Güncelleme Tarihi: 23 Ağustos 2023
20’li yaşlarımda, Fransa’da okurken tanıştığım Kolombiyalı bir arkadaşım, her hastalığın aslında bizim kendimize itiraf edemediğimiz ruh ağırlıklarımızın sözcüsü olduğunu söylemişti.
Fransa’da yaşadığım 6 sene sonsuz bir yalnızlık ve aşırı bir sosyalleşmenin arasında yoğun ve güçlü iniş çıkışlarla geçti.
1 hafta boyunca kendi isteğimle hiç evden çıkmadan yaşadığım, çöpümü dahi camdan sokaktaki konteynere atarak geçirdiğim günlerim oldu.
Bu arada özellikle belirtmek isterim. Bu 6 sene boyunca hiç televizyonum olmadı. Bir ay içinde 32 film izlemişliğim de var.
Bu dönem özellikle günümüzde çok moda olan düşünce gücü, kişisel gelişim kitapları hiç okumadım. Günümün yaklaşık minimum 6 saati kütüphanelerde geçiyordu. Okuduğum kitaplar genellikle, sanat tarihi, tarih, felsefe, edebiyat, sosyoloji ağırlıklıydı.
Kişisel gelişim ve türevi kitaplar okumamama rağmen, bu dönemde başıma gelen tüm sağlık sorunlarımı bedenimle konuşarak çözdüm. Doktor ziyareti ya da ilaç olmadan.
Nasıl mı? Bir sabah uyandım ve çok kötüydüm. Okulda da önemli bir sınav var.
Ne eczaneye gidecek halim, ne de bunu benim için yapacak bir ev ahalim vardı.
Ben de yatakta doğruldum ve hücrelerime şöyle dedim : ‘’Arkadaşlar bugün ben okula gidiyorum. Çünkü bu önemli bir gün. Siz de isteseniz de istemeseniz de benimle geleceksiniz. Bu sebeple bence şu an toparlanıp benimle uyumlu hareket ederseniz siz kazanırsınız. Yoksa ben hayatıma devam ederim, siz de içeride sürünürsünüz.’’
Peki sizce ne oldu?
Hücrelerim beni dinlediler ve mutlu mesut okula gittik.
Bundan sonra belim tutulduğunda da, ayağım burkulduğunda da ya da elim kapıya sıkıştığında da hep bu yöntemi kullandım.
Kendimi Superman gibi hissediyordum.
Bu gücün en önemli sebebi de yalnızlığım, düşünme alanımın sınırsızlığı ve özgürlüğümdü.
Fransa’da yaşadığım 6 senenin sonunda, 2004’de Türkiye’ye döndükten sonra, kendimi güçlerini kullanamayan bir Superman gibi hissetmeye başladım.
Bunun sebebinin, burada yalnızlık, yalnız kalmak, kendine dönmek, kendinle konuşmak hatta hatta hücrelerinle konuşmak gibi şeylerin delilik gibi görünmesi olduğunu düşünmedim değil.
Mesela ben yurt dışında okuduğum yıllarda tek başıma restorana, seyahate, alışverişe, sinemaya giderdim. Bunları yalnız yapıp, ardından gördüğüm okuduğum şeyleri hazmetmeye çalışır ve ardından bunların bende kalanlarını hayatımda karşıma çıkan insanlarla paylaşırdım.
Bu 6 sene o kadar derin ve yoğun yaşadım ki, neredeyse bu senelere ait fotoğrafım yok ama okuduğum tüm kitapların içinde notlar, yazdığım bir sürü şiir, günlüklerim, yazdığım ve bana yazılan onca mektup var.
Yaşadıklarımı i-cloud’da değil, ruhumda stokladığım yıllardı bunlar. Bu sebeple bu yaşadıklarımın içinde çok kötü ve zor olanlar dahi, beni öldürmediyse güçlendirdi. Kendime ve başkalarına bakmayı öğrendim.
Aslında tam olarak öğrendim diyemem. Doğru ifade, bakış açısı kazandım olabilir.
Türkiye’ye döndüğümden beri hep yakındığım konu bu süper güçlerimi kaybetmekti. Oradaki yalnız ve yalın hayatımı özlüyordum. Kendi bedenimin ve ruhumun hakimi olduğum yılları. Acıyı kabul edebildiğim ve bununla savaşmak yerine, bunu yönetebildiğim günlerimi.
Koronavirus bana bu günlerimi hatırlatıyor. Sanki evren kendi bahar temizliğini yapıyor. Bu aslında tüm gücünü kaybeden Superman’lere güçlerini iade etme fırsatı sunan bir olay.
Ve bu öyle bir olay ki, kaçış mümkün değil… Ronaldo gibi ada satın almak izole olmak isteseniz de size ulaşan bir tek üründeki virüs bile her şeyin sonu olabilir.
Kaçış yoksa uyanış olmalı. Kendimizin üzerine kurduğumuz rüyalardan uyanmalı, özümüzün gerçeğiyle tekrardan kaynaşmalıyız.
Tüm gücün kaynağına o zaman varabiliriz.
Bence bunu yapabiliriz…