KAIROS, Kazım Şimşek’in Direnç başlıklı kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Sanatseverlerin beğenisine sunulan gösteri, 17 Şubat gününe kadar galerinin Beyoğlu’ndaki mekanında görülebilir.
Sergiyi gezerken, bir resmi niçin beğendiğimize dair bir sohbetin içinde buldum kendimi. Pek çok farklı kategoriden yaklaşmanın mümkün olduğu bu soru, şimdi ise ‘’sahiplik’’ üzerinden tartışılıyordu. Kendimizde var olan, tanıdık/alışık bulduğumuz şeyleri mi beğeniriz, yoksa tamamıyla yoksunu olduğumuz resimleri mi?
Bu sorunun cevabını seve seve sizlere bırakabilirim. Fakat aynı soruyu bir de Kazım Şimşek’in resimlerini seyrederken kendinize sormanızı tavsiye ederim. Çünkü öyle sanıyorum ki bir sorunun cevabını nerede aradığımız kadar, hangi anda aradığımız da kıymetlidir.
Sanatçının olup biteni nereden seyrettiğine karar vermek oldukça basit. Çünkü bu konuda pek de sınır tanıyormuş gibi gözükmüyor. ‘’Oradalık’’ hususunda fazlasıyla ısrarcı olduğunu çarpıcı bir şekilde hissettiğimiz sanatçı, öte yandan müdahil olma hususunda gayet mesafeli görünüyor. Hızlıca laboratuvar soğukluğuna dönüşebilecek bu konumlanış, Şimşek’in olup bitenle farklı zeminlerde kurduğu bağlarla kaynaşarak bir anda dağılıveriyor. Artık şeylere kaba addedilebilecek bir apaçıklıktan ve fakat coşkulu bir ilgiyle bakıyoruz. Bana kalırsa bizi uçurumun kenarına vardıracak şey, ‘’Hangi an?’’ sorusuna cevap aramak olacaktır.
Şeyler, kendi oluşları içerisinde bütün merhalelerinin toplamı olarak anımsanır. Bu bir bakıma ortalama, çoğu zaman tanımın en hakiki ve tutkunun en yüksek olduğu ana isabet etmeyebilir. Sözgelimi ‘’aşk’’ dendiğinde salt bir şekilde iki öpücük arasındaki mesafeyi değil, şairin de bahsettiği üzere ona ‘’dahil’’ olan her şeyi anımsarız. Şimşek; gözlerini diktiği fikir/his/hikayeden öyle bir anı seçiyor ki, bu an tekil bir merhalesi olduğu oluşun bütün pozlarını üzerinde taşıma kabiliyetine sahip. Böylece belki de biraz idealist bir düşünceyle neredeyse ‘’asıl olanın’’ ötesine geçen bir imgeyi seyretmekle kalmıyoruz. Aynı zamanda bu ‘’an’’ bizleri kendi öncesi ve sonrasına ikna ediyor. Sanırım artık dural olan bu seyirlikte hala ‘’hareket’’ hissini barındıran şey de bu…
Seçilen veya kendini seçtiren bu anların, içinde barındırdıkları bütün pozlara rağmen ‘’hikayenin’’ muhteviyatını bir tepside sunuyor oldukları düşünülmesin. Bilakis ‘’seyretmemiz önerilen’’ şeyler henüz orada bile değiller. Ama yokluklarından da söz edemeyiz. ‘’Yokluktan söz etmenin’’ kulağa biraz deli saçması geldiğinin farkındayım. Bunun için sanatçının sergide bulunan ‘’Süt’’ ve ‘’Sabır’’ başlıklı işlerine bakabiliriz.
İki resimde de ‘’şeylerin’’ yokluklarına tanık oluyoruz. Fakat bütün dışlayanları ile oradalıklarına kani olmuş durumdayız. Sabır’da figür, bütün bir karmaşanın ortasında bir çiçeği hınçla kendine çekiyor. Oysa sanatçının deyimiyle ‘’Bir çiçeği çekiştirerek büyütemezsiniz.’’ Süt’te ise iki figürün, görece daha yaşlı olduğu hissine kapıldığım bir başka figür karşısında medet umuyormuşçasına duruşlarına bakıyoruz. İki resimde de verili olan orada değil. Fakat yokluklarından söz edemeyeceğimiz kadar ikna ediciler. Belki de Şimşek’in işlerini seyrederken içimizde uyanan ‘’sınırdalık’’ hissi buradan açılıyordur; bizi uçurumun kenarına vardıracak olan ‘’o anın’’ bunca parlak bir şekilde işaret ediliyor oluşundan…
Kapak Fotoğrafı: Kemik, Kazım Şimşek