Hoyrat Karadeniz’(imiz)e Sahip Çıkalım

Güncelleme Tarihi: 18 Ağustos 2023

Yeşilinin gücünün görünürlüğü açıktır. Hak etmediği bir beton sürüsünün etrafını kuşatmak zorunda bırakılmış dramatik bir ton düşünün. Bir gün bile uykuya dalmayan ama  bir anlığına uykuya dalmış onca insanı içine çeken, adıyla müsemma bir deniz. Yaşam koşulları pek kolay değildir ve verdiği her bir ürünün karşılığını, binbir fedakarlıkla geri ister Karadeniz. İnsanı kolay ayırt edilebilir. Kadınını nerede görseniz anlarsınız; ister şehir, ister köy. Hatırı sayılır bir dominantlık, esprili ve bir an bile yerinize oturduğunuz için sizi pişman edecek kadar ölçülemez bir çalışma arzusu. Köyde yaşayan Karadeniz kadını için sevgi ve mutluluk, daha çok çalışmak demektir. Şehirli bir Karadeniz kadınının da bir plazayı uyuma mekanı olarak değerlendirdiğini göremezsiniz. Lütfen diğer kadınları pasifleştirdiğim düşünülmesin. Siz de bilirsiniz ki bazı sivri özellikler ister istemez toplumda belirgin bir şekilde göze batar. Benim de aslında değinmek istediğim bu özellikler. 

Burada bulunduğum süre içinde şunu da fark ettim; silah sahibi erkekler ki; sayıları pek az değil, belki de kadınların baskın oluşundan, her bir olayda silahına sarılıyor. Askere biri mi gidecek, uçaklara haber salalım. Toprak ürün mü verdi, bulutlara haber salalım; düğün dernek mi var, yıldızlara haber salalım. Bu bariz kimliğini öne çıkarma arzusu, bol oksijenle birleştiğinde ortaya ani öfke patlaması ve kendine has bir espri tarzı ortaya çıkarıyor. Bu iki uçlu durum, Karadenizlilerin, doğal bir refleksi haline gelmiş. 

Çiğ Tanesi ile Bir Olmak

On üç-on dört yaşlarımda sabahın çok erken saatinde uyanmıştım. Yabani kayın ve dayanıklı gürgen ağaçları, hızla akan derenin sesi, sadece yöre insanının kendini ele geçirmesine izin vermiş puslu dağları. Gözlerimi kapattım. O uyum halindeki gürültülü harmoniye uyum sağlamak başta zor oldu. Sonra ister istemez bu gücün içine çekildim. Yere baktım. Otların üzerine çiğ düşmüştü. Çiğ tanesi ile ilgili şeylere şiirlerde, romanlarda rastlardım. Orada onunla karşı karşıyaydım. Zaman bize karışamazdı. Ne bir kural, ne bir inanç, ne de bir haksızlık. Ara ara o anı anımsıyor, yalnız hissettiğim zamanlarda, kendimi çiğ tanesiyle bir hissedip, günümü gün etmeyi deniyorum. 

Karadeniz’in Sert Doğa Kanunları

Ülkenin bu iyi niyetli yeşiline sahip Karadeniz, merak ediyorum da fütursuzca çoğalan insan dostlarımızın numunelik evleri yüzünden, kendini bir gün rüyalar aleminde bulacak mı? Ya da her mevsime yayılan yağmurları bir gün yer altına çekilecek mi? Düşmanı dışarıda aramak, günün sonunda çaresizliğe sımsıkı bağlanmayı getiriyor. O yüzden öncelikle yöre insanının bu bonkör topraklara sahip çıkması gerekmiyor mu? Sıcak ülkelerden gelen insanlar biraz da serin evlerde otursun diye yerel kanallarda reklamı yapılarak satılan topraklar, kim bilir ileride karşımıza ne gibi hikayeler çıkaracak. Doğası evcilleşmeye müsait hale getirilmiş olabilir ama bildiğim bir şey varsa o da Karadeniz’de denize paralel yüzülmesi gerektiğidir. Birçok balık türü yok olmuş olsa bile, suyun kanunları hala serttir.