancak bu konuya girmeden önce sürdürülebilirlik kavramının tarihinden biraz bahsetmekte fayda var. 

Sürdürülebilirliğin Tarihi

Fotoğraf: Noah Buscher

Kavramsal olarak sürdürülebilirlik ilk kez 1713 yılında Alman muhasebeci ve maden işletmecisi Hans Carl Von Carlowitz tarafından kullanıldı. Ormancılık sektöründe sürdürülebilirlik konusundaki kitabı “Sylvicultura oeconomica, oder haußwirthliche Nachricht und Naturmäßige Anweisung zur wilden Baum-Zucht” ile dünya ilk kez sürdürülebilirlik ile tanışmış oldu. Kitap, doğal ağaç yetiştiriciliğine dair bir eğitim rehberi niteliğindeydi. 

20.yüzyılın sonlarına kadar dünya biraz meşguldü ve bu kavram daha sonra ancak 1972 yılında, Birleşmiş Milletler “İnsan Çevresi Konferansı” ile gündeme geldi. Stockholm’de düzenlenen bu konferans ile çevre sorunları ilk kez global olarak masaya yatırıldı ve önemli bir gelişme olarak “Birleşmiş Milletler Çevre Programı” (UNEP) kuruldu.

1980: Sürdürülebilirlik ve Kalkınma Kavramları İlk Kez Bir Arada!

1980 yılına gelindiğinde, sürdürülebilirlik ve kalkınma kavramları ilk kez bir araya geldi. Uluslararası Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliğinin (IUCN) 1980 yılındaki genel kurulu sonrası ortaya çıkan “Dünya Koruma Stratejisi (WCS ) Belgesi” yayımlandı. Aynı yıl, sınırlı bir dünyada sınırsız bir büyümenin imkansızlığını anlatan “Büyümenin Limitleri” (Limits to Growth) kitabı yayımlandı.

Sürdürülebilir kalkınma teriminin popülerleşmesi ve tanımının giderek daha da netleştirilmesi ise 1987 yılında, Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonunun (WCED) 1987 tarihli “Brundtland Raporu, Ortak Geleceğimiz” (Our Common Future) raporu ile gerçekleşti.

1990 yılında daha cesur bir adım daha atıldı ve Gayrisafi Milli Hasıla kavramının açıklayamadığı boyutları ortaya koyan İnsani Gelişme Raporu, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yayımlandı.

1992 yılında, Rio de Janeiro’da “Yeryüzü Zirvesi” olarak da bilinen “Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı” (UNCED) düzenlendi. Konferansın sonunda “Gündem 21” (Agenda 21) adında bir eylem planı ve iki önemli uluslararası sözleşme (Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi -UNCBD ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi – UNFCCC) ortaya çıktı.

Fotoğraf: Aldino Hartan Putra

Sürdürülebilirlik kavramının belki de en ünlü adımlarından biri de 1997 yılında, iklim değişikliği konusunda ilk uluslararası sözleşme olan “Kyoto Protokolü, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi” adıyla atıldı. 

2000 yılına gelindiğinde Birleşmiş Milletler, New York’ta düzenlenen Binyıl Zirvesi (Millennium Summit) sonrasında Binyıl Kalkınma Hedefleri’ni (Millennium Development Goals) açıkladı.

Birleşmiş Milletler 2015 yılında ise artık geçerlilik süresinin sonuna gelinen Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin yerine, 17 hedeften oluşan Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ni (SKH) açıkladı. 2030 yılına kadar hayata geçirilmesi planlanan bu 17 hedef; daha mutlu, huzurlu ve sağlıklı bir gezegenin temel yapı taşlarını içeriyor. 

17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi

  1. Yoksulluğa Son
  2. Açlığa Son
  3. Sağlık ve Kaliteli Yaşam
  4. Nitelikli Eğitim
  5. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
  6. Temiz Su ve Sanitasyon
  7. Erişilebilir ve Temiz Enerji
  8. İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme
  9. Sanayi
  10. Yenilikçilik ve Altyapı
  11. Eşitsizliklerin Azaltılması
  12. Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar
  13. Sorumlu Üretim ve Tüketim İklim Eylemi
  14. Sudaki Yaşam
  15. Karasal Yaşam
  16. Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar
  17. Amaçlar için Ortaklıklar

Birleşmiş Milletler Tarihinde En Hızlı Yürürlüğe Giren Anlaşma: Paris Anlaşması

Fotoğraf: Marcin Jozwiak

Son olarak 2015 yılının aralık ayında Paris’te gerçekleştirilen 21. Taraflar Konferansı ile Paris Anlaşması uzun süren müzakereler sonucunda kabul edildi. Anlaşma 22 Nisan 2016’da imzaya açıldıktan sadece aylar sonra, 4 Kasım 2016’da resmen yürürlüğe girerek Birleşmiş Milletler tarihinde en hızlı devreye giren çevre anlaşması oldu.

Ne yazık ki tüm bunlar yaşanırken bir yandan da kaynaklar tükenmeye devam etti. Dünya, yok oluşun yaklaştığını sarsıcı ayak sesleriyle hissettirmeye başladığında, sürdürülebilirlik daha da popüler hale geldi, pek çok açıdan daha çok önem ve değer kazandı. Çünkü artık yumurta kapıya dayanmıştı!

2021 yılı itibarıyla gezegenimiz artık dönüşü olmayan bir yola girmek üzere. Bu, Dünya’nın yörüngesinden çıkıp hızla Güneş’e doğru savrulması gibi bir şey; bu yok oluştan kimse sağ çıkamaz. Bir geleceğimiz olsun istiyorsak, artık bir şeyler yapmak zorundayız!

Bir nebze iyimser olmak gerekirse bugün artık sürdürülebilirlik kavramı, dünyadaki tüm ekonomilerin, devletlerin, farklı sektörlerdeki dünya devi özel şirketlerin iş yapış şekillerinin merkezinde. Sivil toplum kuruluşları ve duyarlı topluluklar sesini çok daha fazla yükseltiyor, çeşitli aksiyonlar alınıyor. İnsanlar bu konuda bilinçlenmeye ve farkındalık kazanmaya başladıkça daha somut eylemler de hayata geçiriliyor. 

Önümüzde Çok Net Bir Gerçek Var: Sürdürülebilirlik Yoksa Gelecek de Yok!

Fotoğraf: Elizabeth Lies

Mevcut durumumuzu doğru bir şekilde değerlendirebilmek, geleceğimizin nasıl olacağını gerçekçi bir yaklaşımla öngörebilmek ve sonraki hamlelerimizi iyi planlayabilmek için geriye dönüp bakmak yol gösterici olacaktır. Bana sorarsanız insanlığın geleceği söz konusu olduğunda, tarih tekerrürden ibaret olmamalı!

Aslında insanlar başlarda zararsızdı. Sayımız az, ihtiyaçlarımız hayatta kalmamızı sağlamaya yetecek kadardı. Güneş sistemi ve epey insan canlısı olan bu mavi-yeşil gezegenimiz, bize ev sahipliği yapmaktan memnundu. Ama insanların istekleri ve ihtiyaçları katlanarak artmaya devam etti. 

Daha çok barınak istedi insanlar, beslenmek, genişlemek, çoğalmak istediler. Daha iyisine sahip olmak, genel ifadesiyle daha konforlu bir hayat sürmek istediler. Konforu artırmak için tüketimi artırdılar. Keşfetmeye ve bunun bir sonucu olarak dünyayı örümcek ağları gibi sarmaya başladılar. Evrim ve Dünya’nın yaşıyla kıyaslayınca, bir göz kırpması kadar kısa bir anda her yeri sardılar. İnsanlar, ayak basmadık yer, el değmemiş herhangi bir doğal kaynak bırakmadılar. 

İnsanlar tüm kaynakları sanki sonsuzmuşçasına, asla bitmeyecek varsayarak tükettiler. Her gün, her yıl daha da çok kestiler, ektiler, biçtiler, yaktılar, yıktılar, gezdiler, gördüler, ezdiler, geçtiler, kazdılar, denizleri, gölleri, akarsuları kirlettiler. Suların önüne barajlar kurdular, dağları deldiler, içinden yollar geçirdiler, her yere girdiler. Doğal kaynakların kontrolünü ele geçirdiler, savaştılar, sınırlar belirlediler, sınırları aştılar. Sonra bir noktada sanayi devrimi ve gelişim hareketlerine giriştiler, doğayı katledip çevreyi ve havayı kirlettiler. Öldürdüler, hayvanları ve hatta birbirlerini, canlıları öldürdüler. Her şey tükense de insanlar, her zaman çoğalmaya devam ettiler. 

Devrimler yaptılar, sadece daha güçlü olmak için nükleer enerjiler ürettiler ve bu da onlara yetmedi. Ne kadar güçlü olduklarını göstermek için atom bombası patlattılar. Her şeyi havaya uçurdular, tereddüt bile etmeden. Önce doğal yaşam alanlarını yok edip şehirler kurdular, sonra bu şehirleri de yine kendileri, yok olmanın eşiğine getirdiler. 

İnsanlar ormanları yaktılar, ağaçları kestiler, denizleri kirlettiler, ekosistemleri çökerttiler, buldukları her şeyi tükettiler ama yerine yenisini koymadılar. Sürdürülebilirlik gibi bir dertleri olmadı, işin orasını Dünya’ya bıraktılar…

COVID-19 ve Sürdürülebilirlik

Fotoğraf: Ashkan Forouzani

Bugün tüm dünyayı etkisi altına alan, hepimizi hiç beklemediğimiz bir zamanda çok güçlü bir şekilde sarsan, özgürlüklerimizi kısıtlayan, depresyona sokan, ekonomileri çökerten ama en kötüsü bugün itibarıyla 2.2 milyon kişinin ölümüne sebep olan COVID-19 pandemisinin de doğrudan sürdürülebilirlik ile ilişkisi var. İnsanlar, bunu göremediler… 

İnsanlar sürdürülebilirliği ve Dünya’nın sınırlarını göz ardı ettikçe “doğal kaynaklar tükeniyor”. Dünyanın kendi kendini yenileme hızının üzerine çıktık, doğal sürdürülebilirliğin önüne geçtik, tozu dumana kattık. Dolayısıyla Dünya, tükettilerimizin yerine yenisini koymaya yetişemez hale geldi. 

Ormansızlaşma Doğal Yaşamın Dengesini Bozdu

Fotoğraf: Juanita Swart

Ormansızlaşma, doğal yaşamın dengesini bozdu ve yaban hayatın kendi kendine sürdürülebilir bir şekilde var olduğu doğal yaşam alanları ve hayvanların türleri giderek azaldı bazı türler tamamen yok oldu. Yaşam alanı daralan vahşi hayvanlar, beslenmek ve hayatta kalmak için şehirlere karıştı, şehirlerdeki insanlar buna hazırlık değildi ve sonuçta işler kontrolden çıktı. Hâl böyle olunca insanlar, daha önce hiç karşılaşmadıkları yeni virüs ve hastalıklara maruz kaldılar. Bu bozulan denge elbette bir yerden patlak verecekti ve işte COVID-19 kendini böyle gösterdi! 

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), geçtiğimiz 100 yıl içinde 4 salgın uyarısı yaptı. Son 10 yılda ise durum çok daha vahim; dünyada bir salgın görülme ihtimali tam 10 kat arttı! Biyoçeşitliliğin, önüne geçilemez şekilde azalması, iklim değişikliği yaşanması, su ve doğal yaşam kaynaklarının tüketilmesi, salgın ihtimalinin bu denli artmasındaki başrol oyuncusuydu.

İnsanların 5’te 1’i Kurulan Sistemin İşlediğine İnanmıyor!

Fotoğraf: Ryoji İwata

Geldiğimiz noktada; dünyada yaşayan 5 insandan 1’i, kurduğumuz sistemin işlemediğine inanıyor. İşsizlik ve iş imkanlarının kısıtlı hale gelmesi milyonlarca insanı daha ciddi bir yoksulluğa sürüklüyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) raporuna göre dünya genelinde tarımsal kayıplar dahil çöpe giden ve israf olan gıda miktarı yıllık 1.3 milyar ton. Bunun parasal değeri ise 1 trilyon dolar olarak gösteriliyor. Bu nasıl bir yaman çelişki? Bir yerlerde insanlar aç ve başka bir yerlerde tonlarca gıda çöpe atılıyor… Türkiye’de de durum bundan farklı değil. Ülkemiz her yıl 14.5 milyon ton gıda çöpe giderken halkımızın %20’si açlık sınırının altında yaşıyor. Eşitsizlik, gelir farkları arttıkça bu uçurum ve çaresizlik daha da şiddetleniyor. 

Başta da yazdığım gibi: “Sürdürülebilirlik yoksa gelecek de yok!” 

Bunu sadece ben söylemiyorum, bilim insanları ve işin uzmanları da söylüyor. Üstelik araştırmalara dayanarak söylüyorlar…

Sosyal-ekolojik sistemlerin gelişimine dair disiplinler arası araştırmaları yürüten uluslararası bir merkez olan “Stockholm Resillience Center”, 2019 yılında Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Bilim Topluluğunun da onayladığı “9 GEZEGEN SINIRI” belirledi.

9 Gezegen Sınırı

  1. İklim Değişikliği
  2. Stratosferik Ozon Tabakasının İncelmesi
  3. Atmosferik Aerosol Yükleme
  4. Okyanus Asiditasyonu
  5. Biyo-jeokimyasal Akıntılar
  6. Temiz Su Kullanımı
  7. Toprak Sistemi Değişikliği
  8. Biyosfer Bütünlüğü
  9. Kimyasal Kirlilik

Bilim insanları tarafından belirlenen bu sınırların aşılması durumunda hepimiz kendimizi, dünyanın sonunu anlatan bir distopya filminin içinde bulabiliriz. Bu, sonun başlangıcı olur ve ne yazık ki bu sınırların üçü çoktan aşılmış durumda. Gelecekte yaşayabileceğimiz tüm korkunç senaryoları düşününce son bir yıldır yaşadığımız COVID-19 pandemisinin sadece bir fragman olduğunu söyleyebiliriz. 

Peki biz ne yapıyoruz? Gerçekten bir şeyleri değiştirmek için ne kadar çaba harcıyoruz? Bir taraftan gündelik hayatın koşturmacası ve diğer taraftan gelecek hayallerimizi gerçekleştirme çabası içinde “Büyük Resim” için gerçekten ne yapıyoruz? 

Sürdürülebilirliği Hayata Geçirmenize Yardımcı Olacak 3 Adım

Fotoğraf: Veeterzy Smqil

Sürdürülebilirliği hayata geçirmek anlamında benim sizlere çok önemli 3 önerim var. Dünyanın geleceği için büyük bir değişim yaratmak üzere sadece 3 küçük adım! 

1) İSRAF ETMEYİN! 

Gıdayı, suyu, enerjiyi ve zamanınızı israf etmeyin. Bugün bizim sahip olduğumuz her şeyi, gelecek nesiller de hak ediyor. Unutmayın, tasarruflu davranmak her zaman kazandırır!

2) KORUYUN!

Ormanları, denizleri, hayvanları, ekosistemleri, su başta olmak üzere tüm doğal kaynakları koruyun. Yaşadığınız çevreyi temiz tutarak, bir parçası olduğunuz toplumları bilinçlendirerek ve her anlamda iyi bir rol model olarak geleceğimizi koruyun.

3) CESUR OLUN!

Daha çok sorumluluk almak, daha duyarlı olabilmek, daha çok öğrenebilmek, kendinizi ve çevrenizdekileri iyi yönde geliştirecek gücü bulabilmek için cesur olun. Çünkü gerçekten iyi bir hayat sürebilmek cesaret ister!

Sür-dü-rü-le-bi-lir-lik.

Öyle basit bir şey değil ve evet zor bir adı var. Onu hayata geçirmek ise işte bu kadar kolay!

Sadece 3 küçük adım, öyle değil mi? 

Daha güzel bir gelecek dileğiyle…