esra ilter demirbilek

Yazar Esra İlter Demirbilek ile Çocuk Edebiyatı Üzerine…

Esra İlter Demirbilek, uzun yıllardan beri çocuklara yönelik pek çok farklı eseri bizlerle buluşturuyor. Sanatçı, kendi deyimiyle konuşmadan önce çizmeyi öğrenmiş… Altın Kitaplar, Tudem, Doğan ve Egmont, Çizmeli Kedi gibi Türkiye’nin tanınmış yayınevlerine çizimler yapan Demirbilek’in en sevilen çocuk kitaplarının resimlenmesinde de imzası var.

Yalnızca yazılı eserler ortaya koymayan, aynı zamanda sık sık çocuklarla mizah yazı atölyeleri bilim üzerine eğlenceli sohbetler gibi etkinlikler de düzenleyen Esra İlter Demirbilek’in, Çılgın Deneyler Kulübü ve Yeryüzü Takımı isimli serileri de Doğan ve Egmont Yayıncılık üzerinden okuyucularla buluşuyor.

Esra İlter Demirbilek’e hem eserlerini hem de yazarlık serüvenini sorduk. Keyifli okumalar…

“Doğa sevgisini hatırlatmak istedim…”

çılgın deneyler kulübü

Çılgın Deneyler Kulübü’nden Kayıp Yıldızın Işığı’na, Yeryüzü Takımı’ndan Ne Harika Bir Gün’e uzanan macera dolu bir serüven… Nasıl başladı bu yolculuk?

Öncelikle merhaba! Böyle harika bir dergide bana da yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim. 

Çocukluk çağlarımda ilgi duyduğum mizah dergilerine özenerek kendi çapımda karikatür çizmeye başladım. Ortaokul sıralarında kendi yarattığım karakterlerin çizgi maceralarını yazıp çiziyordum. Üniversiteden mezun oluncaya dek böyle devam ettim. 

İş hayatına atılınca çizim için yeterli vaktim olmuyordu ama yazmayı hiç bırakmadım. Kayıp Yıldızın Işığı isimli fantastik romanım, çalıştığım dönemde kaleme aldığım bir eserdi. Yıllar sonra mühendislik kariyerime annelik sebebiyle ara vermek istediğimde çizim yeteneğimi profesyonel olarak değerlendirmek istedim ve portfolyomu yayınevlerine gönderdim. 

Bir süre çocuk kitapları resimleyerek yayın dünyasına girmeyi başardım. Ardından aslında bir çizgi roman projesi olan Çılgın Deneyler Kulübü’nü editör bir arkadaşımın cesaretlendirmesiyle bir kitap projesine dönüştürdük. Sevgili Gamze Tuncel Demir’e çok teşekkür ederim. Böylece yayın dünyasına yazar olarak da dahil oldum. 

Çılgın Deneyler Kulübü kısa süre içerisinde dikkat çekince diğer yayınevlerinden de çeşitli projeler gelmeye başladı. Mühendislik mezunu olduğumu bilen ve kurumsal hayatta çevre ve sürdürülebilirlik, enerji tasarrufu vs. konularında çalıştığımı bilen bir başka editör arkadaşımdan çevre konusunda ne yapabiliriz diye teklif gelince çok heyecanlandım. Uzun yıllar sanayi alanında faaliyet gösteren firmalara enerji tasarrufu, verimlilik ve sürdürülebilirlik konularını anlatmaya çalışmıştım ancak biz yetişkinler alışkanlıklarımızı değiştirmekte çok zorlanıyoruz maalesef. Bu konuyu çocuklara anlatacak olmak benim için büyük bir şanstı ve aklıma Türk Mitolojisi geldi. 

Her eski kültürde olduğu gibi bizim atalarımız da doğa ile iç içe yaşıyordu ve doğaya müthiş bir saygı ve sevgi duyuyordu. Ne olduysa sonradan biz o doğadan koptuk ve onun bir parçası değilmiş de onun sahibiymiş, kaynaklar sınırsızmış ve sadece insanlığa aitmiş gibi bencil davranmaya başladık. İşte akıl yoluyla ikna olduğumuz doğruları, kalbimizi de işin içinde dahil etmeyince tam olarak idrak edemediğimiz gerçeğinden yola çıkarak bu konuyu atalarımızdan miras kalan doğa sevgisini de hatırlatacak bir formatta kaleme almaya karar verdim. 

Editörüm Keriman Güldiken ile birlikte bir risk aldık ve mitoloji gibi çok fantastik bir kavram ile bilimsel gerçekleri bir araya getirerek Yeryüzü Takımı serisini ortaya çıkardık. İlk kitabı 25. baskısını yapan Yeryüzü Takımı, şu an Türkiye’nin pek çok okulunun okuma listesinde olan ve çocuklar tarafından çok sevilen bir eser haline geldi. Bundan çok mutluyuz. Şu anda Çılgın Deneyler Kulübü ve Yeryüzü Takımı serisi Doğan Çocuk Kitapları etiketiyle çıkıyor. 

Bu arada 20 yıl kadar önce kaleme aldığım fantastik romanım çocuk kitaplarım kadar şanslı olamadı, bir türlü basılamadı derken o da geçtiğimiz yıl yayıncısını buldu. Bu kitap da benim için çok özel bir eser. Bir genç kadının gerçek ruhunu bulmak için çıktığı bir yolculuğu anlatıyor. Aslında kendi hayat hikâyem desem yalan olmaz. Genç yetişkin ve yetişkin okurlarımın beğenisine sunduğum bu eser de Narsist Kitap etiketiyle raflarda… 

Kitaplarında kahramanlarının hep bir ekip olarak hareket ettiğini görüyoruz. Çılgın Deneyler Kulübü’nde çocuklar, birlikte çalışarak drone yarışmalarına katılıyor. Yeryüzü takımında yine çocuklar bir araya gelerek İklim krizine karşı birlikte mücadele veriyor. Öykü bir kahramanın peşinden değil de bir arkadaş grubunun peşinden akıyor. Bu tercihin edebi sebebini öğrenebilir miyiz?

Kitaplarımda ana tema dışında birçok alt temayı işliyorum. Girişimcilik, birlikten kuvvet doğması, güncel iletişim teknolojilerinin toplumsal kültürü ne şekilde değiştirdiği, rekabet, iş birlikçi projeler, yardımlaşma, problemlere karşı çözüm üretme gibi… 

İnsanlığın koca koca medeniyetler kurmasının altında yatan asıl kaynak zekâsı değil o zekâların birbiriyle olan bağlantısı ve iletişimdir. Enformasyon akışı ve yaratıcılıktır, hayal gücüdür. İnsanlar ölür ama bilgi kalır, yayılır, çoğalır, herkes kendinden bir şey katar ve gelişerek ilerler. 

Sevgili Prof. Dr. Türker Kılıç Hocamın “Yeni Bilim: Bağlantısallık, Yeni Kültür: Yaşamdaşlık” kitabında da belirttiği üzere hayata “ben” değil “biz” gözüyle bakmak gerektiğini düşünüyorum. İnsan dışında doğadaki hiçbir canlı “Doğa benim için var.” demiyor. “Ben doğa için varım.” diye düşünüyor. 

Dolayısıyla ben de bu sinerjiyi yansıtmak istedim bu kitaplarda. Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Artılarımız kadar eksilerimiz de var. Birbirimizle kıyasıya rekabet etmek, karşı tarafın eksikleri yüzüne yüzüne vurup kendi egomuzu yüceltmeye çalışmak beyhude bir yaklaşım. Oysa yükselirsek hep birlikte yükseleceğiz. Hep birlikte artılarımızı ve eksilerimizi sevsek; ki artılarımız kadar eksilerimiz de bizimdir, sevmek gerekir ve orada büyük potansiyel vardır, onları ortaya koysak, benim eksimi senin artın tamamlasa, senin eksini ben artıya çevirsem mesela, bu dünya bambaşka bir yer olmaz mıydı? 

İşte bu yüzden kahramanlarımız bir ekip… O dört çocuk bir araya gelerek gerçek kahramanlığı yaratıyor. Yeryüzü Takımı’nda da görüyoruz ki Umay Ana ve yeryüzünün çocukları birleştiğinde asıl macera başlıyor. 

Bu bencillik durumundan Yeryüzü Takımı’nda şöyle bahsettim: Türk Mitolojisi’ndeki Yeraltının Hükümdarı “Erlik Han” karşımıza hem kötü karakter olarak çıkıyor, hem de aslında içimizdeki “bencil” yönümüzü yüzümüze vuruyor. Bu yüzden tek karakter üzerinden ilerlemek yerine hepimizin ortak payda bulup önce kendimizi sonra birbirimizi tüm yönlerimizle sevip sayabileceğimiz bir ortam yaratmaya çalıştım. Umarım başarılı olmuşumdur. 

“Doğadan alacağımız çok ilham var.”

esra ilter kitap

Doğa, küresel ısınma ve iklim krizi konularında oldukça duyarlı temalara sahipsiniz. Olan bitene karşı kayıtsız kalmayıp çocukların dünyasında çözüm arayışınız olduğunu görüyorum. Çocuk edebiyatına olan tutkunuz dünyayı iyileştirme arzusundan doğmuş olabilir mi?

Bu dünyayı iyi bir yer haline getirmek de yok etmek de bizim elimizde… Bugün yaşadığımız doğa ve çevre sorunlarının kaynağının aslında sevgisizlikten geliyor. Doğanın parçası olduğumuz gerçekliğini unutmamız, kaynakların sadece bize ait olduğu düşüncesiyle hareket eden egomuz olduğunu görüyorum. 

Bu dünyanın kaynakları sadece insanlara da ait değil aslında. Bitkiler, hayvanlar, böcekler… O yüzden üretmeden ihtiyaç dışı tüketmek çok doğru değil, tükettiğinin yerine yenisini ya da alternatifini koymak gerekiyor. Diğer canlıları ve gelecek nesilleri düşünmeden kaynakları gereksiz harcamak bencillikten başka bir şey değil. 

Bence bencil bir insan kendini de sevemez. Çünkü bilir ki bizler tek başımıza var olamayız. Ancak başkalarıyla bizler var oluruz. Mesela ben bir yazarım. Okurlar olmadan yazar olabilmek mümkün mü? 

Her şeyin temelinde karşılıklı sevgi ve saygı var. Zaten bu sevgisizliği ortadan kaldırdığınızda insan doğanın sadece kendisi için olmadığını, aslında kendisinin doğa için var olduğunu rahatlıkla görecektir. 

Yaprağın üzerindeki böceğin, yeraltında büyüyen mantarın derdine ortak olduğunuzda, tıpkı Kızılderililer gibi sessiz kalmayı becerip doğaya kulak verebildiğimizde o müthiş uyum ve dengeyi görebiliriz. O sessiz, sakin sandığınız bitkilerin aslında ne kadar güçlü ve birbirleriyle iletişim ve iş birliği içinde olduğunu fark edersiniz. 

Bu fantastik bir şey de değil ayrıca, mikoriza denilen mantar türü ile bitkiler birbiriyle haberleşebiliyor, tıpkı bir internet ağı gibi. Koca bir ormana bir zararlı böcek dadandığında tüm ormanın bundan haberi oluyor. Biz insanlar daha bu seviyeye gelemedik desem yalan olmaz. Koca binalarda yaşıyor ve yan komşumuz kim tanımıyoruz. Doğadan daha alacağımız çok ders ve ilham var. Saygı duymamak mümkün değil.

Okuyucularınızdan nasıl geri dönüşler alıyorsunuz? Kitaplarınıza yapılan yorumlar bir sonraki yazma serüveninizi etkliyor mu?

Sık sık okul etkinliklerine davet ediliyorum. Çocuklarla ve gençlerle bir arada olmayı çok seviyorum. Onlardan aldığım geri dönüşler elbette çok önemli. 

Dijital kültür sayesinde hayatımız hızla değişiyor ve biz geleneksel dünyada doğmuş nesil olarak bu yeni kültüre adapte olmamız, çocuk ve gençleri daha yakından tanımamız için şart. Yeni nesil için görsellik çok ön planda. Hareket ve aksiyon arıyor. O yüzden bunu önemsiyorum. Yazarken görsel düşünerek yazan birisiyim. Yani önce sahne gözümde canlanır ve sonra onu metinle ifade ederim. Bu yüzden sık sık “Sinema gibi gözümüzde canlanıyor, keşke animasyonu da olsa,” yorumları alıyorum. İnşallah bir gün animasyon ya da film olarak da okurla buluşurlar.

“İstenen nitelikte olmayan pek çok eser var.”

yeryüzü takımı

Son yıllarda çocuk kitaplarına olan ilginin artmasıyla çocuk kitapları sayısında müthiş bir artış olduğunu görüyorum. Çocuk edebiyatı alanındaki bu gelişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Elbette çok sevindirici bir durum. Özellikle pandemi döneminde insanların yazmaya ve çizmeye çok ilgi gösterdiğini görüyoruz. Çevrim içi atölyeler sayesinde pek çok kişi yeni hobiler edindi, hatta bazıları bunu profesyonel platforma taşıdı. Bu çok güzel. Ama her şeyde olduğu gibi bunda da olumsuz bir taraf var ki bahsetmeden geçemeyeceğim. 

Şüphesiz yazılan her metin ve çizilen her resim değerlidir ama bu basılmaya uygun olduğu anlamına gelmez. Birçok yazar arkadaşım da bu konuya katılacaktır, bizlerin basılmış eserleri yanı sıra basılmamış çok daha fazla eserlerimiz kenarda köşede bekliyor. Üzerinde yeterince çalışılmamış, yeterlilikle olmayanlar ya zamanını bekliyor ya da hiç basılmayacaklar. Özetle bir yazar bile olsak her yazdığımız basılacak demek değil bu durum. 

İnsanların yazma/çizme heveslerinin bazı kurumlar tarafından istismar edilmesi, bu kurumların bunu para kazanma aracı olarak görmesi hem edebiyat alanında hem de yazar/çizer adaylarına zarar verebiliyor. Şöyle ki gelen metinler ve çizimler belli bir yeterlilik aranmadan, yazarlardan yüklüce ücretler alınarak basılabiliyor. Bu çok doğru bir çalışma şekli değil bence. Yayınevleri normalde basmaya karar verdiği eserin kullanım hakkı için sözleşme yapar ve yazarı bunun karşılığında belli bir telif öder. Sizden para istemez. Self publishing dediğimiz sistem ülkemizde çok yeni ve henüz tam oturmadı. 

Çizer olarak da bazı kafa karışıklıklarıyla karşılaşıyoruz, yazar adaylarımdan en sık gelen sorulardan bir tanesi de “Bir kitap yazdım, resimler misin?” sorusu mesela. Üzerinde editör çalışması yapılmamış bir metni resimlemek çok risklidir. Ben sosyal medya hesabımda bu konu ile ilgili bilgilendirici videolar koymaya çalışıyorum ama gözlemlediğim kadarıyla bu konu ile ilgili bilgi eksikliği ve doğru bilinen yanlışlar çok fazla. Kitap resimleme süreçleri böyle olmuyor. Resimleme işi, hele ki ilk kitabınız yayınlanıyorsa yayınevinin sorumluluğundadır ve mutlaka yazar-çizer-editör birlikte çalışmalıdır. 

Bu süreçlerin sağlıklı yürümemesi ve bilgi eksikliği sebebiyle raflarda yeterli düzeyde editoryal çalışması yapılmamış, resimleri istenilen nitelikleri taşımayan pek çok eser görüyorum. Burada okurların çok bilinçli olması ve ona göre seçim yapması gerekiyor. Neticede çok dikkatli olmamız gereken bir alandayız, çocuk edebiyatından bahsediyoruz. Ayrıca kâğıdın, işçiliğin, enerjinin, kaynakları verimli kullanmanın önemli olduğu bir çağda, raflarda onlarca yıl duracak ve satmayacak olan kitaplar için de üzülüyorum. 

Yazar ve çizer adayları için bir risk de şu; ilk eserim hemen basıldığına göre artık ben yazar/çizer oldum sanrısına kapılabiliyorlar ama işte bu durum çok tehlikeli… Çabuk eriştiğimiz bir şey değerini kısa süre içinde kaybeder. 

Kendi yazarlık serüvenimden örnek vermem gerekirse, ilk dosya başvurularım hep hayal kırıklığı ile geçti. Ama yılmadım. Aldığım her ret sonrası kendimi daha da geliştirmek için çok zorladım. Kayıp Yıldızın Işığı tam 20 yıl sonra basıldı mesela. Üzerinde onlarca revizyon oldu. Ama bu çalışmadan elde ettiğim tecrübe daha sonra kaleme aldığım eserlerde kendini gösterdi. 

Beni bugünlere getiren işte bu efordur. Yazdığı ilk metin, hele ki üzerinde doğru bir editör çalışması yapılmadan yayınlanan kişi bu efordan ve kendini geliştirmekten de mahrum kalıyor ne yazık ki. Tabii istisnai durumlar da olabilir, gerçekten müthiş bir eser de çıkabilirler. Önyargılı olmak istemem. Ben sadece genel olarak gördüğüm bir durumu özetlemek istedim. 

Biraz sabır, azim ve bol pratikle çok çok daha iyi bir noktaya gelebilecekken vasatla yetinmek bana göre değildir o yüzden de ben her sefer bir önceki eserimden daha iyisini üretmeyi amaçlarım, herkese de bunu öneririm. 

Acele etmeyin. Kurumsal hayatta aldığımız eğitimlerde öyle söylerlerdi: İşinize/ürününüze aşık olmayın! Önemli olan yaptığınız şeyin karşı tarafta bir karşılık bulup bulmayacak olması. Eğer okunmak istiyorsanız okurları çok iyi tanıyıp ne beklediklerini iyi analiz etmek gerekiyor. Önemli olan sizin beğenmeniz değil okurların beğenmesidir. O yüzden yazdığınız bir metni kenara koyun. Altı ay sonra okuduğunuzda (ki o zaman okurlar yerine kendinizi daha rahat koyabilirsiniz) da beğeniyorsanız işte o zaman yayınevlerine yollayın. Bugün filmleri milyon dolar hasılatlar yapan Harry Potter serisinin yazarının kaç kere reddedildiğini yazmama gerek yok sanırım. İşte o yüzden Harry Potter böyle bir yere gelebildi. Bunda yazarın sürekli daha mükemmeli yakalama arzusu, azmi ve sabrı var. 

“Oğlum Alp ve arkadaşlarından ilham aldım.”

Kahramanlarınızı yaratırken, tasarlarken, çizerken etrafınızda özellikle ilham aldığınız çocuklar oluyor mu?

Çılgın Deneyler Kulübü, oğlum Alp ve arkadaşlarından ilham alarak yazdığım bir eserdi. Elektroniğe çok meraklı oğlum, evde sürekli bir şeyler icat ediyordu. Bu da bana ilham verdi. Ayrıca kitapta da geçen “Baha Dayı” da aslında benim dayım. Çocukken bize anlattığı hikâyelerle bilim ve teknolojiyi sevdiren dayım her zaman bana ilham olmuştur. 

Yeryüzü Takımı’nda ise konu çevre olunca, mitoloji de işin içine girince temel elementler kavramı gündeme geldi. Bu dört temel elementi, Türkiye’nin dört farklı köşesinden dört çocukla anlatabileceğimizi düşündük ve öyle yola çıktık. 

Son kitabınız “Ne Harika Bir Gün” diğer kitaplarından çok farklı görünüyor. Daha küçük çocuklara hitap ediyor. Nasıl çıktı bu kitabın hikayesi?

“Bir çizer olarak bugüne kadar pek çok yazarın resimli kitabını resimledim ama neden hikâye kitaplarım dışında hem yazıp hem resimlediğim bir resimli kitabım yok?” diye düşünürken de “Ne Harika Bir Gün!” kendiliğinden geliverdi. Akıl defterime not aldığım bir metinden yola çıktık ve sevgili editörümle metin üzerinde çalıştıktan sonra çizimlere geçtim. 

Hikâyenin kahramanı Mert ve köpeği Bobo’nun sıkıcı ve yağmurlu bir günde neler yapabileceklerini konuşmalarıyla başlıyor ve eğer istersek mutluluğun sadece bir adım ötede olduğunu bize anlatıyor. 

Gerçekten de öyle, mutlu olabilmek için illa birçok şeye sahip olmamız ya da etrafımızda kalabalıkların olmasına ihtiyacımız yok, kendi kendimize mutlu olabiliyorsak bunu başarabiliyorsak hayatta her şeyi başarabiliriz. 

İtiraf etmem gerekirse bugüne kadar yazmakta en çok zorlandığım kitap oldu. 300 küsür sayfalık romanı yazmak, resimli kitap metni yazmaktan çok daha zormuş, bizzat deneyimledim. O yüzden yazmak isteyenlere tavsiyem önce kısa hikâyelerden başlamak olur. Resimli kitap metinleri çok farklı bir mantıkla kaleme alınıyor. Umarım bir gün bununla ilgili de bir röportaj yaparız. 

İş Bankası Yayınları tarafından okuyucunun beğenisine sunulan kitabımız umarım okurların ve ebeveynlerin beğenisini kazanır.  

Kitapları yüz binlerce satmış çok başarılı bir yazarsınız. Aynı zamanda birçok kitabın ve derginin de çizerisiniz. Hangisi daha zor ya da hangisi daha kolay? Yazar olmak mı? Çizer olmak mı?

Çok teşekkür ederim… Her ikisi de farklı disiplin gerektiriyor. Kendine göre kolay/zor yönleri var ve bu çok göreceli. 

Genel olarak yazar/çizerleri zorlayan şartlardan bahsetmek gerekirse pandemi dönemi de dahil olmak üzere, ülke ve dünya gündeminde geçtiğimiz son birkaç yıldır, öyle olaylar oluyor ki hayat duruyor… Ve biz sanatçıların bu üzücü ve zorlu şartlarda dahi morallerini yüksek tutması ve kesintisiz, aynı motivasyonla üretime devam etmesi gerekiyor. Bu çok zor gerçekten. 

Çünkü biz çocuklar için üretim yapan sanatçıların asıl böyle zamanda üretime katkı sağlaması o kadar önemli ki… 

Mesela geçen sene davetli olduğum bir okulda etkinlik sonrası bir çocuk yanıma geldi. “Sizin kitaplarınızı çok beğeniyorum.” dedi. Teşekkür ettim. Ve sonra şöyle devam etti. “Ama hepsi Hatay’da kaldı.” O an durumu anladım ve “Hiç üzülme,” dedim. “Bende hepsi var.” Ve sonrasında o çocuğa tüm kitaplarımı imzalı olarak yolladım. Öğretmeninden öğrendim ki o çocuk normalde gerekmedikçe kimseyle konuşmuyormuş. Kimseyle konuşmayan çocuğun kitaplarım aracılığıyla benimle iletişim kurmaya çalışması biz çocuk ruhuna dokunan sanatçıların önemini anlatması açısından somut bir örnek olduğu için sizinle paylaşmak istedim. 

Kendi adıma zor/kolay yönleri sıralamam gerekirse, mesela çizim yaparken çevre koşulları çok önemli değil. Sohbet ederek, dizi izleyerek de yapabilirsiniz. Hele şimdi mobil tabletlerle gittiğiniz her yerde çizim yapabilirsiniz. Bu çok keyifli ve havalı bir şey…

En zor yönü bir başkasının hayalinde canlandırdığı ve tarif ettiği şeyi yakalayıp çizmek ve dahası kendinizden de bir şeyler ekleyebilmek. O dünyanın gerçekten içine girmeniz gerekiyor. 

Eğer resimlemesini bekledikleri hikâyenin içine giremiyorsam çizmiyorum. Bu ilgi alanıyla da alakalı olabiliyor, hikâyenin türü ve akışla da alakalı olabiliyor. 

Yazar olarak en zorlandığım konu uygun çalışma ortamını yakalamak. Mutlak sessizlik arıyorum ve kesinlikle bölünmekten hoşlanmıyorum. Gelen bir kargo, çalan bir telefon beni deli ediyor. Yazarken karakterleri canlandırıyorum, sesli konuşuyorum, bağırıyorum, ağlıyorum tıpkı tiyatro oyuncusu gibi o karakteri oynamadan metni yazamıyorum. Haliyle ev halkı deli muamelesi yapabiliyor. Gün içinde herkesi evden gönderdikten sonra, ya da gece herkes uyuyup Whatsapp’tan mesaj gelmediği, telefonun çalmadığı zamanları tercih ediyorum. 

“Bir beğeni, bir yorum bizim için çok değerli…”

yazar esra ilter

Ülkemizde hak ettiğiniz değeri aldığınızı düşünüyor musunuz? 

Bu soruyu kendi özelimde cevaplamam çok zor. Genel olarak baktığımızda ülkemizde sanata ve edebiyata bakışın nasıl olduğunu tahmin ediyoruz. O çerçevede baktığımızda gerçek sanatçıların zorlandığını hepimiz biliyoruz. 

Türkiye’deki pek çok sanatçı aynı çalışmaları yurt dışında yapmış olsalar belki daha çok maddi kazanca, daha geniş fırsat ve olanaklara, manevi desteğe sahip olurlardı. Ama şu da var; belki de bu zorluklar olmasa biz bunları üretemeyecektik, bunu da ayrıca düşünmek lazım. 

Çünkü eserlerimiz aslında bizim hayatlarımızın bir yansıması. O yüzden bunun net bir yanıtı yok. 

Maddi anlamda asla hak ettiğimizi bulamayacak olsak da manevi anlamda özellikle okurlarımızdan gelecek olan desteğe ihtiyacımız gerçekten çok var. Sosyal medyadaki bir beğeni, bir yorum bile bizler için çok ama çok değerli. O yüzden tüm okurlarımıza sanatçıları desteklemelerini rica ediyoruz. Üretim yapabilmemiz için asıl buna ihtiyacımız var. 

Güzel sorularınız için çok teşekkür ederim. Tüm PlumeMag ekibine ve okurlarımıza sevgiler.